Parasal hacmi son verilere göre 880 milyar TL’yi aşan “Kur Korumalı Mevduat” (KKM) bir yandan Hazine’ye olağanüstü bir mali yük bindiriyor (Mayıs ayında beklenti 50 milyar TL’lik ek ödeme düzeyinde), diğer yandan ise öngörülen işlevini, yani döviz kurlarını görece sabitlemeyi başaramıyor.
Altı ay önce, bir 20 Aralık akşamında, Kur Korumalı Mevduat ilan edildiğinde, dolar kuru bir anda 18’den 11’e kadar düşmüştü. Sonradan yayımlanan Merkez Bankası verileri o bir kaç gün içinde Merkez Bankası rezervlerinde 20 milyar dolarlık bir erimeyi gösteriyor.
Demek ki, dolar kuru “Erdoğan’ın bir sözüyle” düşüvermedi! Çok kısa süre içinde, yüksek hacimli dolar satışıyla sağlandı bu düşüş. Sonrasında ise KKM ile süreklileştirildi. Ama altı ayın sonunda, yine dolar kuru Aralık 2021’deki düzeyine geldi dayandı.
Son altı aydır, devletin ekonomiyle ilgili organları ve kamu bankaları harıl harıl Kur Korumalı Mevduat hesaplarına para topluyor. Bu hesaplara dövizden dönüşüm olmayınca, özel şirketlere vergi muafiyeti sağlanarak, yurtdışında yaşayanlar için (YUVAM hesabıyla) Dolar ve Euro’ya yüzde 4 faiz verilerek belli bir düzeyde döviz akışı da sağlandı. Ancak bankalardaki mevduatın hala yüzde 62’si döviz hesabı konumundadır. Dövize endeksli KKM ile birlikte bu oran yüzde 72 oluyor. Düz TL hesapları ise bu durumda sadece yüzde 28 düzeyinde kalıyor.
Ancak şimdi, doların yeniden yükselişe geçmesiyle birlikte Bakan Nebati, enflasyona endeksli tahvil ve bono çıkartılacağını ilan etti. Merkez Bankası Mayıs ayı toplantısında da faizleri sabit tuttuğu halde, yani resmi haftalık faiz yüzde 14 olduğu halde, bankalar yüzde 18-20 gibi faizlerle mevduat topladığı halde, Hazine kendi cebinden bono ve tahvil sahiplerine resmi enflasyonun üzerinde faiz ödeyecek.
Televizyonda izlediğim bir banka reklamında müşterilere “Hoş geldin faizi” olarak yüzde 21 vaat ediliyordu. Demek ki yüzde 21 piyasa oranının üstünde bir oran! Ama bankalar bu düzeyde faiz verirken, Hazine yüzde 70-80 oranında faiz verecek. Bu durumda kim parasını bankada tutar ki? Mevduatların yüzde 28’ini oluşturan TL mevduatları uçup bono ve tahvillere kayacak demektir. Belki de KKM hesaplarının bir kısmı da süper bonolara dönüşecektir.
Bankaların endişelerini gidermeyi sağlamaya dönük olarak, geniş kitlelerin bu imkâna erişememesi için, süper bono ve tahviller sınırlı sayıda çıkartılabilir. Az sayıdaki bu bono ve tahvil ise dolar ve avroya olan talebi durduramaz. Bankalar bunları en yağlı müşterileri için bir kenara ayırırlar ve onlar da bu işten yeni bir vurgun vurmuş olurlar.
Peki, madem TL tasarruflara yüzde70’in üzerinde faiz verilecek, o zaman Merkez Bankası politika faizini neden yüzde 14’te tutuyor? Hem de yüzde70’Iik bu süper faiz Hazine’nin kasasından, yani toplum tarafından ödenecek. Bırakın da o faizi bankalar ödesin. Çıkartın Merkez Bankası faizini yüzde 50’ye, hem döviz kurunu düşürün, hem enflasyonu azaltın, hem de KKM ve süper bono üzerinden Hazineye binecek trilyonlarca liralık ek yükten toplumu kurtarın?
Bu, kapitalist sistem açısından “mantıklı” bir öneri olabilirdi. Ama bu işlemin bir sonucu da ekonomik faaliyetlerin yavaşlaması ve konut satışlarının azalması olabilir. Bu ise seçim arifesindeki AKP için asla kabul edilmeyecek bir durumdur. O halde, “bedava” faizle ekonomik faaliyetlerde suni bir canlılığı sürdürmek, bu suni müdahalenin yarattığı binlerce makroekonomik dengesizliği ise Hazine’nin sırtına yüklemek AKP’nin “seçim siyaseti” olmaktadır. Nasılsa “kendi ceplerinden” bir kuruş çıkmıyor ve Merkez Bankası da ellerinde. Sürekli para yaratarak KKM farklarını, Hazine garantisi ile ödüyorlar. Enflasyonu böylece sürekli daha da tırmandırıyorlar. Seçime kadar bunu böyle götürecekler.
Son olarak, acaba süper bono dolar talebini durdurarak kurların aşağı çekilmesini sağlayabilir mi? Devamında, tıpkı KKM gibi bir süreliğine de olsa kura istikrar kazandırabilir mi? Küresel likiditenin daraldığı, ABD’de, Britanya’da, Euro Bölgesi’nde, Japonya’da, kısacası tüm mali sermaye ülkelerinde faizlerin yükseldiği bir dönemde, Türkiye gibi bağımlı bir ekonomide genişleyici para politikası uygulamanın çok keskin sınırları vardır. AKP’nin “seçim ekonomisi” hamleleri sürekli bu sınırlara çarpmaktadır. Dolayısıyla süper bononun telafi edici etkisi KKM kadar dahi olmayabilir. Merkez Bankası’nın da sürekli arka kapı satışı yapmaktan rezervleri yine tükenmiş durumdadır.
Ayrıca, enflasyona endeksli bono-tahvil, yaratacağı yeni makroekonomik dengesizliklerle, hem bankacılık sistemini sarsacak, hem de enflasyonu daha da yukarı itecektir. Bankaların mevduat toplamaları zorlaşacak, bu da banka faizlerini yukarı itecektir. Merkez Bankası “bedava” faizle bankalara para sağlasa da, gerçek piyasa faizleri sürekli yukarıya doğru hareket halindedir. Aslında eğer yaygın ölçekte çıkartılacaksa (her isteyen alabilecekse) enflasyona endeksli tahvil çıkartmanın, faiz yükseltmekten pek bir farkı yoktur. Neticede, ekonominin nesnelliği, siyasi kararların keyfiliğini (kimi ağır sonuçlarla da olsa) kendine doğru “düzeltmektedir.”
Elindeki olağanüstü siyasi gücü “milletin çoğunluğunun desteğine” bağlayan AKP-MHP iktidarı, ekonomideki gelişmeler sonucunda bu desteği yitirdiği oranda, seçim ekonomisini örgütleyebilmek için umutsuzca çabalamaktadır. Ancak bu çabalar mali krizi çözmek bir yana, daha da derinleştirmektedir.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***