İngiltere’de Muhafazakar Parti, lideri Boris Johnson’ı istifaya zorladı. Johnson son seçimlerde parlamentoda çok büyük bir çoğunluk sağlamış olsa da, hükümeti, seçmenin tepkisini çeken skandallarla sarsıldı.
Partinin yeni başkanını, dolayısıyla yeni başbakanı seçme süreci Salı günü resmen başladı.
Boris Johnson’ı istifaya zorlayan sürece, parti başkanlığına aday milletvekillerine bakınca Muhafazakar Parti’nin, parlamentodaki büyük çoğunluğuna, 14 yıllık kesintisiz iktidarına karşın (belki de biraz da o yılların yüküyle), istikrarsız ve yönü belirsiz bir yol kavşağına geldiğini söylemek olanaklı.
Kendini yenileme uzmanı bir parti
Hemen tüm muhafazakar gazete ve dergilerin yorumcuları Muhafazakar Parti’nin “acımasız bir iktidar makinesi, kendini yenileme uzmanı” olduğunda anlaşıyorlar.
Parti yönetimi (geniş anlamda) iktidarı kaybetmemek için her türlü ittifakı, manevrayı yapmayı becerebiliyor.
Artık, “eskidi”, “yoruldu”, “tükendi” dendiği noktada, başkanını değiştiriyor ve seçmenin karşısına adeta yeni bir seçenek sunuyormuş gibi çıkmayı başarıyla deneyebiliyor.
Örneğin Thatcher tükendiğinde parti, “adeta devrimci lider” gibi gördüğü başkanını bir yenisiyle, John Major’la değiştirdi ve bir dönem daha seçim kazanmayı başardı.
David Cameron, Liberal Demokratlar’la yaptığı koalisyon işlemeyince, seçmenin karşısına, tek başına ve “ancak benimle olur” diyerek yeni bir seçenek sunuyormuş gibi çıktı.
Şimdi, Muhafazakar Parti kendisine parlamentoda tarihinin en büyük çoğunluklarından birini getirmiş olan Boris Johnson’ın yerine yenisini aramaya başlamaktan çekinmiyor.
Kısacası bu çok becerikli, acımasız iktidar makinesi, başkanının artık seçim zaferi getirmeyeceğine bir kez ikna olunca, onu hızla değiştiriyor.
Ancak bu kez tablo garip görünüyor.
Boris Johnson Muhafazakar Parti’ye Brexit gibi çok önemli bir zafer getirdi.
Seçimleri büyük bir başarıyla kazandı. Boris Johnson’ın hükümeti, Covid-19 sürecinde, başta bir tereddüt döneminden sonra hızla aşıları ve pandemiyi kontrol etmeye, ekonomiyi korumaya yönelik önlemleri almaya başladı.
Ancak kısa sürede anlaşıldı ki, Brexit aslında tamamlanmamıştı ve Kuzey İrlanda Protokolü aşılamaz bir engel olarak ortada duruyordu.
Covid-19 sürecinin başında önlem almakta tereddütlü davranılması binlerce engellenebilir ölüme yol açmıştı.
Dahası, zamanla Boris ve hükümetinin üyelerinin kendi koydukları karantina kurallarına uymadıkları, insanlar sevdiklerinin cenazelerine bile gidemezken başbakanlık konutunun adeta içkili ve yemekli toplantıların yapıldığı bir eğlence merkezi gibi çalışmış olduğu ortaya çıkmaya, yasal kovuşturmalara konu olmaya başladı.
Bu skandalları, mali yolsuzluk ve cinsel taciz skandallarına, görev istismar ve güç simsarlığı iddialarına ilişkin söylentiler izledi.
Dahası Johnson, bu iddialar karşısında parlamentoya yalan söylemekle suçlandı.
Öyleyse teamüller ve gelenek gereği istifa etmesi gerekiyordu. Johnson istifa etmeye yanaşmıyordu.
Yukarıdaki “garip” durum nitelemesi işte bununla ilgili.
Geçmişte, parti başkanları hep partinin siyasi gereksinimlerinin bir aracı olarak çalışır ve bu işlev yerine getiremediği noktada değiştirilirken, Boris Johnson, kendi partisi içinden bile, bu kez partiyi kendi siyasi, hatta mali ihtiyaçlarının bir aracı olarak kullanmaya çalışmakla suçlandı.
Boris Johnson’un, istifa etmeyeceğini, hatta aslında üç dönem başkan ve başbakan olmaya niyetli olduğunu açıklamasıyla birlikte birbirine paralel iki süreç başladı.
Bir taraftan, Muhafazakar Parti’nin seçmen gözünde imajı kirlendiğine, güven kaybettiğine ilişkin bir söylem ve seçim kaybetme korkusu Muhafazakar Parti milletvekilleri arasında güçlenmeye başladı.
İkincisi, Muhafazakar Parti milletvekilleri, hatta bakanlar tavır almaya, Boris Johnson’ı açıkça, kimi zaman parlamentoda eleştirmeye başladılar.
İki önemli bölgede yaşanan ara seçim yenilgileri korkuları güçlendirdi. Derken istifa sürecine önemli bakanlar ve bakan yardımcıları da katıldı.
Muhafazakar milletvekilleri arasında yapılan güven oylaması, Johnson’un parlamento grubunun yüzde 40’ının desteğini kaybetmiş olduğunu ortaya koydu.
Johnson hala istifa etmemekte direnince, yeni ve Johnson’u onur kırıcı biçimde devirmesi kesin ikinci bir güven oylaması olasılığı gündeme geldi. Johnson da (Maliye Bakanı Rishi Sunak ve Sağlık Bakanı Sajid Javid gibi etkili isimler de istifa ettikten sonra) çaresiz parti başkanlığını bırakmak zorunda kaldı.
Ancak Johnson’ın parti liderliğinden ayrıldığını açıklayan konuşmasındaki, kendisinden başka herkesi suçlayan tutumu, bir sonraki lider seçilene kadar başbakanlıkta kalma ısrarı, Times, Guardian ve Independent gazetelerinde, Johnson’un İngiltere’de demokrasiyi tehlikeye atacak planlar peşinde olduğuna ilişkin eşzamanlı yayımlanan yorumlara neden oldu.
Yenilenmek bu kez kolay mı?
Muhafazakar Parti şimdi yine kendini yenilemeye, kirlenen imajını temizleyerek seçmeninin güvenini yeniden kazanmaya çalışıyor. Ancak bu kez yenilenmek o kadar kolay değil.
Birincisi parti içindeki ideolojik – kültürel çatlaklar, hem Avrupa Araştırma Grubu gibi partinin en sağındaki yapıların oluşması ve güçlenmesiyle hem de Brexit ve Covid-19 döneminde, Johnson yönetiminin, bizzat başbakanın yetersizliklerinden ve kuralları, gelenekleri ciddiye almayan tavrıyla daha da büyüdü.
İkincisi, parti başkanlığına aday olarak ortaya çıkan isimler, aralarındaki saflaşmalar ve karşılıklı suçlamalar, bu ideolojik – kültürel çatlakları aynen yansıtıyor, partinin parçalanmışlık düzeyini kamuoyu önünde tüm açıklığıyla sergiliyorlar.
Üçüncüsü, Boris Johnson döneminde oluşan güven sorununu, onun hükümetinde bakanlık yapmış, medyada kapı kapı dolaşıp Johnson’ı savunduktan sonra, şimdi de ahlaktan, erdemden söz etmeye başlamış, kimi durumlarda kendileri de bu skandal iddialarının konusu olmuş adaylarla aşmak kolay değil.
Dördüncüsü, bu yenilenmenin, bu adayların hangisiyle hangi ekonomik politikalar ve siyasi – ideolojik söylem üzerinden gerçekleşeceği de belirsiz. Daha doğrusu ortada belirli bir ekonomik siyasi proje ve yenilenme çabasına hizmet edecek bir söylem yok.
Nihayet Boris Johnson’un hala Başbakan olması, başkan seçme sürecine, kendi geleceği açısından, kendisine hala sadık milletvekilleri ve bakanlar aracılığı ile müdahale etme girişimleri de yenilenme çabalarını zayıflatıyor.
Adaylar ve olasılıklar
İlk aşamada 12 aday öne çıktı. Bunlardan kendilerini destekleyecek 20 milletvekili bulan 8 kişi, Çarşamba günü ilk gizli oylama aşamasına geçti, yarış fiilen başladı.
Kemi Badenoch, Suella Braverman, Jeremy Hunt, Penny Mordaunt, Rishi Sunak, Liz Truss, Tom Tugendhat and Nadhim Zahawi arasında yapılan ilk oylamada en az 30 milletvekilinin desteğini alabilenler yarışta kalmaya hak kazanacaklardı.
Zahawi ve Hunt ilk turda elenirken, Sunak, Mordaunt ve Liz Truss ilk üç sırada görünüyor.
Artık her oylamada en az oy alanlar, en sonunda iki aday kalana kadar elenecek. Son kalan iki aday, Muhafazakar Parti’nin 160 bin civarındaki üyesinin oyuna sunulacak.
Bu süreçte, elenenlerin taraftarlarını hangi adaya yönlendirecekleri sonucu belirleyici olacak.
Bu nedenle elenmiş olmak aslında sürecin dışına düşmek, etkisizleşmek anlamına gelmiyor.
Aksine gelecekte kazanması olası adayların hükümetlerinde görev almayı güvenceye alma pazarlıkları için zemin sunuyor.
Adayların birbirlerinden ilk anda vergi konusunda ayrıldıkları görülüyor.
Eski Maliye Bakanı Rishi Sunak, bu aşamada, enflasyon kontrol altına alınmadan faizlerin indirilmesinin gerçekçi olmayacağını, ayrıca hayat pahalılığı krizi içinde hazineyi bu krize karşı, sağlık sistemi gibi kamu kuruluşlarını desteklemek için kullanabileceği fonlardan mahrum bırakacağını savunuyor.
Financial Times ve Times gibi iki önemli, muhafazakar yayın bu yaklaşımı gerçekçi buluyor.
FT’ye göre “establishment”in (düzenin) adayı Sunak.
Boris Johnson çevresinin tüm enerjilerini Sunak’ı durdurmak üzerinde yoğunlaştırdığı söyleniyor.
Johnson’ın çevresinde Sunak ihanetle suçlanıyor. Johnson’a sadık bakanlardan James Cleverly’ye göre “Sunak, bir (ana muhalefet) İşçi Partili maliye bakanı gibi” davranıyor.
Sunak yarış başlamadan önce önde görünüyordu. Bu nedenle de partinin “vergileri hemen indirelim” görüşünde olan kanadının dikkati de en son aşamada, parti üyeleri oylamasında “Sunak’ı kim durdurabilir?” sorusu üzerinde yoğunlaşıyor.
Muhafazakar Parti’nin en sağındaki kanat, yeni başkanın olası programı bağlamında, devletin küçültülmesini, kuralların özellikle, iklim krizi, petrol ve gaz çıkartma alanlarında azaltılmasını, “sıfır karbon” hedefinin kaldırılmasını, Brexit konusunda Kuzey İrlanda Protokolü’nün, uluslararası anlaşmaları ihlal emek pahasına yeniden düzenlenmesini istiyor.
Bu kampta etnik azınlıklardan, Johnson hükümetinin Başsavcısı Suella Braverman ve eski Eşitlikler Bakanı Kemi Badenach dikkat çekiyor.
Suella Braverman, sığınmacıları Ruanda’ya göndermenin uluslararası yasalara uygun olduğunu savunarak hükümete arzuladığı yasal kalkanı sunmuştu; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden çıkmaya kararlı olduğunu söylüyor. Kemi Badenoch ise kendisi de siyah olmasına karşın “ülkede kurumsal ırkçılık yok” iddiasıyla dikkat çekmiş, tartışmalara yol açmıştı.
Sunak’tan sonra, şimdilik en güçlü aday, eski bir deniz kuvvetleri subayı olan ve Johnson hükümetinde ticaret politikalarından sorumlu bakan yardımcısı, daha önceki Theresa May hükümetinde de ilk kadın savunma bakanı olarak görev yapmış Penny Mordaunt.
Mordaunt, merkezde bir yer tutmaya çalışıyor. Ayrıca bir kadın hakları ve LGBT hakları savunucusu olarak algılanmak istiyor. Ancak yakın geçmişte trans-bireyler konusunda, bu kesimin haklarını tanımakla birlikte biyolojik kadın kimliğinin esas olduğuna ilişkin açıklamalarıyla yaygın bir tartışmanın konusu olmuştu.
Dışişleri Bakanı Liz Truss da vergi indirimi ve Brexit konularında aşırı sağın desteğini alıyor ve şansı oldukça yüksek bir aday olarak kabul ediliyor. Ancak Truss sağ içindeki çatlakları de sergileyen bir aday: Avrupa Araştırma Grubu olarak bilinen yapılanmanın liderlerinden Jacob-Rees Mogg ve Johnson’ın hararetli savunucularından Kültür Bakanı Nadine Dorries, Suella Braverman’ı desteklerken, AAG’nin yönetim kurulu başkanı Mark François’in, Dışişleri Bakanı Liz Truss’ı desteklemesi dikkat çekiyor.
Kabinede hiç görev almamış genç adaylardan Tom Tugendhat da vergi indirimlerini enerji sektörüyle sınırlı tutmaya çalışarak ortada yer almaya çalışıyor.
Bu manzarayı kısaca özetleyerek bitirirken şu iki nokta vurgulanabilir:
Birincisi, en sağı bile bölünmüş, çok parçalı bir yapıya dönüşmüş görünen Muhafazakar Parti’yi birleştirecek bir aday olup olmadığı sorusunun kolay bir yanıtı yok.
İkincisi, Muhafazakar Parti, yalnızca ekonomik modeli değil, egemen ideolojisi de bulanıklaşmış ama, sağa kaymaya devam eden bir parti görünümündedir.
Adayların Brexit, Kuzey İrlanda ve küresel ısınma konularından dikkatle kaçınmaya çalışmaları da bu konularda partide çok farklı görüşün var olmasından kaynaklanıyor.
Muhafazakar Parti’nin, karşılıklı suçlamalarla geçecek bu seçim sürecinden kendine yeni bir başkan çıkararak “yenilenmiş parti” görüntüsü verip veremeyeceği ülke siyasetinin önde gelen sorularından biri olacak.
KAYNAK: BBC TÜKÇE – ERGİN YILDIZOĞLU
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***