YORUM | AHMET KURUCAN
(Modern Dünyanın Problemlerine Çözüm Olarak Kur’an-2)
Kaldığım yerden devam ediyorum. Son olarak benim kullandığım anlamda tarihsel-tarihi kelimesinin kavramsal tanımını vermiş ve şöyle demiştim: Kur’an 610-632 yılları arasında Mekke ve Medine coğrafyasında yaşayan insanlara-topluma parça parça, tedrici olarak (ala hasebi’l vekai) o toplumda yaşanan hadiselere bağlı olarak nazil olmuş ve Allah imanî, ahlaki ve sosyal hayata yönelik öğretilerini, emir, yasak ve tavsiyelerini Hz. Muhammed’e (sas) bu zeminde beyan etmiş demektir. Bu yönüyle Kur’an’ın 6,236 ayetinin hepsinin o toplumda bir karşılığı vardır. Hiçbir ayet ya da ayet kümesi haşa muhataplarına hikaye anlatmamakta, aksine neyin nasıl olması gerektiği konusunda net söylemlerde bulunarak Allah’ın maksadını açıklamaktadır.
Evet, kavramsal düzlemde tarihsel kavramı bunu ifade eder. Daha açık ifadeyle Kur’an ayetleri tarihseldir demek somut, gerçek, toplumsal hayatta karşılığı bulunan hadiseler üzerine nazil olan ve insana-topluma dokunan beyanlar demektir. Sözün tam da burasında meselenin daha net anlaşılması için söz konusu bu sakıncalı olarak bilinen kavrama karşıt manası üzerinden açıklık getireyim: Tarihselin karşıtı mitolojidir, efsanedir, hikayedir, uydurmadır, masaldır, farazidir, insan muhayyilesinin ürettiği hayaldir, fantezidir, İngilizce’deki karşılığıyla “fiction” yani kurgudur. Bir başka tabirle tarihsel kavramının karşıtı evrensel değildir.
Bütün zaman, mekan ve insanlar için geçerli diye bilinen evrenselin karşıtı ise mahallidir, yereldir, lokaldir. Arapça’da alemşumûl-mahalli, İngilizce’de universal-local kelimeleri ile karşılanır bu manalar. Kaldı ki sözlüklere baktığınız zaman bile evrensel için bilgi, anlayış, teori, doktrin düzeyindeki evrenseli bütün zaman, mekan ve insanlar için geçerli genel ilkeler olarak tanımlar. Eğer evrensel bu manada kullanılıyorsa bunu kabul etmemek imkansız. Bu açıdan bakınca zaten Kur’an’ın evrensel olması için tarihsel olması lazım.
Ama Müslüman muhayyilesi evrenseli verili durumlara bağlı olarak Kur’an’da yerini alan somut çözümleri dahi bu kategoriye koyuyor ve ona evrensel diyor. Diyor ama bununla Kur’an’ı nazil olduğu dönemin siyasi, ekonomik, kültürel, fiziki şartları içine hapsettiğini fark etmiyor. Sahabeden başlayıp İslam tarihi boyunca birçok Kur’an hükmünün maksadı merkeze alan içtihadî yaklaşımlarla farklı formlarda hayata taşındığını aklına getirmiyor. “Ezmanın tagayyürü ile ahkamın tagayyürü inkar olunmaz,” prensibi zaviyesinden tarihi okumalar yapmıyor. Neyse konunun nirengi noktasını teşkil eden bu hatırlatma burada dursun, ben konuma döneyim.
Kur’an tarihsel bir zeminde verili durumlara bağlı olarak nazil olmuş ve Allah’ın muradını yani öğreti, emir, yasak ve tavsiyelerini muhataplarına bu zeminde sunmuştur dedik. Buna göre Kur’an ile nüzul toplumu arasında diyalektik bir ilişki vardır. Toplumda bir hadise cereyan etmiştir, insanlar o hadise karşısında nasıl tavır takınacaklarını bilmiyorlardır, ya da mevcut gelenek ve görenekleri içinde bir tavır alacaklardır ama bu tavır Allah’ın muradına, insanların maslahatına uygun değildir, işte orada vahiy devreyi girmiş ve hükmünü söylemiştir. Onun için Hasan Hanefi’nin bunu ifade eden şu sözü çok ama çok anlamlı ve çok önemlidir: “Kur’an gökten inmiş ama yerden de bitmiştir.” Doğrudur bu söz. O metaforik dili kullanmaya devam ederek ifade edeyim, Kur’an yerde olan hadiselere göğün cevabıdır.
İmam-Hatip düzeyinde Kur’an ile alakası olan ya da nüzul sebepleri ile birlikte Kur’an’ın mealini okuyan veya Allah Resulünün hayatını Kur’an üzerinden takip eden kimse bu gerçeği bilir. Bedir sonrası savaş esirlerine nasıl davranılacağı tartışma konusu olmuş, ayet nazil olmuş. Hz. Ayşe’ye iftira atılmış, ayet nazil olmuş. Ganimetlerin nasıl dağıtılacağı konusu gündem gelmiş, ayet nazil olmuş. Ebu Leheb yeğenine karşı akla hayale gelmedik düşmanlıklar yapmış, ayet nazil olmuş. Medine’de üç büyük Yahudi kabilesi altına imza attıkları anlaşmalara muhalefet etmiş, ayet nazil olmuş. Necran Hıristiyanları, Efendimiz ile iman ve peygamberlik ekseninde bir tartışmaya durmuş, ayet nazil olmuş. Cahiliye döneminin boşama usullerinden olan zıhar ile Evs b. Samit karısını boşamış, karısı Havle bt. Sa’lebe, Hz. Peygambere gelerek bunun kendisine yapılan bir zulüm olduğu konusunda şikayette bulunmuş, ayet nazil olmuş. Ne demiştim, Kur’an ile nüzul toplumu arasında diyalektik bir ilişki var. Boşluğa nazil olmamış Kur’an. Hz. Adem’den Hz. Lut’a, Hz. Musa’dan Hz. İsa’ya kadar anlattığı peygamber kıssaları bile o topluma bir mesaj, bir ders niteliğindedir. Onlar üzerinden ya Müslümanlara ya da müşrik ve ehl-i kitaba mesajını sunmuştur.
Şimdi can alıcı noktaya geleyim: Eğer Kur’an bugün nazil olsaydı, Hz. Peygamber günümüz dünyasında bizlere peygamberlik yapsaydı bugün bizim yüz yüze olduğumuz ve içinde yaşadığımız somut, güncel ve aktüel sorunlara cevaplar mı verecekti? Yani Kur’an ayetleri bizim sorunlarımızın cevaplarını içeren bir muhtevaya mı sahip olacaktı? Siz ne dersiniz bu soruya cevap olarak bilmem ama benim cevabım: Evet. Kur’an nasıl nüzul toplumunda yaşayan ilk muhataplarının somut sorunlarına direkt cevap olacak şekilde iman, ahlak ve sosyal hayat üçgeni içinde öğreti, emir, yasak ve tavsiyelerini sunmuş, bugün de aynısını yapacaktı. Taşıyıcı annelikten sperm bankalarına, kripto paralardan tefeci faizlerine, tüp bebekten factoring kurumlarına, borsacılık işlemlerinden alacakların sigortalanmasına, uluslararası kara, hava, deniz taşımacılığındaki ana sorunlardan mortgage ve kredi kart uygulamalarına kadar birçok soruna direkt cevap olacak mesajlarını sunacaktı. Çünkü nazil olduğu toplumda aynen bunu yapmıştı. Somut, güncel, aktüel sorunlara birebir cevaplar vermişti.
Pekala biz 2022 yılı dünyasında yaşıyoruz. Kur’an nüzulünü 14 asır önce tamamlamış ve yeni bir din yeni bir peygamber de gelmeyeceğine göre biz o dine inanan insanlar olarak bu güncel sorunlarımıza Kur’an’da nasıl cevap bulacağız? Meselenin nirengi noktası da zaten burası. Tek cevabı var bu sorunun: Kur’an’ı 1443 sene önce nüzul toplumunda var olan hadiselere yönelik ortaya koyduğu öğreti, emir, yasak ve tavsiyelerdeki ilahi maksat ile insanların maslahatı ekseninde yeniden yorumlayarak. Oradan alemşümul ilkeler, kaideler, prensipler ortaya koyarak. Sabitelerle değişkenler arasını iyi ayırarak.
Nitekim Efendimizin vefatını takip eden ilk günden itibaren sahabe ve hemen ardından gelen tabiin ve tebe-i tabiin bunu yapmış. İşin aslına bakarsanız bu bakış açısıyla takvimi geriye doğru işletip Kur’an da bunu yapmış, Hz. Peygamber (sas) de bunu yapmış diyebilirsiniz. Aynı mevzu üzerinde farklı şartların söz konusu olduğu farklı zamanlarda inen ayetlerde gördüğümüz bu değil midir? Savaş esirlerine nasıl davranılacağından tutun içki ve ribanın yasaklanma süreçlerini Kur’an’da takip edin, bunu görürsünüz. Kadınların kabir ziyareti yapmasının, hadislerin yazılmasının önce yasaklanıp sonra serbest bırakılmasını, savaşta ganimetlerin dağıtımı usulünü Efendimizin hayatında izlemeye çalışın, aynı şeyi görürsünüz. Kur’an’ın kitap haline getirilmesinden müellefe-i kuluba zekattan pay verilmesine, gayrimenkul savaş ganimetlerinin savaşa katılanlara dağıtılmasından miras dağıtımındaki değişen hisse oranlarına kadar yüzlerce, binlerce meseleyi sahabenin hayatında izini takip edin aynı şeyi görürsünüz. İlerleyen yıllarda da fukaha bunu fikri düzlemde bir metodolojik zemine oturtmuştur. Usulü’d din ilimleri ile anlatılan budur. Hüküm istinbat metotları dediğimiz Kur’an, sünnet, icma, kıyas, maslahat, istihsan, istishab, Medine ehlinin ameli, örf ve adet, önceki şeriatlar ya da külli kaideler veya makasıd ve maslahat teorilerinde bu mesele ele alınır. Sebebi nüzul ve sebebi vürûd, ayet ve hadislerin Mekki Medeni diye ayrımının yapılması, nasih-mensuh, ed-dâl bi’l iktiza, ed-dâl bi’l işare, ed-dâl bi’l ibare, muhkem-müteşabih, mücmel-mutlak, amm-has vb. kavramlar altında yapılan tasnifler de aynı gayeye hizmet eder.
Hasılı hem bu yazının kısmen özeti olacak hem de kafa karışıklığının nedeni olan tarihsellik, tarihselcilik ve tarihsicilik arasındaki farkı anlatmak için birer cümle ile şunları ifade edeyim: Norm ve formun tarihi bir zeminde ve diyalektik bir şekilde nazil olduğunu kabulün adıdır tarihsellik. İngilizce’deki karşılığı da historicity’dir. Form ilelebet ortadan kalkmıştır, işlevini yitirmiştir demek ise tarihselciliktir. Bu mana İngilizce’de kendine historicism şeklinde karşılık bulur. Ortodoksi ve zahiri yaklaşımın adı olan şartların değişmesini hiç kâle almayıp norm ve form birlikte kıyamete kadar uygulanmalıdır demenin adı da tarihsiciliktir yani historism.
Yukarıda bazı metotların başlıkları ile bazı kavramları zikrederek işaret ettiğim usul ilminin tarifini verdiğim sınırlar içindeki tarihselcilikle ve tarihsicilikle alakası yoktur. Ulemamız sabit olan normlardan hareketle formlarda Allah’ın ilahi maksatları ve insanların maslahatları ekseninde değişiklikler yapmıştır. Evet, biz de bugün usulü fıkhın sunmuş olduğu bu imkanları kullanarak İslam’ı günümüz dünyası içinde yaşanabilir kılabiliriz.
Bir sonraki yazıda çok uzunca ele aldığımız bu meseleyi Efendimiz dönemi ve bugün arasında gel-git yaparak somut bir şekilde örneklendirmeye çalışacak ve seriye son vereceğim. İlerleyen zamanlarda geriye dönüp farklı perspektiflerden aynı konuyu ele alabilirim ama Ramazan sonrası ilk yayınlandığı zaman büyük ilgi çeken ama benim çeşitli sebeplerle yarıda bırakmak zorunda kaldığım gelecek projeksiyonu yazılarına dönmek istiyorum.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***