PORTRE | BÜLENT KORUCU
Tetikçi filmlerinin ayrılmaz parçası ‘temizlikçi’dir. Katilden sonra olay mahalline gelip delilleri temizleyen ve vakayı içinden çıkılmaz hale getiren profesyoneldir o. 11 yıl görev süresi boyunca sorumluluk alanındaki 15 suikasttan hiçbirini aydınlatamayan Ankara DGM Başsavcısı Nusret Demiral’a bu nitelemeyi yapmak için fazladan sebeplerimiz var. Çünkü o, derin devleti, kamu gücünü kullanan çeteleri örtmekle görevli biri. Susurluk gibi somut örnekler sorulduğunda ise onların kendisinden sonra kurulduğunu öne sürerek minder dışına kaçıyor.
Geçirdiği kalp krizi sonrasında hayatını kaybeden bir zamanların güçlü adamlarından Demiral’ın evrak-ı metrukesi ortalığa saçıldı. 1988’de dönemin Başbakanı Turgut Özal suikastı başta olmak üzere Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy suikastları ve dokuz yabancı diplomata yönelik saldırılar onun döneminde yaşandı. Özal’a kongrede kurşun sıkan Kartal Demirağ’ı örgütsüz ve af çıkmamasına kızan bir eski mahkum olarak sundu hep. Sığ temizlikçi dememin gerekçesi tam burada yatıyor. Hukuka uyma kaygısı taşımadığı gibi makul izahlar getirmek zorunda da hissetmiyordu kendini. Hukuk mukuk, taktik maktik yok bam bam bam…
Tam bu kafada temizlikçi ve örtücüydü. Özal’ın, Orgeneral Eşref Bitlis’in öldüğü; Mumcu cinayetinin gerçekleştiği, Madımak’tan Başbağlar’a kitlesel katliamların yaşandığı; “adı konulmamış darbe” 1993’ün yaşandığı dönemin en kilit ve kirli ismiydi.
Onunla yapılmış en güzel röportaj Aksiyon Dergisinde yayınlanmıştı. Orada konuya dair bölüm şöyle geçiyor:
*
-Niye bir örgüt bağlantısı tespit edilemedi. Üstelik sanık elde ve ben bir örgüt üyesiyim diyor.
O zaman, zaten illegal örgütler arasında aşırı sağ bir örgüt yoktu.
-Eski bir Yargıtay savcısı Uğur Tönük’ün anlatımları var. Özal bizi görevlendirdi, bir dizi çalışma yaptık. Kartal Demirağ’ın Afyon bölgesinde bir Kontrgerilla örgütünün elemanı olduğunu tespit ettik.” diyor.
Bilmiyorum hiç. O hususları hiç soruşturmadım, bilmiyorum.
*
Böylesine basit ve sığ cevaplarla geçiştiriyor. Demirağ’la birlikte salonda olduğuna dair tanık ifadeleri bulunan ikinci kişiyi dahi araştırma ihtiyacı hissetmemiş. Sivas Madımak’ta yakılan insanları provokasyonla suçlayıp, katilleri neredeyse gaza gelmiş zavallı siviller olarak gördüğünü de düşündüğümüzde Demirağ’ın üzerine gitmeyişini normal bulmak mümkün.
Uğur Mumcu Cinayetine dair söyledikleri de bundan farklı değil. “Susurluk türü örgütlenmeler cinayeti işlemiş olabilir mi?” sorusuna verdiği karşılık gerçek bir örtücü olduğunu gösteriyor:
“Yok onlar, ondan sonra oluştular. Uğur Mumcu’nun zamanında böyle derin devlettir, şudur budur söz konusu değildi. Uğur Mumcu zaten uzun süre tehdit edilmiş. Sekreteri bize anlattı her şeyi. Ama bize ihbar etmemiş. Polise de bir şey söylememiş. Ederlerse etsinler demiş. Halbuki telefonlarını dinlerdik, şahısları tespit ederdik. Nereden gelecek…”
Devletin Mumcu’yu zaten dinlediğinin hatırlatılması üzerine ‘devlet herkesi dinler’ diyerek işin içinden çıkıyor. Devlet herkesi dinliyorsa onlarca cinayet nasıl faili meçhul kalıyor? En azından ‘çözmek devletin namus borcu’ diyen bir hükümet döneminde Mumcu Cinayetinin çözülmesi gerekmiyor mu? Meclis’i 19 saat abluka altında tutarak ve DEP’li vekilleri kafalarına bastırarak gözaltına alabilen kudretli başsavcı, “İstihbarat örgütlerinin yaptığı şeyler delil değildir, ama bizi yönlendirebilir. Onları istedik biz, ama bir bilgi alamadık. Defaatle istedik, alamadık” mazeretine inanmamızı bekliyor.
Demiral, TBMM’de Kürtçe yemin eden DEP’li milletvekilleri için de idam cezası talep etmişti. Demiral’a göre, 10 yıl cezaevinde kalan DEP’liler cezasını bulmamışlardı, idam gerçekleşseydi devlet gücünü göstermiş olacaktı: “Biz devleti bu kişilerin tehlike içine çektiğini tespit ettik. İdam istedik. İdam cezası verilmiş olsaydı devlet gücünü gösterecekti. Devletin gücü çok sathi kaldı.”
Dönemin hükümetinin garantisi üzerine ülkeye dönen Türkiye Birleşik Komünist Partisi kurucuları Haydar Kutlu ve Nihat Sargın’a “idam talepli” dava açarak devletin gücünü hükümete karşı bile göstermişti.
Kamu gücünü kullanırken racon kesen, yasama ve yürütme erklerine meydan okuyanlar sivil hayatta sudan çıkmış balığa dönüyor. Cumhurbaşkanı adaylığı için kampanyanın başlangıç sunumunda tek soruda nakavt olan orgeneral Çevik Bir gibi Demiral da siyasete adım attığı ilk gün diskalifiye oldu. Orgeneral Bir, Murat Birsel’in muz ortasını yanlış anlayıp harakiri yapmıştı. Başsavcı Demiral ise MHP’den vekil seçilme hayalini Türkçe ezan sorusu üzerine gömmüştü. 1995 yılındaki genel seçimlerde “Cumhuriyetimizin ilk dönemlerinde olduğu gibi ezan Türkçe okunsun” diyerek tepkileri üzerine toplamıştı. Seçimde MHP baraj altında kalınca fatura ona kesildi. Alparslan Türkeş tarafından disipline sevk edildi. Sonunda aktif siyasetten çekilip kendini unutturdu. Vefat haberine kadar yaşadığını bile çok az kişi biliyordu.
90’lı yıllar dediğimiz karabasanın perde arkasındaki kuklacılarından biriydi. Ceberrut devletin cisimleşmiş haliydi adeta. Mehmet Ağar’ların, Yeşil’lerin arkasını toplayan kişiydi. Bir karakutu olarak bildikleriyle birlikte mezara girdi.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***