YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU
İşgal altındaki İstanbul’un İngiliz karargâhı 17 Kasım 1922 tarihli resmî açıklamasında; “vaziyet-i hazıradan dolayı hürriyet ve hayatını tehlikede addeden Osmanlı padişahı Vahdeddin’in bütün Müslümanların halifesi sıfatıyla İngiliz himayesini ve İstanbul’dan ayrılmayı talep ettiğini ve bu arzusunun yerine getirildiğini” belirtiyordu.
“Talihsiz padişah” Vahdeddin, Malay Müslümanlarının İngilizlere hediye ettiği Malaya zırhlısıyla yanında oğlu ve yedi kişilik maiyetiyle İstanbul’dan ayrılarak Malta’ya gitti. Böylece 1926’da ölümüne kadar yaklaşık üç buçuk yıl devam edecek sürgün hayatı başladı ve “mezarı Türkiye topraklarında olmayan tek padişah” olarak tarihe geçti.
ŞANSSIZ PADİŞAH
Mehmet Vahdeddin, Abdülmecid’in otuz kadar çocuğunun yirmi üçüncüsü olarak dünyaya geldi. Abdülmecid’in oğullarından V. Murat, Abdülhamit ve Mehmet Reşat’tan sonra da Osmanlı tahtına otuz altıncı padişah olarak çıktı.
1861’de dünyaya gelen Vahdeddin’in annesi Çerkez asıllı cariye Gülüstü Kadınefendi idi. Talihsizliği daha bebekliğinde başladı ve doğduğu yıl, hem anne hem de babası vefat etti. Dolayısıyla öksüz ve yetim olarak büyüdü.
Vahdeddin kendisini tanıyanlar tarafından “zeki, cin fikirli, okuduğunu iyi anlayan, kültürlü” olarak tarif edilmişse de “temkinli, mütereddit hatta vehimli” şeklinde de tanımlanmış ve bu yönleriyle ağabeyi II. Abdülhamit’e benzetilmiştir. Abdülhamit’in de Vahdeddin’i sevdiği, himayesi altına aldığı, sık sık saraya davet ettiği hatta ondan hanedanla ilgili bilgiler aldığı bilinmektedir.
Tahta çıkma şansı olmayan bir şehzade olmasına karşılık veliaht Yusuf İzzeddin Efendi’nin intiharı ve kendisinden altı ay büyük kardeşi Şehzade Süleyman’ın ölümüyle veliaht durumuna geldi.
Onun en büyük şansızlığı Birinci Dünya Savaşı’nın son yılında (4 Temmuz 1918) ve Osmanlı ordularının mağlubiyetinin kesinleştiği bir dönemde tahta çıkması oldu. Kendisi de bunu “tahta değil kabre oturdum” şeklinde ifade edecektir.
İttihatçıların tersine hükümdarlığı boyunca da “İngiliz dostluğu, Fransız yakınlığı” politikası uyguladı. Ancak bu siyaset ona fayda getirmeyecek yurtdışı sürgününde ne İngilizler ne de Fransızlar kendisine sahip çıkacaktır.
İttihat ve Terakkî düşmanlığı nedeniyle Anadolu hareketinin gelişimini doğru olarak yorumlayamadı. Diğer yandan ana baba bir kardeşi Mediha Sultan’ın kocası olan eniştesi Damat Ferit Paşa’nın sadrazamlığında ısrar etmesi, kendi sonunu hazırladı.
Sonradan “hayatta üç mel’un tanıdım: Biri hemşirem Mediha Sultan, ikincisi eşi Ferit Paşa, üçüncüsü de oğulları Sami’dir” dese de iş işten geçmişti.
İNGİLİZ HİMAYESİNDE SÜRGÜN
Saltanatın kaldırılmasından sonra üzerinde sadece “halifelik” unvanı kalan Vahdeddin büyük bir tedirginlik yaşadı. TBMM Hükümeti adına İstanbul’a gelen Refet Paşa’nın tavırları, muhalif gazeteci Ali Kemal’in yargılanmak üzere Ankara’ya götürülürken İzmit’te linç edilmesi, son gittiği Cuma namazında hutbede isminin söylenmemesinden hareketle kendisinin de TBMM tarafından “ihanetle suçlanacağı” hatta öldürüleceği endişesiyle İngilizlere sığınmayı tercih ederek 17 Kasım 1922’de ülkeyi terk etti.
Bu gelişmeden Refet Paşa ve M. Kemal Paşa’nın da haberi vardı. Ama “firar” bir nimet gibi görülmüş ve Osmanlı hanedanına çok kötü bir final yaptırmamak için son padişahın kaçmasına göz yumulmuştu.
Ertesi gün Vahdeddin’in yerine Abdülmecid Efendi halife seçildi. Abdülmecid üç gün sonraki demecinde Vahdeddin’i “hain” olarak değerlendirerek hem vatandan hem de hanedanın sicilinden kovulduğunu söylemiştir.
Vahdeddin daha sonra yazılan hatıratında ve hilafet tartışmaları sırasında yayınladığı beyannamede “kaçmadığını, Hz. Peygamber gibi hicret ettiğini” ve ecdadından intikal eden saltanat ve hilafet hakkından hiçbir zaman vazgeçmediğini belirtecektir.
Vahdeddin yanına üç bin altın almış, kızı Sabiha Sultan da sonradan elli bin lira kâğıt para götürmüştü. Son padişahın Londra Bankası’nda da yirmi bin İngiliz lirası bulunuyordu.
Vahdeddin ilk gittiği Malta’da sadece otuz yedi gün kaldı ve bu süre içinde İngilizlere ait bir kışlada ikamet etti. İlk günlerde Türkiye basınını takip ettiyse de yeni halifenin kendisinden sürekli “hain” diyerek bahsetmesinden dolayı bir süre sonra gazete getirilmemesini istedi. Burada inziva hayatı yaşadı ve kendisine sadece iki defa dışarı çıkma izni verildi.
Sonraki durağı ise Şerif Hüseyin’in daveti üzerine Hicaz oldu. O, bu seyahati Hüseyin’in değil “peygamberin davetleri ve emsalsiz bir müjde olduğu için” yaptığını söyleyecektir.
Burada Hüseyin’in tavırlarından memnun olmayan ve Mekke’nin iklimine alışamayan Vahdeddin başka bir yere götürülmesini istediyse de İngilizler, Taif’te oturması talimatını verdiler. Bu sırada Vahdeddin’e karşı İslam dünyasından tepkiler gelmekte ve iki İngiliz dostunun (Hüseyin ve Vahdeddin) bir araya geldiği, amacın Müslümanların arasına fitne sokmak olduğu yazılmaktaydı.
Vahdeddin bundan sonra önce Filistin sonra da Kıbrıs’a gitmek istediyse de bu talepleri İngilizler tarafından kabul edilmedi. Artık o İngilizler için “istenmeyen adam” olmuştu. Bunun üzerine son padişahın yeni sürgün yeri, yüzyıllar öncesinin talihsiz şehzadesi Cem Sultan gibi İtalya oldu.
Vahdeddin’in talihsizliği Hicaz’da da devam etti ve burada kaldığı süre içinde bir defa umre yapabildi. O da ecdadı gibi hac vazifesini yerine getiremedi.
İTALYA GÜNLERİ
İtalya’da önce Cenova’ya çıkan Vahdeddin, San Remo’ya geçerek Villa Nobel’e yerleşti. Burada “Kont Burhanettin” kod adını kullanan Vahdeddin, Müslüman bir ülkeye gitmek için İngilizlere başvuru yaptıysa da olumlu sonuç alamadı.
3 Mart 1924’te Halifeliğin kaldırıldığı gün aynı zamanda Osmanlı hanedan üyelerinin de yurt dışına sürülmelerine dair kanun çıktı. Vahdeddin bu kez de ABD Başkanı Coolidge’ye bir mektup yazarak saltanat ve hilafeti isteyerek bırakmadığından halifeliğin kaldırılması kararının geçerli olmadığını belirtti ve başkandan destek talep etti.
Sürgün kararı sonrasında hanedan mensuplarının bir kısmının da San Remo’ya gelmeleri üzerine daha büyük bir yer olan Villa Magnolie’ye taşındı. Birçok sürgünün bu şehirde toplanmasıyla burası bir nevi “küçük İstanbul” oldu.
Yine bu sırada, 1921 yılında evlendiği yirmi üç yaşındaki eşi Nevzat Hanım ve diğer eşi Müveddet’i yanına getirtti.
Vahdeddin, San Remo günlerinde Ankara hükümeti tarafından yakın takibe alındı. Cenova Konsolosluğu en önemli görev olarak son padişahı yakından izlediği gibi Vahdeddin’in yaveri ve eski eniştesi Çerkez Zeki Bey de para karşılığında “muhbir” olarak Ankara hükümetine bilgiler ulaştırdı.
Muhbir raporlarına göre Vahdeddin San Remo’da eski şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, eski Dahiliye Nazırı Mehmet Ali, Gümülcineli İsmail ve eski III. Ordu kumandanı Vehip Paşa ile bir toplantı yapmış ve saltanatın yeniden nasıl getirileceği konuşulmuştu. Bu amaçla da “Tarikat-ı Salahiye”, diğer adıyla “Müdafaa-i Hukuk-ı Kübra” örgütü kurulmuştu.
ACI AKIBET
San Remo’da yaşadığı parasal sıkıntılar Vahdeddin’in son günlerinin çekilmez hale gelmesine yol açtı.
Vahdeddin, elindeki paranın bir kısmını kendisine yardımcı olacağına inandığı kişilere kaptırdı. Daha açık bir ifadeyle bu kişiler tarafından dolandırıldı. Parasının bir kısmını eski kayınbiraderi ve yaveri, Hazine-i Hassa Kumandanı Zeki Bey kumar masalarında ve safahat alemlerinde yedi.
Hatta Zeki Bey, padişahın kızı Sabiha Sultan’ın kendisine emanet ettiği mücevherleri de kumarda kaybetti. Halbuki o, Türkiye’den ayrılma sürecinde İngilizlerle temasları bile Zeki Bey’e yaptırmış, parasını da ona emanet etmişti. Zeki Bey ayrıca padişahın doktoru Reşad Paşa’yı öldürmekle de suçlanacak ancak delil yetersizliğinden beraat edecektir.
Vahdeddin, 15 Mayıs 1926’da vefat ettiğinde cenazesi de büyük bir probleme dönüştü. Türkiye cenazeyi kabul etmeyince defin için başka yer arayışı başladı.
Talihsiz padişah öldüğünde bakkal ve manav dahil olmak üzere esnafa 60.000 liret borcu bulunmaktaydı. Bu nedenle eşyalarla beraber cesedine de haciz konuldu ve muhteşem imparatorluğun son padişahının cesedi, bir ay kadar villada bekletildi.
Son halife Abdülmecid Efendi’nin gönderdiği para ve kızı Sabiha Sultan’ın “son mücevherlerinden küpelerini satıp para bulmasıyla” haciz kaldırıldı. Bir başka iddiaya göre de cenaze alacaklılardan kaçırılarak Suriye’ye götürüldü.
Vahdeddin uzun uğraşlardan sonra Şam’daki Yavuz Sultan Selim Camii haziresine defnedildi. Ancak yıllarca bir türbe bile yapılamadı.
Osmanlı hanedanının yurt dışı sürgünü ise Vahdeddin’in ölümünden sonra acılarla dolu olarak yıllarca devam edecek, kadın üyeler Demokrat Parti iktidarı döneminde 1952’de çıkarılan kanunla, erkekler ise ancak Bülent Ecevit başbakanlığındaki CHP-MSP hükümetinin çıkardığı 1974 affıyla Türkiye’ye dönebileceklerdir. Bir başka ifadeyle kadınların sürgünü yirmi sekiz , erkeklerinki elli yıl devam edecektir.
***
Kaynaklar: İ. H. Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, İstanbul, Türkiye yayınevi, 1972; N. Sakaoğlu, Bu Mülkün Sultanları, İstanbul, Alfa, 2015; R. Çelik, “İngiliz Korumasında Sultan Vahdeddin’in Sürgün Seyahatleri, ÇTTAD, 2016, S. 33; Ş. Halıcı, “Vahdeddin, Üç İttihatçı, Bir Yüzellilik”, CTAD, 2015, S. 22; M. Bardakçı, Şahbaba, İstanbul, İnkılâp, 2006.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***