Müberra Boşcu, gözaltına alındıkları geceyi anlatırken, ’’Eve girdiklerinde her tarafı alt üst ettiler. Eşimin saçları uzundu, ellerine dolayıp darp etmeye başladılar. Duvara çarptılar, midesini yumrukladılar. Banyo lavabosuna kafasını çarptılar. Makası boğazına dayayıp tehdit ettiler. Bir daha geri dönemeyeceğimizi belirtip benim üzerime bir şeyler almamı istediler. Odaya gittiğimde erkek polis ısrarla yanımda bekledi. Utancımdan yerin dibine geçtim. Üzerimi giydim. Eşim ve beni gözaltına alıp ayrı ayrı araçlara bindirdiler. Ayrılırken helalleştik.’’ dedi. Tr724’e konuşan ev hanımı 3 çocuk annesi Müberra Boşcu, emniyette yaşanan kötü muamelenin ardından tutuklanıp cezaevine sevk edildiklerinde ise içeri girerken çıplak arama işkencesine maruz kaldığını anlattı: ’’Çırılçıplak soyunmamı istediler. ‘Yapmayın’ dedim dinlemediler. Çaresizdim. Bununla da kalmadılar. Otur kalk yaptırdılar. Bunu mektubumda yazdım. Ama mektubumu iade ettiler. Yapılandan değil ‘anadan üryan’ yazmamdan mı utandınız diye sordum!’’
14 gün süren işkence dolu emniyet sorguları tamamlandıktan sonra kendisinin bir kez daha 5. kata sorguya çağrıldığını belirten Müberra hanım, burada yaşadıklarını tekrar nezarethaneye döndüğünde anladığını ifade etti: ’’Odadaki koltuğa kapıyı göremeyeceğim şekilde oturttular. Yan odada eşimi benimle tehdit ettiler. ‘Karın yan odada, imzalamazsan yapılacakları aklın almaz’ demişler. Eşim yanıma getirildiğinde kendinde değildi. Alnına keçeli kalemle ‘hain’ yazmışlar. Uzuvlarına elektrik vermişler. ‘Bana birşey imzalattırdılar’ diyebildi. Yüzüme bakamadı, ‘Artık bir çocuk sahibi daha olamayacağım.’ şeklinde mırıldandı ve ağladı. Götürülürken ‘alnımdan öper misin’ dedim; öptü. Zor yürüyordu, giderken ardından bakakaldım…’’
14 ay hapis yatan Müberra hanım, 8 yıl 1 ay hüküm alıp tahliye edildi. Özel bir yurtta çalışan eşi Murat Boşcu ise 8 yıl 9 ay hüküm giydi. Her ikisinin de dosyası Yargıtay’da. Yaşanan haksızlık ve hukuksuzluklara Yargıtay’ın ‘dur’ diyeceğini umut eden Müberra Bozcu, ’’Çünkü biz masum insanlarız. Suçsuzuz.’’ dedi.
Zeynep Kaya’nın sorularını cevaplayan Müberra Boşcu, ‘hukuksuzlukları duyurmak’ için konuşma kararı aldığını vurguladı ve zulme, haksızlığa, işkenceye uğrayan herkese ‘konuşun’ çağrısı yaptı.
17 Ekim 2016 günü evlerine yapılan baskın gecesinden sonra işkencelerle dolu süreci anlatan Müberra Boşcu, hukuksuzluğun o gece başladığını söyledi. Ellerinde ne bir arama evrakı ne de polis kimliği olmayan sivil insanların eve daldığını, eşini o anda darp ettiklerini kaydeden Müberra hanım, aynı şahısların ağıza alınmayacak küfürlerle ‘gideceğiniz yol uzun, ikiniz de çanta hazırlayın, geri gelemeyeceksiniz’ talimatı verdiklerinin altını çizdi. Bu kişilerin, tutuklanacaklarını baştan bildiğine işaret eden Müberra Boşcu, şöyle konuştu:
“ERKEK POLİS GİYİNİRKEN BAŞIMDAN AYRILMADI”
Talimatın ardından yatak odasına üstümü giymeye gittiğimde başında yine bir erkek polis durdu. Onun gitmesini ve çıkmasını bekledim. Hani bir kadın olarak üzerimi giyineceğim. Kış ayı, ben annemin, kız kardeşimin yanında bile giyinip soyunmaya edep haya eden, bu anlamda çok dikkat ediyorken yabancı bir polisin yanında içlik giymeye çalıştım utana sıkıla. Ve onun gözlerinin önünde. Bu benim için çok rencide edici olmuştu.
O gün evimize gelenlerin yüzlerini, ceketlerinin, pantolonlarının, ellerindeki tesbihlerinin rengini bile hatırlıyorum. Saate bakmak aklıma gelmedi ama şunu kaydettim; Beşiktaş ve Monaco’nun Şampiyonlar ligi maçı vardı. Polislerden biri ‘Amirim maç bitene kadar buradayız’ dedi. Sigara içiyorlar. Ayakları çamurlu dolaşıp duruyorlar. Zaten 1+1 evimiz vardı. Maçı bile izlediler. Bu anlar gözümün önünden gitmiyor. O kadar süre kaldılar anlayın artık.
Bütün bu sürede darp, hakaret, eşimin ‘Vurmayın artık abi, biz ne yaptık size’ sözleri kulağımda dakikalar geçmiyor. Sürekli ‘Tutuklanacaksınız’ mesajı altındasınız. Öyle de oldu. Demek ki biliyorlar. Şu anda 12, 8, 4 yaşında 3 evladım var. Çevremizde yaşananları gördüğümüzden her an gözaltına alınırız endişesiyle, çocuklarımı bu travmayı yaşamasınlar diye anne ve babamın yanına bırakmıştım. İyi ki bunu yapmışım. Eşim resmi bir yurtta asgari ücretle çalışıyordu. Benim de 250 Lira limitli bir Bankasya kartım vardı. Suçlamalar bunlar.
Ve bizi alıp iki ayrı dobloya bindirdiler. Günlerden 17 Ekim, ay dolunaydı… İçimi aydınlatan tek şey o dolunaydı. ‘Allahım dedim, çaresizim, sana emanetim. Eşim de sana emanet dedim. Kalbimi sıkabildiğim kadar sıktım. Bir kadının başına gelebilecek her şeyi düşündüm. Eşimin ve benim sahibimin sahibine sığındım ve o yolculuğa Bismillah dedim. Emniyete vardık. Dobloları diziyorlar. Valizimi taşıyamıyordum. 5 kat çıktım onunla. Birine yardım et denildiğinde, diğer polis ‘Bu teröristin çantasını neden taşıyacağım’ yaftasıyla karşılaştım. Kata girdiğimde koridorda erkekleri duvara diz çöktürmüşlerdi. Tekmeliyor, vuruyorlar. Eşimi o gece yarısı tekrar acil girişinde gördüm. Perdenin diğer tarafında sesini duydum. Hemen yanına koştum. Bir sürü polis vardı. Eşime doktor Darp var mı?’ diye sordu. ‘Yok’ dedi. ‘Nasıl yok’ dedim doktora, Eşimin gözüne baktım kan çanağı olmuş, o kadar darp etmişler ki kendinde bile değildi. Başındaki devasa polis ‘Yok diyorsa yoktur’ diye bana çıkıştı. O polisi unutmam mümkün değil.
Tekrar bizi emniyete götürdüler. Binanın yukarıda beşinci katında, siyah perdeli, siyah boyalı oda vardı. Herkesin bir arada bulunduğu o ortamda. Beni ilk önce bir kadının yanına koydular. Orada bir bayanın olduğunu gördüğümde çok rahatlamıştım, çok şükür demiştim. Onun yanına oturttular beni. Yalnız olmadığımı gördüğümde bayana sadece geçmiş olsun diyebildim. O sırada bana bir bağırdılar. Beni aldılar ve sürükleyerek demir dolaplara kapakladılar. Konuşma yok. Sana Türkçe konuşuyoruz anlamıyormusun? Ürkütücü bir hal almıştı orası benim için. Bu da beni orada psikolojik olarak yıpratan olaylardan bir tanesi olmuştu. Daha yeni başlıyoruz anlamına geliyordu bu onlar için.
Beşinci katta benim canımı acıtan, yaralayan konulardan biri de; biz orada 10 kadındık. 10 bayandan 7’isi çocuk sahibi idi. O altı annenin feryadı yok mu! Orada 10 da çocuk vardı. O, 10 çocuğun orada çaresizce, korku haliyle, battaniyeleri ile masa üzerinde yatması.. 10 çocuğun orada, annelerine babalarına bağrılıyor, hakaret ediyorlar, dövülüyorlar. Haliyle bunları görmeleri; çocukların zihinlerinde asla silinmeyecek bir hatıra olarak kaldı.
“EMME ÇAĞINDAKİ BEBEKLERİN ANNELERİNE KAVUŞMA ANINI UNUTAMIYORUM”
10 çocuğun içerisinde 7’si emiyordu. Emen o çocukların bende bıraktığı o şey, kendim yaşasam sızlar yani, canım yanar. O sızlamayı anneler anlar ancak.
Sonra nezarete götürüldük. 7 annenin aileleri yukarıda idi, çocukların sesleri geliyor, duyuyoruz. Biz aşağıdayız, bodrum kattayız. Bir merdiven var aramızda. Sadece bir kat inecekler ancak bir kaç gün sonra izin verdiler o çocuklara süt emmeleri için 10’ar dakika süre verdiler. Çocuklar aşağıya indirilirken, anneleri ile kavuşma anları çok hazindi. Birini hiç unutamıyorum. O çocuk annesini demir parmaklıklar ardında görünce ‘Anne siz sıkışmışsınız’ dedi. Orada, o cümle benim beynime kazındı. İçeriye süt içmeye gelen diğer çocuklar da annelerine öyle sarılıyorlardı ki, onların o halleri, dışarıya çıkarılırken ki halleri, insanı dehşete düşürecek kadar acıydı.
Aşağıya çocukları bayan memurlar indiriyordu. Bayan memurların vardiyasının olmadığı gün, erkek memurlar aşağıya çocukları indirmediler. Süt içmeleri için aşağıya inmesi gereken o bebekleri, bir kat aşağıya alıp indirmediler. Görevli bayan memurlar gelmedi, ‘Biz çocuk bakıcısı değiliz, indiremiyiz’ dediler. O nezarethanede de o emzikli annelerin canlarını acıtmayı becerdiler.
“ANNELERİN ÜZERLERİNE AKAN SÜTLERİNİN KOKUSU LAĞIM KOKUSUNU BASTIRMIŞTI”
Nezarethanede üç kadındık. Üçümüzün de takati kesilmişti. Gözaltında 14 gün az bir zaman değil. Bir gün birimiz yatsak, diğer gün diğerimiz yatsak gibi bir durumda yok. Mecburduk yani. 3 kişi tek yatağı paylaştık, sıkıştık. O gün emmeleri için çocukları getirilmeyen annelerin, göğüslerinden akan sütlerin elbiselerini ıslattığını fark ettik. O gün uyandığımda süt kokusu ile uyandım. O nezaretin lağımları taşmıştı. Dört duvar arasında, üç adımlık bir yerdesiniz. Yatıp uyandığımda o koku mis gibi süt kokusu idi. En güzel kokudur anne kokusu. Bebeklerine sütlerini veremedikleri için üzerleri sırılsıklam olmuştu. Sabaha kadar şiştiklerini ve üzerlerine aktığını gördük. Annelerine verilmeyen o çocuklar ememedikleri için sabahleyin kalktıklarında göğüslerindeki sütlerin lavaboya sağdılar.
“YARIM TUVALET KAPISI ÖNÜNDE BİRBİRİMİZE SÜTRE OLDUK”
İki odaya bizi beş-beş yerleştirdiler. Lağımların, logarların taşması bize ayrı bir işkence oldu. Üç adımlık yer. Yerlere battaniye sererek yattık. Bir adım atsanız diğerinin üzerine basarak adım atacak bir haldesiniz. Hareketsizsiniz, güneş ışığı yok. Spot lambalarının tepenizde 24 saat yandığı bir yerdesiniz. 24 saat kamera ile izlenen yarım bir tuvalet kapısı var. Çok özür dileyerek söylüyorum. Nezarethanede tuvalete girdiğinizde ancak oturduğunuzda kamufle olabiliyorsunuz. Yaptığınız her hareket, herşey kayıt altında. O teksas kapısı gibi yarım kapısı olan o yerde 14 gün boyunca, soğuk sularla duş alındı, lavaboya girildi. Ve o beş kadın logarların taşması ile o nezarethanede bir göz odada, dipdibe yattık. Kendimizi muhafaza edebileceğimiz, kendimizi koruyabileceğimiz, kendi iffetimizi, namusumuzu ne kadar daha koruyabiliriz, saklayabilirizin derdinde olup birbirimize hep sütre olmaya çalıştık. Lavaboya, tuvalete girerken bile hep sıkıntı yaşadık.
“TACİZE UĞRADIM, ETKİN PİŞMANLIK İÇİN ÇOCUKLARIM VE AİLEM İLE TEHDİT EDİLDİM”
Gözaltına alındıktan tam 7 gün sonra ifadeye alındım. İfadede de sözlü tacize uğradım. ‘Siz Afyon’a gelen yeni sorumlularsınız. Şu cüsseye, endama bakılırsa.. böyle bir hatun ancak buraya gelebilir.’ Çok incitici, rencide edici; sizin endamınızla, boyunuzla, posunuzla yaptığınız, yapabileceğiniz işler tahmin ediliyor. Bu da ifade sırasında yaşadığım ağrıma giden şeylerdendi. Yani şu demek isteniyor. Biz size XL beden bir gömlek aldık, bu XL beden gömlek senin. Bu sana göre. Hayır ben M beden gömlek giyiyorum. Bu XL beden gömlek bana ait değil desem de hayır iddia edilen şey bu, siz bu kılıfa girmek zorundasınız. Siz bu gömleği giymek zorundasınız. Ve çizilen şablonu kabul etmek zorundasınız. Eğer kabul etmezseniz, 3 evladın, arkada bekleyen ailen, sevdiklerin bu şekilde tehdit edilerek, canın sıkılarak, istemediğin şeylere imza atılması bekleniyor. Senden etkin pişmanlık yasasından yararlanıp, “Evet ben böyle bir örgütün içinde bulundum, böyle bir örgütün içinde böyle bir faaliyette bulundum” denilmesi istenildi beklenildi. Tabii biz bunu söylemedikçi, söylememeye gayret ettikçe, ısrarla, hem psikolojik hem de fiziksel işkence ile bunlar dikte edilmeye çalışıldı.
“OPERASYONA GELEN POLİSLERİN ÖDÜLÜ; 2+1 LÜKS DAİRE”
Benim ifadem bitti koridorda beklerken polis memurlarının tavırlarını izledim. Polisler 2+1, 1+1 lüks dairelerin kendilerine ödül olarak verileceğini konuşuyolardı. Kendilerine vaat edilmiş ki bunları aralarında konuşuyorlardı. Ödül olarak operasyon sonunda onlara verilecek bedeller belliydi. Bir bayram havasında, bir bayram edasında tavır ve davranışları çok belli oluyordu. Bizim mahkemeye götürüleceğimiz 30 Ekim 2016 günü, kırmızı halılarda poşetlerinden yeni çıkarılmış ceketleri, şapkaları ve gözlükleri giyiyorlardı. Bayan polislerin, bayan komiserlerin, ayakkabıların içlerine kadar parfüm sıktıklarını gördüm, yanımızda yaptılar bunları. Bir bayram edasında, bir kutlama havasında başarı elde edilmiş gibi. Bu operasyonlar nedeniyle yeni komiserliğe terfi etmiş bir bayan polisinde oradaki beylere baklavalar, ikramlar gözümüzün önünde gördük yaşadık.
TEK SORU İLE TUTUKLAMA
Sorulan tek soru mahkemede ‘Fe.ö-pdy silahlı terör örgütüne üye olmakla suçlanıyorsun bu konuda ne düşünüyorsun?’ oldu. Sorulan tek soru ve üç dakikalık bir mahkemenin sonucunda da tutuklanma kararımız elimize verildi.
“ÇIRILÇIPLAK SOYUP ARAMA YAPTILAR”
Bunu burada açıkça anlatmak ve kayda geçirmek istiyorum. Geçtiğimiz günlerde kız öğrencilere yapılan gibi, cezaevine girişimizde bu onur kırıcı muameleye maruz kaldım. Bir kadınsınız ve çırılçıplak soyunmanız isteniyor. Doktora gittiğinizde dahi o halinizle utanırsınız. Edep sahibi insansınız. Çırılçıplak soyunuyorsunuz ve 3 kez otur kalk otur kalk otur kalk. Bu çok çirkin bir davranış. Rencide olunacak en kötü noktaya getiriliyorsunuz. O haldesiniz. Giyinip içeri girdiğinizde ‘Çok şükür artık bitti’ diyorsunuz. Eziyet bitti diyorsunuz. Ben bunu iç mektup durumu var. Eşimle Afyon E Tipi cezaevinde 15 gün aynı cezaevinde kaldık. İç mektupta bunu eşime yazdım. Mektubum iade edildi. Bunları yazamazmışım. Yapılandan değil de ‘anadan üryan’ ifademden mi utandınız diye gardiyana tepki gösterdim. Cezaevinde bunları yazmak, cezaevini resmetmek yasakmış.
BİR POLİSİN KORKUSU, İŞKENCEYİ BELGELEDİ
Biz 33 kişi tutuklandık operasyonda. 10’u kadındı. Biri hariç herkes başka ilçelere dağıtılmıştı. Çevre ilçelere dağıtılan çok işkence gören beylerden biri Salim Kütük beyefendi Sinanpaşa Devlet Hastanesi’nde darp raporu almış. Ben bunu eşimle yaptığım son görüşmemde, suç duyurusunda bulunacağımı söylediğimde öğrendim. Bu neden önemli? Birbirlerine şahit olmuştu bu 3 kişi. Salim Kütük de bunlardan biriydi. Kendisi hastaneye götürüldüğünde -ben şanslılardan diyorum ona- 33 kişi arasından sadece bir kişiye darp raporu ve eziyet işkence gördüğüne dair sağlık raporu yazılmıştı. Tek kişi oydu. O da vicdanlı bir nezaret memuruna denk gelmiş olmalı ki gittiği Sinanpaşa Emniyet Müdürlüğü’ndeki amirin, onu içeriye girerken gördüğü hali üzerine, “Ben seni buraya bu şekilde alırsam, benim geleceğim, memuriyetim hakkında problem yaşarım” korkusuyla onu Sinanpaşa Devlet Hastanesi’ne gönderiyor. O kişinin de vicdanlı bir doktora denk gelmesi ile 33 kişi içerisinden -sadece bir kişinin, doktorun vicdanıyla- işkence gördüğü belgelenebilen tek şahıs.
“İŞKENCEDEN EŞİNİN BİLE HABERİ YOKMUŞ”
Onun eşiyle telefonla görüşme şansı buldum. 36 ay olacak eşinin bile yapılan işkencelerden haberi yokmuş. Taa ki ben, ‘İşkence ile ilgili olarak suç duyurusunda bulunacağım, bana sizin eşinizin raporu lazım’ diyene kadar. Başvuru yapacağım bunu delil ve doküman olarak sunman gerekiyor. Bu da sadece sizde var. Bunun da hukuki açıklaması genele bakacak şekilde bir anlam ifade etmeyebilir ama o gün aynı doktora, aynı gün ve saatlerde giden 33 kişiden belgelendirilen tek şey bu. Hukuki olarak aynı operasyonda yaşananları belgelendirecek tek evrak o belge. Ben de bunu vesile kılarak sonrasında yaşananları Yargıtay’a, gerekli mahkemelere, gerekli mercilere belgelendirmek için onu kullanmak istedim. Bayandan rica ettim. Bayanın da haberi olmadığı için avukatına sordu. Avukatının da yeni olması ve onlarında dosyasının Yargıtay’da olması ve davanın seyrini değiştirebilecek olması nedeniyle bana teşekkür etti.
“İNSANLAR ARTIK KONUŞMALI”
İnanın insanlar yaşananları anlatmadığı sürece, hiç bir şey gün yüzüne çıkmayacak. Aydınlığa kavuşmayacak. Önce iç hukuka, sonra da dış hukuka, Birleşmiş Milletlere başvuracağım. Salim beyefendinin eşi de, bu belge ile Yargıtay’da olan dosyalarının bozulacağı, eşinin tahliye olacağı ümidiyle yaşıyor. Bu da benim için bir mutluluk kaynağı oldu. Bu belge benim için de bir ümit kaynağı onun için de bir ümit kaynağı.
İşte yaşadığımız sıkıntılar sonrası bu kadarcık bir ümit bile bizi mutlu etmeye kafi geliyor. Hiçbir şey saklı kalmamalı, üstü örtülmemeli. Herkes konuşmalı. Bu yüzden belki de çıkış yolları aramaktayız. Elimizden ne geliyorsa yapma gayreti içerisindeyiz.
“İŞKENCE İÇİN SUÇ DUYURUSUNU YAPTIM”
Suç duyurusunda bulunma adına işlemleri başlattım. Eşimin en çok rencide olduğu işkencelerden bir kaç cümle söylemek istiyorum. Eşimin yazdığı resmi ifadesinde de bunlar var. Sayın Ömer Gergerliğioğlu’nun Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki konuşmasında eşimin ifade tutanaklarında yer alan cümlelerini okuması Mustafa Şentop tarafından ‘kaba ve incitici’ bulunmuştu. Eşime yapılan ve orada ifade edilen şeyler, akıl alacak şeyler değil zaten. Evet bunlar Türkiye’de yaşanıyor, inanılacak zor şeyler ama yaşanıyor. Eşime, “elektirik vermek suretiyle işkence edildi. Çırılçıplak soyularak ıslatılmış, ellerinden, kollarından, uzuvlarından, avret uzuvlarından elektrik verilmiş. Kafaya çuvallar, poşetler geçirilmek suretiyle nefessiz bırakılmış. Biz orada 10 kadındık. Sadece birimiz bekardı. Eşlerimizin hepsinin bizlerle tehdit etmişler. İçeriğini bilmedikleri içecekler içirilmiş. Okunmamış şeylere zorla imza attırılmış.
“EŞİME ELEKTRİK VERDİLER, BENİMLE TEHDİT ETTİLER”
Benim eşime de aynısı yapılmış. Üzerine oturulmuş, kafasına çuval geçirilmiş. ’Aslanım bak akıllı ol, istediklerimizi söyle. Bak eşin Müberra yan tarafta, sana ne yapmışsak ona da aynılarını yapacağız, ona göre, ona nasıl elektrik vereceğimizi, nasıl işkence yapacağımızı sen düşün artık’ deyip onu çaresiz hale getirip, zorla içecekler içirip, önlerine ne koydularsa kağıt, evrak olarak imzalattıklarını ifade etmiş. Savcı olduğunu düşündüğü kişi, eşimi görünce ‘Siz ne yaptınız böyle?’ diyerek etrafındaki memurları sakinleştirmeye çalışmış. İki defa eşime bilmediği sıvı içirilerek, etkisiz, bilinçsiz ve baygın halde istediklerini yapmaya zorlanmış. Savcı olduğunu söyleyen kişi, hadi konuş diyerek tekrardan ısrar etmiş, sonra da ‘Tamam konuşmamaya devam et ama 30 gün burdasın.’ diye tehdit etmiş. O günlerde OHAL kalktığı için 14 günden sonra -30 güne kadar nezaret ve işkenceleri duymuştuk- ama bizim tutuklu bulunduğumuz günlerde maksimum süre 14 gündü. Tabii onu da o şekilde tehdit etmişler. 30 güne kadar uzatacak kılıfı da bulurlardı.
Eşimi nezarette dövdükten, eziyet ettikten, kafasında çuvallı bir şekilde onu soyup çırılçıplak soyduktan sonra sırtına, bacaklarına, baldırlarına, avret uzvuna kadar tüm vücuduna elektrik bağlamışlar. Eziyeti ciddi anlamda son safhada yaşatmışlar. Onun bu bitkinliği halsizliği, nezaretten, odaya götürülürken ki hali ile dönüş hali farklı olduğu için, nezaretten sorumlu memurun gözüne ilişiyor bu durum. Görevli memur, ‘Seni bu hale nasıl getirdiler, bir sıkıntın yok değil mi?’ diyor. -Eşimin bana söylediği- Eşim, ‘Ne var halimdeki?’ diye sorunca, gittiğin gibi gelmedin diyor orada nezaretten sorumlu memur. Herşey kamera kayıtlarına alındığı için memur bu hali kayda girmek istiyor. Ancak eşim korktuğu için bir sıkıntı yok diye geçiştiriyor ve ‘Burada sorguda ifadeyi böyle alıyorlarmış’ diyor. İfadesinde böyle yazmış. Sonra nezarethaneye döndüğünde orada bulunan 3 arkadaşı kendisine yapılanları ifadelerinde belirtiyor. İsmail Zincir bey, Tanju Kaya bey ve Emin Telli bey, kendisine yapılanlara gözleriyle bizatihi şahit olmuşlar.
“DERDİMİZ İŞKENCEYİ BELGELEMEK”
Biz bu işkenceyi nasıl belgelendiririz, bunu iç hukukta dış hukukta nasıl kayıt altına aldırabilirizin derdindeyiz. Eşim orada kendisine yapılanları arkadaşlarına anlatırken, şöyle söylüyor ifadesinde; ‘Bana verilen elektirikten sırtlarım ve kalçalarım acıyordu. Tabii ki sırtımı göremiyordum. Yanımdaki kişilere sırtımı göremiyorum, yatamıyorum çok acıyor bir baksanız dediğimde, sırtını açıyor gösteriyor, yanında bulunan 3 kişi de aynı ifadeleri kullanıyor. Sırtı dehşet içinde yanık halinde, kabarcıklar içerisinde, saçındaki düğümler topak topak olmuş bir halde, gözlerinin kan çanağına döndüğünü, şuurunu kaybetmiş bir şekilde 1 saat kadar konuşamadığını ifade ediyorlar. Ancak ertesi gün, sırt üstü yatamadığı için yüzüstü inleyerek uykuya dalabildiğini söylüyorlar. İşkencelere mesai bitiminden sonra –üç kişi de aynı ifadeyi kullanmış- saat 6’dan sonra başlıyorlar ve ertesi sabah mesai başlayana kadar devam ediyormuş. Eşime her gün akşam nezaretten alınıp bir yere götürülmüş ve her gün her gün aynı şeyler yaşatılmış, işkenceler yaşatılmış.
“BEN ARTIK BİR DAHA ÇOCUK SAHİBİ OLAMAYACAĞIM”
Bir gün tuvalete gittiğinde çamaşırında ciddi anlamda kan lekesi gördüğünü söylüyor eşim ifadesinde. Bir gün görüşe gittiğimde, açık görüştü bunu hiç unutamıyorum. Eşim gözümün içine bakamadan, ağlayarak “Artık ben bir daha evlat sahibi olamayacağım galiba” diyerek kendisine yapılan bu işkencenin dozunu anlattı. O söylediği cümle o gün kafamda bir yerlere oturmamıştı ama bu ifadeleri okuyunca, bu yapılan işkenceleri rapor ettiğinde çok daha iyi anladım ben bu kelimenin ne anlama geldiğini.
“ALNINA KEÇELİ KALEM İLE ‘HAİN’ YAZDILAR”
Eşim avukatı ile birlikte ifade verdikten sonra nezarethanede bulunanlar tarafından tekrar sorguya alınıyor. Masanın üstünde bir keçeli kalem var. O keçeli kalem alınarak eşimin alnına ‘HAİN’ yazılıyor. Ben bunu eşimin kendi ağzından duyduğum da çok rencide olmuştum. Bunu bir insan kendi kendine uyduramaz herhalde. Alnındaki o hain yazısıyla fotoğrafı çekilip, ‘Seni yerel medyaya verip nasıl rezil edeceğim bak gör’ deniliyor. Odadaki herkese seslenilerek, ‘Herkes bu adama iyi baksın, bu adam bir vatan hainidir’ denilerek, eşim rencide edilmeye devam ediliyor. İnşallah söylenen bu kelimeler, bu cümleler, zamanı ve vakti geldiğinde gündeme gelir mi? Hukuki anlamda bir karşılığı olur mu bilmiyoruz ama… Bu yapılanların kolay kolay unutulacağını da sanmıyorum. Eşim bu sürece ancak bir yıl sonra bana anlatabildi. Psikolojik olarak ancak toparlamış olmalı ki bana anlatmaya gücünü, takatini toparyabildi diyebilirim. Tabii bu olayları bana anlattığında -ben ifadenin el yazısı kaydını UYAP üzerinden okumuş bulundum. Orada da okuduğumda da bir müddet, uzun bir zaman kendime gelemedim.
“İŞKENCEYE KİMSE SES ÇIKARMADI”
Bana yaşatılanlar ile ona yaşatılanlar arasında bir bayan ve erkek olarak düşünüldüğünde çok ciddi farklar var. Beylere yapılan bu işkencelerin farkındaydık ama hiç kimse ses çıkarmadı, ses çıkartamadı. Kimse bunu belgelendirmeye, hukuki anlamda bir sürece taşımaya cesaret edemedi. Şu anda ben de eşim de, hukuki olarak suç duyurusunda bulunduk. Burada iç hukuku tüketip, akabinde de yapılması gereken ne varsa başvurulması gereken neresi varsa, gerekli mercilere başvurumuzu yapıp, bunun hukuki anlamdaki karşılığını, ülkemizdeki karşılığını görmek ve bunun kayıt altına alınmasını istiyorum.
“EŞİM BİR DE KOVİD ATLATTI”
Kovid dönemi başladığından beri birçok mahkum yakını gibi ben de eşimle görüşemiyorum. Yaklaşık mart ayından bu yana açık görüşlerin iptali sözkonusu. Pandemi süreci sürdükçe, görüşme imkanlarımız daha da kısıtlandı. Çocuklarımız artık babalarını görmüyor. Götürüp getirme yollarda sıkıntı oluşturuyor. Bu da dolayısıyla ayrı bir sıkıntı yaşatıyor bize ve ailelere. Eşimin Kovid-19 geçirmesi, bulunduğu cezaevindeki koşulların ve tedavi olanaklarının yetersiz oluşuyla ilgili de başvurularda bulundum. Maalesef bununla ilgili de bir iyileştirme yapılmadı. Hasta bir insana tedaviden hemen sonra cezaevine götürüldü. -Hasta olduğunu ben de E-nabız sisteminden öğrendim ve takip ettim- Sağlığıyla ilgili hiçbir bilgi verilmedi. İmkanlarımız kısıtlandı. Şu anda da Kovid-19 hastalığını yeni atlattı. Toparlamaya çalışıyor. Pazartesi günü kapalı görüşe gittim. Ve ayakta olduğunu sağlıklı olduğunu gördüm. Artık bunun için şükreder hale geldik.
Nezarethane de yaşattıkları işkence ve eziyet yetmedi, şu anda cezaevinde de olabildiğince eziyet ve işkenceleri, imkansızlıkları, çaresizlikleri, ölüme terkedilmişlikleri orada da yaşatmaya devam ediyorlar. Ama rabbim koruyor, onları orada muhafaza ediyor.
“GERGERLİOĞLU’NA ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM”
Sayın Gergerlioğlu’na ulaşmamın nedeni de buydu zaten. Kendisine çok teşekkür ediyorum. Bu işkenceleri Meclise taşıyıp bir önerge olarak sundu. Bunun kayıt altına alınmasıyla ilgili de bir başlangıç oldu. Bana cesaret verdi. Bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak bana, benim gibilere, insan hakları savunucuları destek vermeli. Ülkemizde yapılan hukuksuzlukları duyurma anlamında yaşadıklarımızın bizde kalmasını istemedim. Herkes hukuksuzlukları ve bunları yapanları bilsin diye anlattım tüm bunları.
Tr724 / Röportaj: Zeynep Kaya
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***