Karakollarda, sokaklarda, cezaevlerinde ve gündelik hayatın içinde işkence ile şiddettin “olağan” hale geldiğini açıklayan İHD ve TİHV, Türkiye’nin her yerinin işkence merkezi haline geldiğini belirtti.
İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), “İşkence Görenlerle Dayanışma Günü”ne dair ortak yazılı açıklama yayınladı.
‘İŞKENCE MEKÂNI HALİNE GELDİ’
Türkiye’nin İşkenceye Karşı Sözleşme’yi 1988 yılında kabul ettiği hatırlatılan açıklamada, Türkiye’de işkence ve kötü muamelenin cumhuriyet tarihi boyunca sistematik bir devlet pratiği olarak varlığını koruduğu belirtildi.
Ekonomiden toplum sağlığına kadar ülkenin tüm meselelerini güvenlik sorunu haline getiren mevcut siyasal iktidarın, her geçen gün daha da artan baskı ve kontrole dayalı yönetme tarzı sonucu, tüm Türkiye’nin adeta işkence mekânı haline geldiği vurgulandı.
‘EN YETKİLİ AĞIZLARDAN İŞKENCEYİ TEŞVİK EDİCİ SÖYLEMLER’
Açıklamada, “‘İşkenceye sıfır tolerans’ sözünün tarihsel ve olgusal olarak sadece bir propaganda söylemi olduğunu göstermektedir. Siyasal iktidarın giderek daha fazla otoriterleşmesi ile orantılı biçimde; devlet erkinin çeşitli kademelerinde yaygınlaşan yasa, kural ve norm denetiminden kaçınma, keyfilik, bilinçli ihmal gibi sebeplerle usul güvencelerinin ihlal edilmesi, gözaltı sürelerinin uzunluğu, izleme ve önleme mekanizmalarının işlevsiz kılınması ya da bağımsız izleme ve önlemenin hiç olmaması, en yetkili ağızlardan yapılan işkenceyi bizzat teşvik edici söylemler, köklü cezasızlık politikaları vb. sonucunda, resmi gözaltı merkezlerinde işkence ve diğer kötü muamele uygulamaları tüm vahameti ile devam etmektedir” ifadelerine yer verildi.
Gözündeki morlukla basına konuşan Yahya Karabaş, 4 gün işkence gördüğünü, ancak götürüldüğü hastanede doktorların darp raporu vermesinin engellendiğini, “basit darp” raporu verildiğini açıklamıştı. Karabaş, daha sonra tutuklanarak cezaevine gönderilmişti.
‘İŞKENCE GÜNDELİK YAŞAMIN PARÇASI HALİNE GELDİ’
İşkence ve kötü muamelenin kolluk güçlerinin, evrensel hukukta ve ülke yasalarında tanımlanan zor kullanma yetkisinin çok ötesine geçen kural dışı, denetlenmeyen, cezalandırılmayan, siyasal iktidar tarafından görmezden gelinen hatta teşvik edildiği vurgulanan açıklamada, şu ifadedeler yer aldı: “Bu şiddeti sıradanlaşmış, gündelik yaşamın bir parçası haline gelmişti. Yıl boyunca demokratik bir toplumun temelini oluşturan ve Anayasa tarafından da teminat altına alınmış olan toplanma ve gösteri yapma özgürlüklerini barışçıl biçimde kullanmak isteyen kadınlar ve LGBTİ+’lar, işçiler, yaşam savunucuları, siyasi partilerin üye ve yöneticileri, meslek örgütlerinin üye ve yöneticileri, insan hakları savunucuları bu zalimane kolluk şiddetine maruz kalmışlardır.”
OHAL SONRASI ARTTI
“Yakın tarihimizin en utanç verici insan hakları ihlallerinden biri olan, insanlığa karşı suç niteliğindeki zorla kaçırma/kaybetme vakalarında OHAL’in ilan edildiği 2016 yılından bu yana yeniden bir artış görülmesi son derece endişe vericidir. Kaçırılan Yusuf Bilge Tunç isimli kişiden 6 Ağustos 2019 tarihinden bu yana haber alınamamaktadır. Türkiye’de hapishaneler, her dönem işkence ve diğer kötü muamele uygulamalarının yoğun olarak yaşandığı mekânlar olmuştur. Özelliklede 2015 Temmuz’unda Türkiye’nin yeniden çatışma ortamına girmesiyle başlayan, daha sonra askeri darbe girişiminin bastırılması ve ardından OHAL ilan edilmesiyle devam ederek günümüze varan süreçte hapishanelerde tutuklu ve hükümlülere yönelik işkence ve diğer kötü muamele uygulamalarında ileri düzeyde artışlar yaşanmaktadır.”
TALEPLER
İşkenceyi önleme ve durdurma yükümlülüğünün öncelikle devletlere ait olduğu vurgulanan açıklamada, şu talepler sıralandı:
-İşkencenin ülkemizde bu boyutta olmasının en temel nedeni işkence yasağının mutlak niteliği ile bağdaşmayan çok ciddi bir cezasızlık kültürünün varlığıdır. Her şeyden önce sıradan bir kural haline getirilmeye çalışılan cezasızlık politikalarına son verilmelidir.
-Her düzeyde yetkililer işkenceyi ve işkenceciyi öven, teşvik eden söylemlerden vazgeçmeli, uluslararası mekanizmaların tavsiyeleri doğrultusunda işkence uygulamaları kamuya açık bir şekilde kesin olarak kınanmalıdır.
-Gözaltı koşullarında usul güvenceleri eksiksiz olarak uygulanmalıdır.
-Gözaltı süreleri kısaltılmalıdır.
-Mevcut Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu (TİHEK) kaldırılmalı, BM İşkenceye Karşı Sözleşmeye ek Protokol (OPCAT) ve BM Paris Prensiplerine uygun tümüyle bağımsız yeni bir ulusal önleme mekanizması oluşturulmalıdır.
-Kolluk Gözetim Komisyonu tarafsız ve bağımsız hale getirilmelidir.
-İşkencenin belgelenmesi ve raporlandırılması bir BM belgesi olan ‘İstanbul Protokolü’ ilkelerine göre yapılmalıdır.
-İşkenceye ilişkin iddialar hızlı, etkin, tarafsız bir şekilde soruşturulmalı, bağımsız heyetlerce araştırılmalı, adli yargılama süreçlerinin her aşamasında uluslararası etik ve hukuk kurallarına uygun davranılmalıdır.
-Hapishaneler insan hakları ve hukuk örgütlerinin denetimine açılmalıdır.
-CPT raporlarının tümü açıklanmalı ve tüm tavsiyelere uyulmalıdır.”
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***