YORUM | M. NEDİM HAZAR
Star sistemi her ne kadar Amerikan sinemasından Türk sinemasına girmişse de, ülkemizdeki uygulamalarda bize has farklılıklar vardı.
Öncelikle star seçim disiplinimiz Batı sinemasında olduğu gibi tek tip değildi.
Bu durum özellikle Türk sinemasının jönlerinde iyiden iyiye kendini gösteriyordu. Türk halkının rağbet gösterdiği erkek sinema oyuncuları dönemlere göre farklı kanallarla sinemaya giriyorlardı. Kimi bizzat Babıali’den yetişiyor, kimi bir yönetmenin sokakta keşfinden sonra, artist dergilerine kapak olup, dönemine göre güçlü PR kanallarını kullanarak şöhreti yakılıyordu.
Belli bir seçim disiplini olmayan bu sistemde, oyuncuların eğitim durumundan mali imkânlarına, yaşlarından meşhur olma sürelerine kadar neredeyse hiçbir parametre aynı değildi.
Kimi eğitimsiz bir şekilde fiziğini kullanarak sinemaya girerken, kimi tiyatro sahnelerinden perdeye transfer oluyordu.
Seyirci ile olan ilişkileri de diğer ülkelerdeki meslektaşlarınki gibi değildi jönlerimizin. Ulaşılmaz olmaktan ziyade, yakınlık ile tanımlanabilecek bir bağlantıydı bu. Seyirci beğendiği jönü kendinde olması gereken ama keşfedemediği bir yönü olarak görüyordu genel olarak.
Hayat tuhaf bir film şeridi gibi, kaderin insanı ne zaman nereye savuracağı çoğu zaman belli olmuyor. Eskişehirli Fahrettin Cüreklibatır’ın hikayesi de tam böyle bir şeydi.
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden 1961 yılında mezun olan Doktor Fahrettin, yedek subaylığını Eskişehir Ana Jet Üssü’nde yapıyordu. Dönemin usta isimlerinden Halit Refiğ yeni projesi olan Şafak Bekçileri’ni aynı mekânda çekerken, filmin kahramanı olan jet pilotlarını canlandırmak için gerçek askerleri kullanıyordu. Genç doktor film setine çekimleri izlerken yönetmen onu fark etti ve oynatmak istedi. Ancak şartlar uygun olmadı ve çekimler bitince ekip İstanbul’a geri döndü.
Yıl 1964… Yapımcılığını Artist dergisinin üstlendiği bir Halit Refiğ filmi olan Gurbet Kuşları’nın hazırlık aşamasında yönetmen Refiğ’in kapısı çalındı. Ünlü yönetmen kapıdaki yakışıklı genci önce tanıyamadı. Doktor Fahrettin askerliği bitirmiş ve sinema piyasası için İstanbul’a gelmişti. Gurbet Kuşları’ndaki karakterlerden biri ona verilirken, isim konusunda da değişikliğe gitti yapımcılar. Usta oyuncu Cüneyt Gökçer’in ismini, ünlü yayıncı Ramazan Arkın’ın soy ismi uygun görüldü genç doktora.
İlk filminden eline geçen 500 lira ile ancak üç ay idare edebildi Cüneyt Arkın.
Sonra yine zor günler…
Bir süre Yeşilçam’da iş arayan Arkın, umduğunu bulamayınca o dönem İstanbul’da bulunan Medrano Sirki’nde Rus kazakların atlarına baktı bir süre. Karşılığında binicilik, cambazlardan ata binme, akrobatlardan akrobasi dersleri aldı. Daha sonra sinemada kullanacağı bütün hareket ve akrobatik numaraları burada öğrendi.
Gurbet Kuşları filminin finalindeki kavga sahnesi, Arkın’ın kariyerinde bir kırılma noktasıydı aslında. Bir süre daha duygusal-romantik jön karakterlerini canlandırdıktan sonra yine Halit Refiğ’in önerisiyle aksiyon filmlerine yöneldi.
Battal Gazi Destanı (1971)
Aynı dönemde Suat Yalaz, Karaoğlan rolü için oyuncu arıyordu, Cüneyt Arkın bu rolün kendisi için biçilmiş kaftan olduğunu düşünürken, Yalaz, “Tipin avantüre müsait değil” diyerek uygun görmedi. Ülkü Erakalın’ın Gözleri Ömre Bedel filminde Türkan Şoray ve Ekrem Bora ile oynayınca kaderi bir anda değişmişti Arkın’ın. İsmi bir anda tüm ülkeye yayılmış, şöhreti yakalamıştı. Seyirci onu ünlü aktör Alain Delon’a benzetmiş ve birbiri peşi sıra çektiği filmler iyi gişe yapmıştı.
1966 yılında Ziya Kozanoğlu’nun aynı isimli romanından sinemaya uyarlanan ‘Kolsuz Kahraman’ filmi sadece Cüneyt Arkın için değil Türk Sineması için de bir milat olmuştu. Arkın, bu filmle sadece Suat Yalaz’ın yanıldığını kanıtlamadı, aynı zamanda Alpago karakteri ile tarihi macera filmlerinin bir sektöre dönüşmesini sağlamıştı.
Kolsuz Kahraman (1966)
Hemen ardından gelen Malkoçoğlu serisi Türk sinema tarihinin en uzun soluklu seri kahramanlarından birini yaratmıştı. Cüneyt Arkın ile Türk izleyicisi arasında kopmayacak bağlar kurulmuştu artık. Ve birbiri peşi sıra, üstelik iç içe çekilen tarihsel kahramanlı filmler gelmeye başladı: Malkoçoğlu Krallara Karşı, Hacı Murat, Alparslan’ın fedaisi Alpago, Malkoçoğlu Karakorsan, Hacı Murat geliyor, Osmanlı Kartalı, Malkoçoğlu Cem Sultan, Akıncılar Geliyor, Fatih’in fedaisi Kara Murat…
Kara Murat: Fatih’in Fedaisi (1972)
Medrano sirkinde öğrendiği akrobasiyi ve estetik koreografiyi sinemada bol bol kullandığı filmler rekor üzerine rekor kırıyordu. 1970 sonrasında bu tarihsel kahramanlara bir de Seyyit Battal Gazi serisini ekliyordu Arkın. Artık Türk sinemasında bir zirveydi Cüneyt Arkın. İtalyan ve Fransız yapımcılar onun oynadığı filmlerde ortak yapımcı olmak için can atıyor, yabancı ülkeler onun filmlerin, Steve Arkın, George Arkın ve Lee Arkın ismiyle vizyona sokuyordu. Amerikalı yapımcılar onunla beraber film yapmak için can atmışlardı ancak İngilizcesinin yetersiz oluşu Cüneyt Arkın’ın dünyaca ünlü bir star olamamasının nedeniydi.
12 Mart dönemi sırasında, 4. Altın Koza Film Festivali’nde (1972) jürinin ilk oylamasında Yılmaz Güney’i Baba filmindeki rolüyle en iyi erkek oyuncu seçilmesine rağmen daha sonra siyasi baskılarla Yılmaz Güney’in yerine, ilk oylamada Yaralı Kurt filmindeki performansıyla ikinci olan Cüneyt Arkın’ı en iyi erkek oyuncu seçtiğinde ünlü oyuncu bu ödülü kesin bir dil ile reddetti.
Cüneyt Arkın anne ve babasıyla.
Yılmaz Güney taşralı gençlerin idolüydü, Arkın ise şehirli gençlerin.
Sayısız kaza atlattı, defalarca hastanede uzun süreli kaldı Malkoçoğlu.
Bir keresinde at ile kale duvarını delip geçme sahnesi vardı.
Yeşilçam her alanda olduğu gibi, özel efekt konusunda da kendine münhasır yöntemler kullanırdı.
Kale duvarındaki bir boşluğa, buldukları boş çimento torbasından duvar efekti yaptı sanat ekibi. Duvar tam tamamlanmıştı ki yağmur bastırdı ve çekim ertesi güne kaldı.
Ancak gece boyu yağan yağmur, içi tam boşaltılmamış çimento torbalarını betonlaştırmıştı. Yönetmen ve ekibin bundan haberi yoktu. “Motor” denildiği anda dörtnala duvara tosladı Malkoçoğlu, atın boynu kırıldı ve oracıkta öldü. Cüneyt Arkın’ın ise, hem elleri, hem ayakları sayısız yerden kırılmıştı…
Dünyayı Kurtaran Adam (1982)
70’li yılların ortalarında artık iyice çığırından çıkan erotik komedilere karşı klasik Yeşilçam Cüneyt Arkın ve Yılmaz Güney filmleriyle direniyordu. Güney taşra halkının kahramanı olurken, şehirli izleyicinin kahramanı Cüneyt Arkın’dı. 1975 yılından itibaren birbiri ardına çektiği polisiyelerde çarpık ve adaletsiz bir düzende, sisteme karşı onurlu bir şekilde savaşan Komiser Cemil karakteri seyircinin gönlünde yer buldu.
Dünyayı Kurtaran Adam, Aslan Adam, Süperman gibi fantastik filmlerle de izleyicinin karşısına çıkan Arkın, ülkede ve Yeşilçam’da esen rüzgârlar ne kadar sert olursa olsun izleyiciden hep rağbet gören aktör oldu.
Salonlar erotik filmler tarafından esir alınmışken de, askeri yönetimin can yakan sansürü altında inlerken de film çekmekten geri durmadı Türk sinemasının yakışıklı jönü. Ve izleyicisi de dönem ve tür ayırt etmeden her filmine aynı heyecanla gitti…
Cüneyt Arkın ve oğulları.
Sinemayı bırakışı ani olmadı. Önce birkaç dizi, ardından TV programı ve nihayet köşe yazarlığı ve konferanslar ile halkıyla buluşmaya devam etti.
1963 yılında başlayan kariyerine tam 328 sinema filmi sığdıran bir efsane olan Arkın, 28 Haziran 2022 tarihinde bir gece önce geçirdiği kalp krizi sebebiyle kaldırıldığı hastanede 84 yaşında hayatını kaybetti.
Nur içinde yatsın…
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***