YORUM | AHMET KURUCAN
(Gelecek Projeksiyonu Yazıları-10)
Son yazımda İslam ve hayatın anlamı konusunda “iman, ibadet ve amel” üçlüsüne vurgu yapan iki ayeti nazara vermiş ve bunlar üzerinde duracağımı söylemiştim. Bu ayetlerin mealleri kısaca şöyle: “Ben insanları ve cinleri bana ibadet etsinler için yarattım” (Zariyat, 51/56) ve “Hanginizin daha güzel davranışlar yapacağını belirlemek için sizi imtihana çekmek üzere ölümü ve hayatı yaratan O’dur. Aziz’dir O, Gafur’dur” (Mülk, 67/2).
Bu iki ayete bir bütün olarak baktığımızda üç hususa vurgu yapıldığını görürüz: İman, ibadet ve amel. Söz konusu vurgularla alakalı kısa değerlendirmelere geçmeden önce şunun bilinmesi lazım: Hiç şüphesiz bu ayetler Allah’a ya da yüce bir yaratıcının varlığına iman ön kabulü ile meseleye bakan kişilere hitap etmektedir. Dini argümanları değerlendirirken bu ön kabulü hiçbir zaman unutmamak lazım. Bazen bizler herkesin bizim gibi bir inanca ve bizim bakış açımıza sahip olduğunu düşünüyor ve “Bu kadar açık deliller karşısında bile mi?” diyoruz ve muhataplarımızın farklı düşüncelerini, inançlarını, inançsızlıklarını kuru bir inat ya da akılsızlık olarak nitelendirebiliyoruz. Hayır, dinlerin getirmiş olduğu argümanlar o dine inanan insanlar için çok şey ifade edebilir ama farklı bir düşünce ve inanç limanında demir atan kişiler için hiçbir şey ifade etmeyebilir. Vakayı tespit adına bunu söyledim. Doğru-yanlış, haklı-haksız, iyi-kötü, güzel-çirkin ekseninde bir değerlendirme değil bu. Eğer bir değerlendirme yapılacaksa “Bu ayet veya argüman benim için hiçbir şey ifade etmiyor” diyen insanın düşüncelerine kulak vermek lazım. O ayet hangi ayettir, neye vurgu yapmaktadır, rasyonel aklın kabullenmeyeceği bir şey mi söylemektedir vesaire…
İsterseniz bu konuya tersinden yaklaşın ve kendinize şu soruyu sorun: Hz. İsa bizim inancımıza göre diğer peygamberler gibi bir peygamberdir. Yaratılışı mucize olsa da son tahlilde bütün insanlar gibi etten kemikten bir varlıktır. Ama Hıristiyanların kahir ekseriyeti onu baba, oğul, ruhu’l kudüs üçlemesi içinde ilah, tanrı olarak kabul ediyorlar. Bu inanç ve bu kabul Hz. İsa’nın insan peygamber olduğunu inanan bir Müslüman için ne anlam ifade ediyor?
Aynı türden bir soruyu Hıristiyanların “asli günah” kavramı içinde seslendirdikleri inançları için sorabilirsiniz. Asli günah cennette Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın Allah’ın yasak meyveyi yeme emrini dinlememesi dolayısıyla işlemiş oldukları günahtır ve bu günah irsiyet yoluyla onların soyundan gelen her insana intikal etmiştir. Dolayısıyla doğan her insan işte bu suça iştirak ettiği inancıyla günahkâr doğmuştur. Bu yüzden Hz. Meryem’in rahminde Hz. İsa’ya hulul eden Tanrı günahsız olan kendi oğlunu dünyaya göndermiş, o da bu günaha kefaret olarak çarmıha gerilmiştir. Bu nedenle dünyaya günahkâr olarak gelen insanların kefareti ise vaftiz olmaktır. Pavlus’a göre insan vaftiz olmadığı müddetçe bu suçu üzerinde taşır.
Yukarıda dediğim gibi Hıristiyanların kahir ekseriyetinin iman ettiği bu düşünceler, yorumlar, doktrinler, esaslar -artık adına ne diyecekseniz- İslam inancında sabit kadem olan bir insan için ya da bir Budist, Brahmanist, Şintoist için ne anlam ifade eder?
Bu bakış açısının önemli olduğunu düşünüyorum ben. Sözü uzatma pahasına yaşadığım bir hadiseden hareketle bu hususu açmak istiyorum. 2002 yılındaydı. Tek Tanrılı üç dinin mensupları olarak Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi katılımcıların yer aldığı yarı akademik programlar yapıyoruz. “Üç dinde Allah inancı, üç dinde anne-baba saygısı, üç dinde komşularla münasebet” şu an aklıma gelen yaptığımız üç program konusu. Bir defasında da bir münasebetle dua gecesi düzenleyelim fikri ortaya çıktı. Yine bu üç dine mensup insanların katılımcı olarak yer alacağı 100 kişilik bir program yapacağız, konuşmacılar kendi dinlerinde duanın yeri ve önemi hakkında kısa konuşma yapacaklar ve ardından herkes kendi dini inancına göre duada bulunacak. Karar verildi. Benim karar toplantısından sonra acil bir başka işe yetişmem gerekiyordu, ayrıldım. Yaklaşık bir 15 dakika sonra o toplantıdan bir arkadaşımız beni aradı. Ben ayrıldıktan sonra Hıristiyanların temsilcisi olan diyalog kurumumuzun bulunduğu şehrin papazı şu soruyu sormuş bizim arkadaşımıza: “Biz İsa’ya Tanrı olarak inanıyoruz. Siz ise Hz. İsa’yı Tanrı değil peygamber olarak kabulleniyorsunuz. Biz orada dua ederken bu inanç farklılığı sizin için problem olur mu?”
Şaşırmıştım. O güne kadar böyle olduğunu bilmekle beraber bu bakış açısına sahip olmamıştım. Hatta bazı arkadaşların şöyle dediklerini de biliyorum Hıristiyanlara: “Müslümanlar olarak bizler Hz. İsa’yı kabul ediyoruz ama sizler Hz. Muhammed’i kabul etmiyorsunuz…” Hıristiyanların Hz. İsa inancını bilmeyenler için güzel bir bakış açısı ama hakikat öyle değil. Nitekim bir defasında bu argüman dile getirildiğinde “Müslümanlar bunu çok sıklıkla dile getiriyor ama biz sizin inandığınız gibi Hz. İsa’ya inanmıyoruz ki? O bizim için Tanrı. Sizin için ise insan peygamber. Hatta daha ilerisini söyleyeyim, sizin böyle demeniz bizim inancımıza bir hakaret.”
Burada şu sözün de bir Hıristiyan nezdinde herhangi anlam ifade etmediğini söylemek isterim: “Biz çocuklarımıza İsa adını veriyoruz ama siz Muhammed adını vermiyorsunuz.”
Sözü çok uzattım. Geriye döneyim. Yukarıda bazen bizler herkesin bizim gibi bir inanca ve bizim bakış açımıza sahip olduğunu düşünüyor dememden kastım işte bu. Şimdi İslam, Kur’an, Hz. Peygamber diyor ve hayatın anlamını bu kaynakların bize sunduğu bilgiler ve değerler ekseninde yorumlarda bulunuyoruz ama muhatabımız evladımız bile olsa bunlara inanmıyorsa dile getirmiş olduğunuz yorumlar bir mana ifade etmeyebilir onun nezdinde.
Din felsefesinin ilgi alanına giren ve literatürde imanın felsefi açıdan temellendirilmesi başlığı altında incelenen bu konuya sadece işaret etmiş olmakla yetinelim, işi uzmanlarına havale ederek ayetlere geçeyim.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***