YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU
Birinci Dünya Savaşı’yla ilgili günümüze kadar gelen tartışmalı konulardan birisi de Mekke Emiri Şerif Hüseyin Paşa’nın Osmanlı Devleti’ne karşı başlattığı isyandır.
Hüseyin’in İngilizlerin desteğiyle başlattığı ayaklanma, Osmanlı kuvvetlerinin diğer cephelerin yanında kutsal topraklarda da mücadele etmesiyle sonuçlanmıştır.
Diğer önemli husus ise Abdülhamit tarafından on altı yıl boyunca İstanbul’da zorunlu ikamete tabi tutulan “Şura-i Devlet üyesi” Hüseyin’in isyanın lideri olmasıdır.
İSTANBUL SÜRGÜNÜ
Osmanlı Devleti, Mısır’ın fethiyle Yavuz döneminde Hicaz’a da hâkim olmuş ancak Hicaz’ın imtiyazlı konumuna dokunulmamıştı. Hicaz’ı yöneten emirler, İstanbul’dan bir menşur veya beratla tayin edilir, görevleri bu tayinde belirtilir, emirin ismi hutbelerde padişahın isminden sonra okunurdu.
Osmanlı Devleti’nin Hicaz’daki önceliği haccın güvenliği olduğundan, Emir-i Mekke bu konuda valiye yardımcı olmaktaydı. Osmanlı idaresi kutsal topraklara saygısından dolayı 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar Osmanlı bayrağını Mekke ve Medine’ye çekmemişti. Ancak idari yapıdan dolayı bölgede sık sık vali-emir anlaşmazlığı yaşanıyordu.
Şerif Hüseyin, Haşimilerden Zevi Avn adı verilen Abadile şeriflerinden olup, Şerif Muhammed bin Avn’in torunu ve 1870’te vefat eden Şerif Ali Paşa’nın oğludur. Şerif Hüseyin Paşa, vezir rütbesiyle Şura-yı Devlet azasıyken, Şerif Abd-i İlah’ın ansızın vefatı üzerine Mekke Emiri tayin edilerek İstanbul’dan Mekke’ye gönderilmiştir.
Şerif Hüseyin uzun bir süre İstanbul’da zorunlu misafir olarak yaşamış, II. Abdülhamit muhalif hareketlerinden çekindiği için Şerif Hüseyin’i İstanbul’da tutmuştur.
Osmanlı arşiv kayıtlarında, 1892’de şimdiki adı Danıştay olan Şura-yı Devlet’e üye yapılarak İstanbul’a getirildiği ve Dersaadet’te bir ev kiralanarak tefriş edildiği görülmektedir (DABOA, İ. HUS. 3/124, H-23.02.1310). Yine arşiv kayıtlarına göre Hüseyin’in İstanbul’a getirilme sebebi, Hicaz’da “Urban” denilen bedevileri kışkırtmasıdır.
Hüseyin İstanbul’da zaman zaman maddi sıkıntılar yaşamış, Osmanlı yönetimi de ülkenin içinde bulunduğu ekonomik şartların ağırlığına rağmen “sızlanmasına fırsat vermeden” yardımcı olmuştur.
İyi bir eğitim alan Hüseyin, dini konularda ve İslam edebiyatında kabiliyetli bir kişiydi. Uzun süre İstanbul’da kaldığından siyasi ortamı yakından tanımış, devrin siyasetçi ve düşünürleri ile tanışmıştı.
Hüseyin’in Faysal, Abdullah, Zeyd ve Ali adında dört oğlu vardı. Evliliklerinden birisini de Tanzimat dönemi sadrazamlarından Mustafa Reşit Paşa’nın kızıyla yapmış ve oğullarından Ali, bu evlilikten dünyaya gelmişti.
KİM TAYİN ETTİ?
Hüseyin’in İstanbul’daki mecburi ikameti on altı yıl devam etti. Şerif Hüseyin Paşa, 1908 Ekim’inde Mekke emirliğine tayin edilen amcası Abdullah’ın vefatı üzerine Kasım 1908’de bu makama tayin edildi.
Hüseyin hakkında en önemli tartışma konularından birisi, yıllarca İstanbul’da gözetim altında tutulmasına rağmen nasıl olup da Mekke emirliğine tayin edildiğidir. Tarihçilerin genel yaklaşımı; tayinde Abdülhamit, İttihat ve Terakki, Sadrazam Kâmil Paşa ve İttihatçıların Hüseyin’in isyanı sonrasında emaret makamına tayin ettikleri Ali Haydar Bey arasında bir rekabet yaşandığı şeklindedir.
Bazı araştırmacılar İngilizlerin Kâmil Paşa vasıtasıyla tayinde etkili olduğunu ileri sürmekte, bazıları da tayinin İttihat ve Terakki yönetimince yapıldığı iddia etmektedirler. II. Meşrutiyetin ilanının üzerinden birkaç ay geçtiği ve İttihatçıların yönetimde henüz yeterince etkili olmadıkları dikkate alındığında tayinde asıl etkili kişinin Abdülhamit olduğu söylenebilir.
Oğlu Abdullah da hatıralarında tayinin padişah tarafından yapıldığını ve İttihatçılarla ilk anlaşmazlıkların bu şekilde başladığını belirtmektedir. Nitekim Hüseyin Mekke’ye gitmeden Abdülhamit’i ziyaret etmiş ve Sarayburnu’ndaki uğurlama merasiminde Kâmil Paşa da hazır bulunmuştu.
Hüseyin Paşa, Mekke’de göreve başladığında kendisinden ilk beklenti Medine demiryolunun hizmete girmesiyle gelirlerini kaybeden Urbanın isyanlarını bastırması ve hac yollarını güvenlik altına almasıydı. O ise görevine başladığı ilk andan itibaren nüfuzunu genişletmeye çalıştı. Bu durum, Hicaz’da görev yapan valilerle karşı karşıya gelmesine yol açtı.
1910 seçimlerinde oğlu Abdullah’ı mebus seçtiren Hüseyin, çocukları tarafından “Arap tahtına geçmesi” için teşvik edilmekteydi. Henüz ayrılık zamanının gelmediğini düşünen emir, Osmanlı otoritesini azaltmak için çalışmalar yapmakta ve sürekli olarak gönderilen valilerden şikâyet etmekteydi.
İttihatçılar ise merkezileştirme politikalarını Hicaz’da da uygulamak istiyorlar ve bu yüzden emirle karşı karşıya geliyorlardı. Hüseyin, kendi geleceği için tehlike olarak gördüğü demiryolunun Medine’den Mekke’ye uzatılması çalışmalarını da Urbanı kışkırtıp isyan ettirerek engellemeye çalıştı. İttihat ve Terakki yönetimi, bu durum karşısında demiryolunu Mekke’ye kadar uzatmaktan vazgeçti.
VE İSYAN
İttihatçıların son hamlesi ise Hicaz’a, Enver Paşa ile daha Manastır günlerinden tanışan ve “iyi bir İttihatçı olan” Vehip Bey’i (Paşa-Kaçı) önce Hicaz Fırkası kumandanı sonra da bu görevin yanında Hicaz valisi tayin etmek oldu. Amaç, Vehip Bey vasıtasıyla emirin faaliyetlerini yakından takip ederek emellerini engellemekti.
Medine Muhafız Taburu
Vehip Bey, Mekke’de Hüseyin Paşa’yı yakından takibe alınca emir tarafından İstanbul’a şikâyet edildi. Hüseyin bir taraftan da Urbanı çeşitli nedenlerle ayaklandırmakta ve bölgede iç karışıklık çıkarmaya çalışmaktaydı.
Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na girmesi üzerine Hüseyin, “cihada fiilen katılmaya hazır olduğunu” bildirdi. Hatta Vali Vehip Bey’le birlikte bir protokol hazırlayarak Hicaz’ı Osmanlı kuvvetleriyle birlikte savunmayı taahhüt etti.
Vehip Bey ise emire güvenmemekte ve görevden alınması için uğraşmakta, bu amaçla takviye kuvvet talep etmekteydi. İttihat ve Terakki yönetimi ise yeni bir badire çıkarmak yerine Vehip Bey’e “emire hüsn-ü muamele edilmesi” tavsiyesinde bulundu.
Bir süre sonra Vehip Bey Hicaz’dan alındı ve yerine vali olarak Galip Paşa tayin edildi. Hüseyin böylece “demir pençeli” validen kurtuldu ve henüz Hicaz’ı ve emiri tanımayan bir valiye karşı daha rahat hareket etme imkânı buldu.
İngilizler Çanakkale Savaşları sonrasında Şerif Hüseyin kozunu oynamaya karar verdiler. Bu doğrultuda Hüseyin, 10 Haziran 1916’da Osmanlı Devleti’ne karşı isyan etti. Hüseyin, Müslümanlarla savaşmasını “İngilizlerin Almanlarla savaşması” örneğini vererek “Hıristiyan nasıl Hıristiyan’la savaşabiliyorsa Müslüman da Müslümanlara karşı savaşabilir” diyerek izah ediyordu. Osmanlı Devleti ise isyanı, İngilizlerin altın ve para desteğiyle çıkan “yerel bir ayaklanma” olarak görmekte, Hicaz’ı da “tali bir cephe olarak” değerlendirmekteydi.
Hüseyin, isyan gerekçelerini açıkladığı beyannamede doğrudan Padişah-Halife Mehmet Reşad’ı hedef almak yerine İttihatçılara yönelik suçlamalarda bulunuyordu. Hüseyin’e göre İttihatçılar ülkeyi savaşa sokarak büyük bir felakete sürüklemişler, Rum ve Ermenilere karşı büyük cinayetler işlemişler, Arapları da tehcir ederek Osmanlı düzenini bozmuşlardı.
Hüseyin ayrıca Cemal Paşa’nın Şam’da Arap liderlerini idam ettirdiğini, Abdullah Cevdet’in yayınladığı “İçtihad” mecmuasını örnek vererek de İttihatçıların dine karşı lakayt tavırlar içinde olduklarını belirtmekteydi.
GERÇEKLE YÜZLEŞME
Hüseyin’in hayali “Arap ülkelerinin kralı” olmaktı. Krallığının sınırlarını da bir taraftan Adana ve Mersin’den İran’a, diğer taraftan da Hint Okyanusu ve Kızıldeniz’e kadar büyük bir alan olarak belirledi.
Buna karşılık İngilizlerin planı çok farklıydı. Onlar Necid bölgesini Suud ailesine bırakırken, Sykes-Picot adlı gizli antlaşma ile de Hüseyin’in elde etmek istediği yerleri Fransa ile paylaştılar. Ayrıca 1917’de yayınlanan Balfour Deklarasyonu ile Filistin’de bir Yahudi devleti kurulmasının destekleneceğini açıkladılar.
Hüseyin İngilizlere, 100.000 kişilik bir kuvvet toplayacağını vaat etse de hiçbir zaman büyük bir destek alamadı. Buna karşılık birçok yerde Arap aydınları tarafından “İngiliz işbirlikçisi olmakla ve ihanetle” suçlandı.
Savaş esnasında Hüseyin ve oğullarının ellerindeki yerler Mekke, Taif ve Cidde’den ibaretti. Hüseyin’in kuvvetleri daha çok bedevilerden oluşuyor ve demiryolunu tahrip etmeye çalışıyorlardı. Daha sonra İngiliz desteği ile Akabe’yi ele geçirdiler ve Filistin’in kaybıyla başlayan İngiliz ilerleyişinde Hüseyin’in oğulları da yer aldılar.
Savaşın bitişi ile Hüseyin’in karşısına acı gerçekler çıktı. İngilizler kendisine sadece Hicaz Krallığını uygun gördüler. Filistin’de bir manda yönetimi kurdukları gibi Hüseyin’in oğullarından Faysal’ı Irak, Abdullah’ı da Ürdün kralı yaptılar. Bu devletler de aslında İngiliz mandası altında idiler. Bu gelişmeler Hüseyin’in itibarına büyük bir darbe vurdu.
Hüseyin’in son hamlesi Türkiye’de halifeliğin kaldırılmasından sonra halifeliğini ilan etmek olduysa da İslam Dünyasından destek bulamadığı gibi tepkiler de gördü. 1924 yılında da Suudiler, Mekke’ye girerek Hüseyin’in krallığına son verdiler.
Hüseyin İngilizlere sığındı ve 1930’a kadar Kıbrıs’ta yaşadı. 1930’da rahatsızlanınca Ürdün’e götürüldü ve oğlu Abdullah’ın yanında vefat etti. Oğlu Faysal önce Suriye’de kral ilan edildiyse de Fransızlar burayı işgal ederek krallığına son verdiler.
İngilizler bu gelişme üzerine Faysal’ı Irak kralı yaptılar. Ondan sonra Irak’ta önce oğlu Gazi daha sonra da II. Faysal kral oldu. 1958’de Faysal’ın bir darbe ile öldürülmesiyle Suriye’den sonra Irak’ta da Haşimilerin egemenliği sona erdi.
Hüseyin’in diğer oğlu Abdullah ise Şarki Ürdün’de kurulan Milli Arap Hükümeti’nin başına getirildi ve 1946’da İngiltere tarafından ”Ürdün Haşimi Kralı” olarak tanındı. Bugün Hüseyin ailesinin elinde sadece Ürdün krallığı bulunmaktadır.
***
Kaynaklar: Y. Nizamoğlu, “Birinci Dünya Savaşında Hicaz Cephesi”, Birinci Dünya Savaşında Osmanlı Devleti, İstanbul, Kitabevi, 2015; Kahramanlıktan Sürgüne Vehip Paşa, İzmir, Yitik Hazine, 2013; A. Özcan, “Şerif Hüseyin”, DİA, C. 38; Kral Abdullah, Biz Osmanlı’ya Neden İsyan Ettik, İstanbul, 2016; R. Çavuş, Birinci Dünya Savaşında Hicaz’da Osmanlı İdaresi ve Ordusu, KÜ SBE Yüksek Lisans Tezi, Kırıkkale, 2011.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***