Hukuk tarihine bir ‘skandal’ olarak geçen ve Türkiye’yle birlikte uluslararası kamuoyunda da büyük tepki gören Gezi Parkı davasında Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Mine Özerden, Can Atalay, Tayfun Kahraman ve Yiğit Ali Ekmekçi’yle birlikte 18 yıl hapis cezasına çarptırılıp tutuklanan Ali Hakan Altınay, Silivri Cezaevi’nde bir mektup kaleme aldı.
Altınay’ın Medyascope’a gönderdiği mektubun tamamı şöyle:
“Öncelikle 25 Nisan’dan beri bizleri ve sevdiklerimizi arayarak, yazarak, ziyaret ederek desteklerini ifade eden tüm dostlara gönülden selam ederim. Desteğinizin anlamını, değerini anlatabilmem çok zor.
Ben iyiyim; biz iyiyiz. Can ve Tayfun ile birlikte kalıyoruz. İkisi de dünya tatlısı insanlar; iyi ki varlar. Kaldığımız hücrede üç yatak, üç sandalye ve bir masa var. Küçük bir televizyon, mini bir buzdolabı, bir elektrikli çay demliği ve bir çalar saat edindik. Yemekler fena değil… kantinden aldıklarımız da eklenince kötü beslenmiyoruz. Küçük bir avlumuz var… orada top bile oynayabiliyoruz. İnfaz memurlarının herhangi bir kötü muamelesiyle karşılaşmadık… tersine özenli ve insani oldukları söyleyebilirim.
‘KELİMELER KİYAFETSİZ’
Dolayısıyla mahpusluğun zorluğu fiziki şartlardan çok duygusal, ruhsal meselelere dair. İki yaşına 20 Nisan’da basan oğlum Ege’nin yanında olamamaya, ihtiyacı olduğunda onun yanında olamayacak olmaya dair isyanımı anlatabilmek için kelimeler çok kifayetsiz. O yüzden bu konuyu açmayı denemeyeceğim.
‘MAHKEME BAŞKANI KARARIN GEREKÇESİNİ YAZMAYI BECEREMEDİ’
Bize verilen hükmün rezilliği önceki dönem Cumhurbaşkanları, Anayasa Mahkemesi eski Başkanları, İstanbul Barosu’nun şimdiki Başkanı ve sair kamusal şahsiyet tarafından gayet net şekilde anlatıldı. Merak edenler için benim mahkemedeki 18 Ocak ve 22 Nisan tarihli ifadelerim herkesin erişimine açık. Mahkemenin başkanı savunma için 48 dakikayı fazla bulup, avukatım sevgili Tora Pekin’in sözünü kesti. Halbuki kendisi 30 gündür, yaygın şekilde eleştirilen kararının gerekçesini yazmayı beceremedi. Gerekçeli karar yayımlandığında benim de söyleyecek birkaç sözüm olacaktır.
‘ABD’NİN BANA VERDİĞİ GREENCARD’I İADE EDİP, YURT DIŞINDAKİ GELİRİMİN ONDA BİRİ ÜCRETLE ÜLKEMDE EĞİTİMCİ OLMAYI SEÇTİM’
Kaçabileceğim şüphesiyle daha temyiz aşamaları bile başlamadan, bizleri tutuklamayı gerekli ve makul görenlere ise şimdiden bir çift lafım var: Bu ülkede banka sahipleri Malta vatandaşlığı peşinde koşarken, ben Amerika’nın bana verdiği greencard’ı iade edip, yurtdışındaki gelirimin onda biri ücretle ülkemde eğitimci olmayı seçtim. Bana dair bir kaçma şüphesini ima dahi etmek çok edepsiz bir iftiradır.
‘GÜZEL İNSANLARIMIZA ÖFKE DIŞINDA BİR SEÇENEK KALMADI’
25 Nisan’da verilen karar sonrasında insanların korkacağı, sineceğini umanlara, hesaplayanlara kötü bir haberim var: Araştırmalar gösteriyor ki korkan insanlar riskleri gözlerinde büyütüyor ama öfkelenen insanlar riskleri önemsemiyor. 25 Nisan’da öyle vicdansız, öyle izansız bir karar verildi ki, güzel insanlarımıza öfke dışında bir seçenek kalmadı.
‘TOPLUMDAKİ GÜVEN ÇÜRÜDÜYSE, O TOPLUMUN YAŞAMSAL REFLEKSLERİ YOK OLUR’
25 Nisan kararlarının hepimizi ilgilendiren başka önemli sonuçlarından da dilim döndüğünce bahsetmek isterim. Kadim Doğu’nun bilgelerinden birisine öğrencileri bir toplum için en önemli üç şeyin ne olduğunu sorar. O da cevap olarak güvenlik, gıda ve güvene işaret eder. Öğrencileri bu üçlüden ikisini feda etmek zorunda kalsa, hangisini tutacağını sorduklarında, aynı bilge biraz düşündükten sonra güvenin en yaşamsal olan olduğunu söyler. Bu seçimin mantığı şudur: Toplumda asgari bir güven olduğunda güvenlik ve gıdanın sağlanması için gereken işbirliğinin örgütlenmesi mümkün. Ama toplumdaki güven çürüdüyse, o toplumun yaşamsal refleksleri, yetkinlikleri yok olur.
‘EN BAŞTA ÇOCUKLAR TARAFINDAN LANETLE ANILACAKLAR’
Eğer kadim Doğu’nun bu bilgesine kulak vermek istemezseniz, Farabi ya da James Madison da aynı meselelere işaret eder. Eğer bir toplumun güven, erdem, vicdan örüntülerini bu kadar pervasızca parçalarsanız, o topluma çok ama çok büyük zarar verirsiniz. Birbirimizin vicdanına asgari bir güven duyamadığımız gün, toplum olarak parçalanmaya başladığımız gündür. Bunun vebalini taşıyabileceğimizi sananlar, en başta çocuklar tarafından lanetle anılacaktır.
Bu ilk mektubu çok uzatmayayım. Umarım ikincisini yazmaya fırsat bulunamadan dışarıda görüşürüz. O zamanda dek özgürlüğünüzün ve sevdiklerinizin değerini bilin.”
(Haber görseli: Medyascope)
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***