Türkiye’de denizin bittiğini gösteren en önemli gelişme, anayasayı yok sayan bir “yargıcın” Adalet Bakan Yardımcılığına atanmasıydı…”
Bu, “benden sonra tufan” mesajının en haşin halinden başka bir şey değildi…
Gökçer Tahincioğlu şöyle yazıyordu:
“CHP Milletvekili Enis Berberoğlu hakkındaki Anayasa Mahkemesi kararını anayasal zorunluluğa rağmen uygulamamasıyla gündeme gelen Gürlek gibi, Mehmet Altan hakkındaki Anayasa Mahkemesi kararını uygulamayan Orkun Dağ da hakkındaki şikayetlere rağmen Yargıtay üyeliğine atanmıştı. Bu durum, iktidarın desteklemediği AYM kararlarının uygulanmamasının ödüllendirildiği yorumlarına yol açtı. HSK de kurumun, ‘AYM kararlarına uymayanların terfi edemeyeceği’ ilke kararına rağmen Gürlek’i terfi ettirmişti.
15 Temmuz darbe girişiminin ardından tutuklanan Mehmet Altan‘ı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi kararlarına rağmen tahliye etmeyen, cezaevinde fazladan 5,5 ay daha yatmasına neden olan hakimlerden Orkun Dağ, hakkındaki suç duyurularına rağmen Hakimler ve Savcılar Kurulu tarafından Yargıtay üyeliğine atandı.”
xxxxxxx
Tahincioğlu’nun “Yargıda kararları tartışılan isimler, en kritik görevlerde: AYM üyeliği, bakanlık, Yargıtay” yazısının mürekkebi kurumadan, HSK bana anayasayı çiğneyen dört hâkim için kesin olarak hiçbir işlem yapmayacağını 30 Mayıs tarihi itibariyle resmen bildirdi.
Artık Anayasayı korumakla yükümlü bir siyasal yönetimin anayasayı çiğneyerek, anayasayı yok sayanları terfi ettirdiği bir ülkeden söz ediyoruz.
Anayasayı çiğneyen hâkimin arkasında durarak kendisi de anayasayı çiğneyen bir HSK ve anayasayı çiğneyenin bakan yardımcısı olduğu ülke vatandaşı ne yapar?
Hukuk güvenliği ve anayasal düzenin yok edildiği bir ülke vatandaşı için çare nedir?
xxxxxxx
Avunmak için insanlığın karanlık dönemlerden nasıl kurtulduğuna yoğunlaştım…
Tabii ilk olarak karışıma “Denazifikasyon” kavramı çıktı… Nazilerden arındırma anlamına geliyor…
Tanımında şunlar yazılı:
“II. Dünya Savaşı‘nın ardından Müttefik Devletler tarafından Alman ve Avusturya toplumlarında uygulanan ve nasyonal sosyalizmin etkisini kültür, toplum, ekonomi, basın, hukuk ve siyaset alanlarından silmek için uygulanan politikaları anlatır.
Politika kapsamında sorumlu örgüt liderleri görevden alınmış, ilgili kurumlar kapatılmıştır. Politika, savaşın hemen ardından toplanan Potsdam Konferansı‘nda kararlaştırılmıştır. Politika kapsamındaki uygulamalar Soğuk Savaş‘ın başlamasıyla beraber fiilen sona erdirilmiştir.”
xxxxxxx
Hitler, Nazizim, 2.Dünya savaşı, denazifikasyon, Postdam Konferansı…
Ama şimdi zaman çok farklı, “yalanların gerçekmiş gibi sunulduğu” bir dünyadayız…
“Post-truth” dönemi… Türkçe tercümesiyle “hakikat sonrası” dönem.
“Nesnel gerçeklerin kamuoyunu şekillendirmede duygulara ve kişisel inanca hitap etmekten daha az etkili olduğu” bir zaman…
Kısacası gerçek önemli değil …
Ne önemli?
Kişisel inanç…
Ne önemli?
Duygu…
O halde doğruya ihtiyaç yok, “inanç ve duyguya hitap eden kıtırlar” dönemi…
“Camide içki içtiler” gibisinden…
xxxxxxx
Tabii “hakikat sonrası” dönem bir siyasete dönüşmüş vaziyette…
“Hakikat sonrası siyaset, kamu politikasını görmezden gelerek, duygulara hitap ederek ve olgularla desteklenmeyen bir mesajı tekrar tekrar öne sürerek siyaset yapma kültürüdür. Hakikat sonrası ile geleneksel tartışma arasındaki fark, birincide olgulara itirazın ve uzman görüşlerinin duygulara seslenmekten daha önemsiz kalmasıdır.
Bu çağdaş bir sorun olarak görülse de bazı uzmanlar bunun çok uzun zamandır siyasi yaşamın bir parçası olduğunu ve internetin getirdiği sosyal değişimler sebebiyle son dönemde daha çok belirginleştiğini savunur.”
xxxxxxx
Tanımları bir yana koyarsak…
Küreselleşmenin nimetlerinden yararlanamayan ve külfetleri daha da artan yığınların aydınlanma çağını toptan inkâr dönemi yaşıyoruz…
Bilimi pusula olarak gösteren doğal bir üstünlüğü kusma dönemi…
İnsanlığın akıl etrafındaki tüm kazanımlarını yok sayma dönemi…
Kendi uydurduğuna tapınarak bütün eksiklerin ve zaafların tedavi edildiğini sanma, ezikliği giderme dönemi…
İnsanlığın tüm birikimlerinden uzaklaşma hatta inkâr ederek rahatlama dönemi…
Ya da siyaseti dönemi…
xxxxxxx
Ancak…
Bu gariplik, gerçekleri inkâr edenler başta olmak üzere tüm insanlığa büyük bedeller ödetiyor…
Çözümsüz ve çaresiz bir öfke çağı…
Post-truht denen yalancılığın ve palavracılığın bireysel boyuttaki bir örneğinin haberine de gene geçen hafta rastladım..
Türkiye’de birileri twitter üzerinden “Barcelona’da futbolcu Pique’in uzun yıllardır sevgilisi olan Shakira’yı genç takım arkadaşı Gavi’nin annesiyle aldattı” diye bir yalan üretmiş…
Önce Türkiye’de yankılanmış, sonra İngilizce atılan twitlerle Türkiye’den yola çıkan bu yalan İspanya’ya uzanmış…
Shakira’nın 12 yıllık sevgilisinden de ayrıldığı dedikodularını da okudum…
xxxxxxx
Anayasayı çiğneyen hâkimin arkasında durarak kendisi de anayasayı çiğneyen bir HSK ve anayasayı çiğneyenin bakan yardımcısı olan ülke vatandaşı ne yapar?
Shakira’yı bile vuran bu yalancılık karşısında ülkesini ve toplumunu korumak için ne yapar?
En az yalancılar kadar kararlılıkla gerçekleri söyler, bıkmadan usanmadan söyler…
“Camide içki içilmedi kardeşim” gibi…
Sonra da toptan bir yalan temizliği için ilk seçimi bekler.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***