(Aylan Kurdi’ye ithafen )
İsimler değişse de göçmenler hep aynıdır. Yüzleri birbirinin aynıydı, açlık aynıydı,
kadercilik aynıydı, yürüyüşlerindeki azim aynıydı.
JORGE AMADO/ KIZIL TARLALAR
Bu yazımı, ülkenin demokrasi ve ekonomiden sonraki en büyük gündemi olan göçmenlere ya da bir kesimin dile getirdiği gibi toplumun sığınmacılara bakışını gözlemlerim üzerinden yazmaya karar verdim. Bu konu aslında ülkede yaşayan her kesimin yaşadıkları durumdan dolayı yüksek perdeden tepki verdiği bir meseleye dönüşmüş durumda.
Özellikle bu Şeker Bayramı’nda, 1 Mayıs’tan sonra kalan tatil günlerimi Ada’da geçirdikten sonra işin boyutunu daha da iyi bir şekilde gözlemlediğimi düşünüyorum.
Özellikle bayramlarda Ada vapurları ücretsiz olur. Bu nedenle, vapurları normal günlerde gelmeyen kesimden insanlarla da dolar taşar. Vapura binerken ciddi bir mücadele verirsiniz ve bir yandan da ülke gerçeklerini gözlemlemeniz kolaylaşır.
1 Mayıs’ta içime sinmeyerek Maltepe’de emekçilere gösterilen alanda bayrama katılım sağladıktan sonraki gün adaya gitmeye karar verdim. Vapur saatinden 25 dakika önce iskeleye gitmiş olmama rağmen vapura binemeyip ek seferle adaya ulaştım. Vapura binen yolculara baktığımda özellikle göçmen olarak ülkede yaşayan insanların ne çok yoğun olduğunu fark ettim. Neredeyse tamamına yakını erkekti. Bu göçmenlerin tavır ve davranışlarından çekinen ve bu duruma alışık olmayan insanları gözlemledim.
Bu durumdan rahatsız olanlar sadece yolcular değildi. Ada yaşayan yerlilerinin bakkalda, kafede bu meseleyi konuştuğunu, ciddi anlamda tepkilerin oluştuğunu hissetmek hiç zor değildi. İnsanlar bu kalabalık güruhtan tedirgin ve bir yandan da vaziyete tepkili. Esnaf ise gelen o kalabalığın ekonomik açıdan beklentilerini karşılamadığı gibi çeşitli sıkıntılar yaşadıklarını da dile getiriyorlardı. Bunları konuşurken yüzlerinde ki öfke ise işin vahim halini gösteriyordu.
Özellikle sosyal medyanın da gittikçe artan etkisiyle göçmen karşıtlığını görüyoruz. Göçmenler için kullandığı ırkçı sözler üzerinden büyük bir popülarite yaratan Zafer Partisi Başkanı Ümit Özdağ’ın ciddi anlamda toplumu da etkilediğini görmek hiç zor değil. Bunun devamı niteliğinde kabul edebileceğimiz’ Sessiz İstila’ adlı kısa filmle de faşist bir gündem oluşturulmaya çalışılıyor. Bu gelişmeleri bir yandan da iç politikada düşman yaratarak siyasi rant elde eden sistem siyasetinin sağ bakışlı dalaveresi olarak okuyabiliriz ya da tüm bunları kısaca Osmanlı entrikasının günümüze adapte edilmiş bir versiyonu olarak tanımlayabiliriz.
Tüm bu biriktirilen nefret ve rahatsızlık bana göre ciddi anlamda tehlikeli bir boyuta ulaşmış durumda.
Bu konu açılıp da göçmen haklarını konuşmaya başladığınızda göçmenler de şu şekilde mağdur demeye kalktığınız an inanın her kesimden, yakınlarınızdan dahi yüksek sesle tepkili cevap alıyorsunuz.
Bana göre bu durum tamamen göçmenlerin ülkeye gelmesine vesile olan dış politikanın ve daha sonrasında dengesiz ve plansız göçmen politikasının sonucudur.
Ülke sınırlarını nasıl aşarak geldiği belli olmayan çoğu sığınmacı hiçbir entegrasyona tabi tutulmadan şehirlerde topluca hayatlarını sürdürme çabasında. Yaşamak için her şey mubah olarak görüyorlar.
Hangi il ve ilçede ne kadar göçmen yaşar, nasıl yer-içer, bunların o il veya ilçenin dokusuna etkisi nedir gibi çok basit sorulara dair hiçbir düzenleme ne yazık ki yok. Göçmenlerin Birleşmiş Milletler’in fonlarından aldığı paraların ne kadarından, kaçının yararlandığı ise bir muamma. Normal olarak ülkeye gelenler kimler, gerçekten sığınmacı kim artık bu durum toplum genelinde fark edilmez halde.
Geldikleri ülkenin savaş veya siyasi ortamından kaçarak canını kurtardıktan sonra göçmenlerin bu ülkede yaşamak için çabaları ise acı görüntülere vesile oluyor. Yollarda dilenen çocukların ya da iş güvencesiz çalışan, hatta kimlikleri bile olmayan insanların durumu çok acı bir reçete olarak ülkemizin sorunu. Yeni yapılan havaalanında öldüğü söylenen göçmen emekçilerin çoğunun adı bile belli değil. Ülkelerinin siyasi atmosferinden daha refah yerlere gitmek için Ege sularında ölen insanların acısının çoğu zaman farkında bile değiliz.
En acısı da bu sığınmacılar üzerinden özellikle Avrupa’dan ekonomik kazanç elde eden ülke siyaseti. Tabii bir yandan da “Kapıları açarsak Avrupa görür’’ diyerek bu göçmenlerin tehdit olarak kullanılmasını da görmezden gelemeyiz.
Ak Parti ve küçük ortaklarının ellerinde koz olarak kullandığı sığınmacılar artık kendi seçmenleri için de soruna dönüşmüş durumda. Diğer yandan gelen göçmenlerin kaçına, nasıl vatandaşlık verildiği ve bu vatandaşlıkların ne amaçla verildiğine dair de toplumun kafasında soru işaretleri var.
Geçmiş dönemlerde Bulgaristan’dan ya da Yugoslavya’dan göç edenler için yapılan benzer kampların yapılmayışı ve gelen insanların ülkeye entegre edilmemesi aslında belli bir amaç güdüldüğünü gösteriyor.
Geçen günlerde iki video karşımıza çıktı. Bir tanesinde Beyoğlu’nda trans seks emekçilerinin yaşadığı yerde göçmenlerin taciz görüntüleri vardı. Fakat ne acıdır ki o trans bireylerin mağduriyetleri sadece o gün oraya gelen göçmenlerden dolayı değildi ve ilk defa yaşanmıyordu. Ülkede yaşayan fertlerin de tacizleri oluyor. Bugüne kadar bu yaşananları görmeyip sadece göçmenler yapınca gündem olması birçok şeyi ifade ediyor.
Benzer diğer bir videoda da Afgan göçmenlerin Kadıköy İskelesi’ndeki dansları vardı. Münferit en ufak olayda dahi göçmenlerin hedef gösterilmesine devam ediliyor. Demografik yapıya dair hiçbir bilgisi olmayan insanlar 6-7 Eylül olaylarına benzer bir tehdit altında. Bir yandan da bu durumdan çekinen göçmenlerin de tepkilere karşılık verebileceklerini gözlemlemek hiç zor değil. Ortam her iki kesim arasında sıcak ve tehlike çanları çalıyor.
Konuyu özetlemek gerekirse, tekrar hatırlatmak isterim. Kutsal olan insandır. Bize sunulan sistemdeki çürümüşlüklere tepkimizi vermemiz gerekir. Göçmenleri memleketlerinden buralara gelmek zorunda bırakan emperyalist dış siyasetin bir ayağı da bilelim ki bugünkü iktidar yapısıdır. Tepkimiz ülkenin göçmen politikasındaki yanlışlara olmalıdır, buraya gelip yaşayanların yaptıklarına değil. Bir de özellikle ırkçı yapılara alan açan sözde demokrat basına prim vermeyelim. Ayrıca yaşadığımız yerde 150 yıl evvel kimler yaşıyordu ve o zamanlar ecdadınız nerede yaşıyorlardı diye düşünmemiz gerekiyor. Ülkede bugün yaşayanlar büyük bir oranda bu coğrafyaya daha sonradan göç etti.
Yazımın sonunda 4 Mayıs 1937 tarihinde Dersim bölgesinde katledilen canları saygıyla anıyorum. Tarihsel belgelerin bile saklanmaya çalışıldığı bu acı belleklerde taze. Yaşananlara vesile olup tetikçi olarak kullanılan Ermeni bir çocuk olarak doğan HATUN SEBELCİYAN’ın kılıç artığı olarak büyüyüp SABİHA GÖKÇEN adını alması ve sonrasında yaşanan acılara vesile olmasına dair elbet bir gün yüzleşme gerçekleşecek. Burada katledilen Kürt, Alevi ve müslümanlaştırılan Ermeni canları saygıyla anıyorum…
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***