Cuma günü (dün, 29 Nisan) Tuzla’da bir boya fabrikasında büyük bir yangın çıktı ve ilk bilgilere göre üç işçi hayatını kaybetti.
Türkiye çalışma hayatına yabancı birisi “bir kaza bu, olabilir, dünyanın her yerinde ölümlü iş kazası oluyor, ölenlere Allah rahmet eylesin, önlemleri arttırmak lazım” diyebilir.
Ama, tabiri mazur görün, kazın ayağı öyle değil.
İSİG (İşçi Sağlığı İş Güvenliği) verilerine göre 2021 senesinde Türkiye’de iş kazalarında (kaza demek ne kadar doğru acaba?) 2 bin 170 kişi hayatını kaybetmişler.
Bu 2 bin 170 kişinin 2005’i erkek, 165’i kadın, 62’si çocuk, 94’ü de sığınmacılar.
2021 senesinde iş kazalarında ölenlerin yüzde 29’u Covid vakaları, bu da çok ciddi bir mesele ama Covid nedeniyle hayatlarını kaybedenleri çıkarsak da yine haftada işçiler için, kayıtdışı da var hala ve epey de yüksek, altı çalışma günü esasında günde altı işçi iş kazalarında yaşamlarını kaybediyor demek.
Bu, günde altı işçi dünyada en yüksek işçi ölümlerinden biri.
Peki neden?
En genelinde insan yaşamının değersizleştirilmesi, işyerlerinde özensizlik, sendikasızlık, mevcut sendikaların da bu konuda çok duyarlı ve dikkatli olmaması temel neden.
Ancak, 2000’li yılların ortalarında Türkiye’nin eline bu kötülüğü aşma fırsatı geçmişti.
2005 senesinde Türkiye’de, AKP iktidarında, Avrupa Birliği ile müzakere süreci açıldı, 32 dosyanın müzakere olanağı yani bu 32 dosyanın gereklerinin yaşama geçirilmesi şansı doğdu.
Bazı dosyaların önünde siyasi engeller vardı, Kıbrıs nedeniyle bu engelleri aşamadık ama bu dosyaların sayısı sekiz idi ve diğer dosyaları açmak pekala mümkün idi.
Ve bu müzakereye açılabilecek dosyalar arasında üç hayati dosya da vardı: Kamu alımları, Rekabet ve “Sosyal politika ve İstihdam”.
Bugünkü konumuz maalesef üç işçinin hayatını kaybetmesine neden olan yangın nedeniyle son başlık, yani “Sosyal politika ve İstihdam”.
Çok iddialı söylüyorum, bu dosya müzakereye açılabilse ve gerekleri de yaşama geçirilse idi, çok büyük ihtimal dün bu üç işçi ölmeyecek idi.
Bu üç dosya açılmadı ise bu tamamen Türkiye’nin, daha doğrusu Erdoğan’ın tercihi(!!!).
İş kazalarında (?) dünya şampiyonu isek, 5’i bir yerde müteahhitler her ihaleyi 21-b’den alıp inanılmaz karlarla rekabet dışı çalışıyorlarsa, devlet rastgele teşvikler verebiliyor ise bunların en önemli nedeni bu üç hayati dosyanın müzakereye Erdoğan istemedi diye açılmamış olmasıdır.
Günde altı olan iş ölümleri, sıfırlanmayabilir ama yine muhtemelen bire kadar düşebilirdi.
Ancak, yönetim kadroları iş güvenliğini AB standartlarında sağlamak için alacakları önlemlerin maliyetini ve bu alana harcanacak parayı işçi hayatlarından daha önemli gördüler.
Yaşanan iş ölümleri bu anlamda kaza değil cinayettirler.
Oysa, yapılması gerekenler çok basit idi: ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) sözleşmelerindeki şartlara uymak ve gereklerini yerine getirmek, bu gerekleri işyerlerine bire bir yansıtmak, daha güvenli işyerleri yaratmak için gerekli önlemleri almak, çocuk işgücüne engel olmak.
Ama Erdoğan ve AKP bunu yapmak istemediler.
İstemediler ama bu isteksizlik (!!!) nedeniyle işgünü başına (işçiler için 45×6 alıyorum) altı işçi, hatta biraz daha fazlası hayatını kaybediyor.
Bu dosyaların açılmasına karşı çıkanlar acaba biraz vicdan azabı çekiyorlar mı?
İstanbul Sözleşmesini ahlaka mugayir görenler günde altı iş kazası ölümünü o ahlak anlayışlarına mugayir görmüyorlar mı?
Erdoğan ne demiş idi Söke’de ölen işçiler için?: İşin fıtratında var.
Nereyi örnek göstermiş idi?: 19. yüzyıl İngiltere’sini.
Ben buna asrın liderliği ve ahlak derim işte.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***