YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
Kör topal da olsa düzenli devlet geleneği olan bir devletti. Demokrasisi arada aksasa da sürekli bir ileriye gidiş, evrensel demokrasiye yaklaşma hedefi vardı. Darbelerle ve muhtıralarla akamete uğramış da olsa, İslam ülkeleri arasında tek laik ve demokratik sistemdi. Resmi ideolojisi, yarattığı kimlik, devletçe dayatılan kurgu tarih tezleri falan bir yana, genellikle öngörülebilir bir ülkeydi. Etnik, mezhepsel, sınıfsal, bölgesel vs. farklılıklarına karşın ortak paydada genel bir “biz duygusu” yaratabilmişti. Mükemmel olmasa da işleyen bir hukuk sistemi mevcuttu. Dahası bu hukuk sistemini Avrupa hukukuna bağlamayı başarmıştı. Avrupa İnsan hakları Mahkemesi’nde en çok yaptırıma uğratılan iki-üç üyeden biri de olsa, demir attığı liman Avrupa’ydı. Her şeye karşın 2005’te tam üyelik müzakerelerine başlanılan bir Avrupa Birliği adayıydı. Türkiye buydu.
En karanlık günlerinde bile insanlarının gözünde bir ışıktı umut. Çocuklarımız daha iyi bir geleceğe sahip olacaktı. Biz daha çok çalışacaktık. Daha fazla uzlaşı gayreti gösterecektik. Mutlu olmak, yaşam koşullarını iyileştirmek, eğitim düzeyini arttırmak, daha yaşanılır bir ülkeye sahip olmak gibi ortak hedefler paylaşılıyordu, geniş toplum kesimlerince. 1980’lerin karanlık darbe günlerinden sonra bile siyasetçilerin bir araya gelip konuşabildiği bir uygarlık düzeyine sahiptik. Tarımıyla, endüstrileşmesiyle, hizmet sektörüyle, altyapısıyla, edebiyatı, müziği, tiyatrosu, sinemasıyla, üniversiteleriyle, bulunduğu coğrafyanın çok üzerindeydi. Hataların iyi şeylerden daha az olduğu, sorunların çözümüne ulaşmada ipin ucunun kaçmadığı günlerden bugünlere, köprünün altından çok sular aktı.
Türkiye bugün bambaşka bir ülkedir.
Osmanlı ve Cumhuriyet tarihlerinde hiçbir iktidar kendi paramiliter yapısını kuramadı. Güçlü iktidarlar oldu, ama rejim muhafızları tipi bir kolluk gücü oluşturulmadı. Türkiye’de bir siyasal sistem vardı, bir rejim değil. Bugün bir rejim yaratılmış durumdadır. Ve bu rejimi konsolide ettiler. Bir rejimin yaratılışı ve konsolidasyonu görece kolaydır. Zor olan onun yaşatılmasıdır. Bu, klasik devlet aygıtı dışında, doğrudan iktidara çalışacak, emirleri ondan alacak bir askeri yapı kurulmasıyla olanaklı olur. İran’da Devrim Muhafızları ve NAZİ Almanyası’nda SS ve SA, bu tür rejim içi paramiliter yapılardır. Rejimin tehlikeye girmesiyle beraber faaliyete başlarlar. Doğrudan liderden emir alırlar. Hukukun dışına çıkabilirler. Emir komuta zincirine bağlılıktan önce, lidere bağlılık esastır. Düzensiz harp kabiliyetini haiz, kısacası askeriye ve polis gücünden daha esnek bir yapıdır.
Bugün SADAT adlı bir kurum, Türkiye devleti adına yurtdışında belirli görevler ifa ediyor. Özellikle Suriye’de İslami-cihatçı teröristleri organize ediyor. Onları yetiştiriyor, devşiriyor, eğitiyor, donatıyor, Ortadoğu’da ve Kafkasya’da özel görevlerde paralı asker olarak kullanıyor. Vekâlet savaşlarında Türk düzenli ordusuyla yan yana bu tür terörist hücreler gizli askeri görevler ifa ediyorlar. Suriye, Libya, Irak, Karabağ, çeşitli Afrika ülkeleri gibi bölgelerde ve devletlerde, amacı-gayesi belirsiz operasyonlar yürütülüyor. Yurtdışında, örneğin Libya’da ABD Savunma Bakanlığı (PENTAGON) ve Birleşmiş Milletler (BM) raporlarıyla kanıtlandığı üzere, SADAT eliyle Suriyeli 5,000’den fazla İslami cihatçı terörist Libya’ya gönderilmiş durumda. Ermenistan ve Azerbaycan arasında Karabağ’da meydana gelen çatışmalarda da bu militanların kullanıldığı biliniyor. Suriye’de Kürtlere karşı düzenlenen muhtelif saldırılarda kara gücü olarak bu paramiliter yapının etkin olduğu biliniyor. Bunlar Türkiye dışında giriştikleri bazı görevler.
Türkiye’de SADAT adı, 15 Temmuz 2016 sözde darbe girişimiyle beraber anılır oldu. Bilindiği gibi, sözde darbe kalkışması gecesini müteakiben, sivillerin hayatlarını kaybetmeleriyle sonuçlanan olaylar yaşandı. Bu olaylarda ölen sivillerin üzerinden çıkan mermilerin balistik incelemelerinin yaptırılmaması, makul şüpheler doğurdu. Çeşitli tanıklar o gece sivillerin üzerine ateş eden keskin nişancılardan söz etti. Yine o olaylar esnasında ordu birliklerinin bulunduğun askeri kışlaların ve diğer noktaların giriş yerlerinin önlerine ağır araçlarla barikatlar kurulmasında SADAT’ın rol oynadığı söyleniyor. SADAT başkanı Adnan Tanrıverdi bir İslamcı. Erdoğan’la ve ekibiyle aynı ideolojiye inanıyor. Özel kuvvetler bünyesinde general rütbesindeyken ordudan atılan Tanrıverdi, muhafazakâr İslamcı siyasetçe yakından tanınan bir isim. Her ne kadar Kemal Kılıçdaroğlu’nun SADAT baskını ve ardından yaptığı zehir zemberek açıklamalardan sonra Erdoğan Tanrıverdi’yi tanımadığını söylese de, 15 Temmuz sözde darbe kalkışmasını müteakiben Erdoğan’ın Adnan Tanrıverdi’yi Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı olarak atadığı ve kendisini güvenlikle ilişkili her çalışma grubuna dâhil ettiği bilinenler arasında. Tanrıverdi’nin Erdoğan’la, MİT Müsteşarı Fidan’la, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yla ve diğer devlet görevlileriyle çekilmiş fotoğrafları olması, kendisinin ve dolayısıyla SADAT’ın Erdoğan rejimiyle ne derece bir yakınlığa sahip olduğunu zaten açık olarak gözler önüne seriyor.
Şimdi kalkmış bir SADAT görevlisi, “bu vatanı sandıkta teslim etmeyiz, etmeyeceğiz!” diyor. SADAT’ın gayrı nizami harp, suikast eğitimi, özel kuvvetler eğitimi, şehir muharebesi, keskin nişancılık eğitimi, tedhiş (terörizm) eğitimi gibi eğitimler veriyor. Bünyesinde yüzlerce eski TSK personeli çalışıyor. Suriye’de 5,000’den fazla İslami cihatçı paralı asker yetiştirmiş olan SADAT, Türkiye’de kaç kişiye eğitim verdi, bilinmiyor.
Mevcut haliyle bu paramiliter kurum, hem rejimin bir aparatı, hem de askeri-bürokratik devlet mimarisinin bir parçası olmaması durumundan dolayı Erdoğan rejimince kolaylıkla siyasi hedefler için içeride kullanılabilecek bir milis gücü olabilir. Daha önce AKP ve Erdoğan’a yakın isimler belirli vesilelerle silahlandıklarını açıklamışlardı. Sosyal medyaya yansıyan, silahlı, kamuflajlı üniformalı fotoğraflar dikkat çekmişti. Yine İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun bir kaos planından bahsederek “15 Temmuz’da yarım kalan işimizi tamamlarız!” ifadesi, rejimin halk desteğini yitirdiğinin anlaşıldığı şu günlerde, bir yıl sonraki seçimlere kadarki zaman diliminin çok büyük tehlikelere gebe olduğunu ortaya koyuyor.
Rejim otoriterleşmesini seri adımlarla derinleştirirken, sandıktaki olası bir yenilginin ardından nasıl bir B planının devreye sokulacağı bilinmiyor. Tam da bu bağlamda SADAT önemli bir rol oynayabilir. 2015 Haziran seçimlerinden sonra devreye soktukları metotları yine devreye sokabilir, içeride kargaşa çıkartarak, bunu bir tür ileri-sivil darbeye dönüştürebilirler. SADAT ve benzeri paramiliter gayrinizami harp enstrümanları, hiç düşünmek istemediğimiz kötülükleri gerçekleştirebilir. Türkiye’yi daha beter bir istikrarsızlık ortamına sürüklemek isteyebilirler. 17 Aralık ve 15 Temmuz arası dönemde devreye soktukları ve sahneledikleri stratejileri, 2023 seçimleri öncesinde ve sonrasında da uygulayarak, Erdoğan rejiminin iktidarda kalmasını sağlamayı deneyebilirler.
Bu bağlamda CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun SADAT’ı deşifre etmesi azımsanacak bir hamle değildir. Şüphesiz ki, CHP lideri SADAT’ın mevcut rejimin İslami paramiliter yapısı olduğunu biliyor. Ancak derin devletin Avrasyacı-ulusalcı bir askeri ve paramiliter yapısı olduğu da bir gerçek. Bu iki kanat, şu an için halen ittifak halindeler. Fakat bu durum kısa süre içinde değişebilir. Kartlar yeniden karıştırılırken, gerek iç belirleyiciler, gerekse de dış parametreler gidişatı şekillendirecek. Rusya’nın Ukrayna işgali sonrası Batı güvenlik sisteminde meydana gelen deprem ve artçıları, Türkiye üzerinde mutlaka ki çok belirleyici olacak. Gerek İslami cephe SADAT, gerekse de Avrasyacı-ulusalcı cephe derinler, Türkiye’nin Batı yönelimini tercih etmiyor ve Rusya-Çin-İran liginde oynamak istiyor. Batı ligi dışında kaldıkları takdirde içeride istedikleri hukuksuzlukları daha rahat yapma olanağına sahip olacaklarını biliyorlar. Şu an için aralarında birbirlerine muhtaç olma durumundan kaynaklanan bir tür pat durumu söz konusu. Fakat bu durum kalıcı olamaz. Eninde sonunda hesaplaşacaklar. Kılıçdaroğlu’nun SADAT hamlesini bu perspektiften okumak da mümkün.
Ne olursa olsun, Türkiye bu tür paramiliter rejim aparatlarına layık değil. Doğru yol hukuk devleti ve demokrasiye giden yoldur. Devletin halen kendi içinde bazı “hayatta kalma reflekslerinin” olduğuna inanmak istiyorum. 2005-2010 yılları arasında yakalanan momentumun yeniden yakalanmasının, önümüzdeki 100 yıl üzerinde belirleyici bir yol oynayacağı kesin. Batı yönelimli, seküler, liberal demokratik bir hukuk devleti, tek yön olmalı. Ancak üzülerek görüyorum ki, muhalefet cephesinde bu yönde talepler ya yok, ya da çok cılız. Her şeye karşın SADAT’ın deşifresi önemli bir adımdır.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***