Putin’in Rus işgal birliklerini Ukrayna’nın kuzeyinden, özellikle başkent Kiev ve çevresinden geri çekerek operasyonları ülkenin doğu ve güneyinde yoğunlaştırma kararı alması, yenilginin örtülü kabulünden başka bir şey değildir. Rus ordusu bir kaç gün, olmadı en fazla bir kaç hafta içinde Ukrayna’nın başta başkenti olmak üzere belli başlı şehirlerini işgal ederek Zelensky hükümetini düşürüp kukla bir rejim kurma hedefini gerçekleştiremedi. Putin bunun o kadar kolay ve mümkün olduğuna kendisine inandırmış ki, bir B planı yapmaya gerek görmemiş, bu her geçen gün daha net anlaşılıyor.
Rusya’nın elit askeri birliği kabul edilen 331. Muhafız Paraşüt Alayı’nın başına gelenler Putin’in savaşın sadece siyasi değil, askeri veçhesi için de hazırlıklarını iyi yapmadığını ortaya koyuyor. 1500 askerden oluşan birliğin komutanı Ukrayna’da savaş sırasında hayatını kaybetti. Birliğin (ya ölme, ya yaralanma, ya da esir düşme gibi nedenlerle) üçte bir gibi korkunç yükseklikte bir oranda kayıp verdiği belirtiliyor.
Genel olarak bir Ukraynalı askere karşı dört Rus askeri ölüyor, fakat ölen Rus askerleri kadar Ukraynalı sivil de hayatını kaybediyor. Sivil ölümleri Ukrayna halkının öfkesini artırarak direniş gücünü yükseltiyor ve Rusya’nın dünyada kınanmasını artırıyor. Yani Rusya ölürken de, öldürürken de kan ve güç kaybediyor. Putin geri çekilmek zorunda kaldı, çünkü şunu gördü: Rus ordusunun arzuladığı kısa sürede Ukrayna’nın büyük şehirlerini işgal edebilme gücü yok… Bunu yapamadığı zaman da Ukrayna halkı Zelensky hükümetinin etrafında kenetlendiği için ülkeyi ne kadar harabeye çevirirse çevirsin bir rejim değişikliğinin de kısa sürede gerçekleşme ihtimali yok… Ya on binlerce Rus askerinin ve yüz binlerce Ukraynalı sivilin ölümüne aldırmadan askeri harekatın şiddetini artıracaktı, ya da daha fazla kayıp vermekten kaçınmak için düşük yoğunluklu çatışmalar yürütecek şekilde geri çekilecekti.
Putin’in Ukrayna’nın doğu ve güneyinde işgal etmeyi hedeflediği bölge Ukrayna topraklarının yüzde 10’unu teşkil etmekle birlikte, ülkenin keşfedilmiş enerji kaynaklarının yüzde 90’ına sahip… Rusya burada hakim olduğunda Azak Denizini bir iç denizi haline de getirmiş olacak. Burası “Büyük” lakaplı Çariçe II. Katerina döneminde (1762-1796) Osmanlı İmparatorluğundan alınan topraklar… Bir emperyal genişleme için cazip bir pasta gibi gözükmekle birlikte, giderek ağırlaşan Batı yaptırımlarıyla boğuşan Rusya için ekonomisinin batma noktasına düşeceği ağır bir bedelin ödenmesi söz konusu… Gelinen noktada Batılı ülkelerin Zelensky hükümetinin onayını almadan yaptırımları Rusya’nın atacağı bazı geri adımları yeterli görerek peyderpey kaldırması ihtimali çok düşük… Alman Şansölyesi Scholz bu durumu Putin’le yaptığı son görüşmede dikkatine getirdiğini belirtiyor. Yani Putin Ukrayna gibi normalde Rusya karşısında oldukça zayıf konumdaki bir devlete, dünyanın en güçlü ekonomilerinin ağır yaptırımlar uygulaması silahını kendi elleriyle vermiş oldu.
Zelensky belli konularda tavizler vermeye hazır olduğu mesajları vermekle birlikte, Kırım dahil Ukrayna’nın tek karış toprağından vazgeçmeyeceğini de açıkça belli ediyor. “Kırım fatihi” unvanını çoktandır göğsüne takmış olan ve bunun yanına “Rus Ortodoks imparatorluğunu yeniden dirilten Deli Petro ve Büyük Katerina ayarında bir çar” unvanını koymak isteyen Putin için hazmedilmesi zor bir netice bu…
Putin’i yakından izleyen bir Bulgar uzman olan Evgenii Dainov’a göre, Rus lider göreve geldikten bir ay sonra Moskova, Wolgodonsk ve Bujnaksk şehirlerinde sivillerin yaşadığı apartmanlara karşı düzenlenen ve yüzlerce kişinin ölmesine yol açan, ama kimlerin tertiplediği hala açıklığa kavuşmayan terör saldırılarından bu yana aynı hedefi izliyordu. Dainov’a (ve pek çok başka uzmana) göre o saldırıların arkasında Putin vardı, onları mazeret göstererek ikinci Çeçen savaşını başlattı. O savaşı Grozni’yi yerle bir ederek ve on binlerce Çeçen sivile yönelik ağır insan hakları ihlalleriyle “kazandı.” Hemen ardından muhalefeti ve basını sindirmeye başladı, hizaya gelmeyenleri suikastla öldürtmekten kaçınmadı. Batı’nın attığı tüm bu adımlara biraz söylenmek dışında ciddi bir tepki göstermemesi her defasında cesaretini biraz daha artırdı. 2008’de Gürcistan’a yönelik düzenlediği işgal harekatı Batı’yı ciddi şekilde rahatsız etti, Rusya’ya yönelik bakışları değiştirdi ama fiilen Batı Putin’i durdurmaya yönelik bir strateji geliştirmedi.
Dainov, Putin’in Avrupa’ya “Ortodoks hilali” üzerinden nüfuz etme stratejisi izlediğini kaydediyor. Bu çerçevede Ortodoks çoğunluklu ülkeleri Moskova’ya bağlı hale getirme hedefi güdüyordu. 2011’de yaşadıkları borç krizi sırasında Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ı finansal rüşvetlerle yanına çekmeye çalıştı ama olmadı. 2016’daki darbe girişimi başarısız olunca Karadağ’da da hakimiyet kuramadı. Bunun üzerine dikkatini Sırbistan ve Makedonya üzerinde yoğunlaştırdı. 2020 başında faaliyete geçen, Bulgaristan üzerinden Sırbistan ve Macaristan’a bağlanan Türk Akımı doğal gaz boru hattı Kremlin’in Balkanlar’da etki alanını genişletme girişimiydi. Türkiye ve Macaristan’ın Putin’e dost otokratlar tarafından idare ediliyor oluşu işini kolaylaştırdı. Putin Kırım’ı ilhak ettiğinde Batı daha öncekilerden sert bir tepki gösterdi, o sıralarda Putin’in ideolojik rehberlerinden olan Alexander Dugin Batı’nın “sürüne sürüne” Rusya’nın ayağına geleceğini, çünkü “gaz ve petrole ihtiyaç duyduğunu” söyledi.
Fakat Putin başından beri, birleşik bir Avrupa’nın hedeflerini gerçekleştirmesinin önündeki en büyük engel olduğunun farkındaydı. Rusya tarih boyunca parçalı bir Avrupa’yı tercih eder, böylece farklı ülkeleri birbirlerine karşı oynayarak çıkarlarını ilerletir. Avrupa Birliği bir kurum olarak Rusya’nın bu geleneksel siyasetini uygulayabilmesini imkansız kılıyor. Bu nedenle Putin Avrupa’yı içten bölebilmek için liberal karşıtı, popülist aşırı sağla ittifaklar kurdu. Trump’ın ABD’de seçimleri kazanması, benzer zaferlerin Avrupa’da yaşanabileceğine dair umutlarını iyice yükseltse de bu olmadı. Popülist sağ kritik Avrupa ülkelerinde hükümete gelmeyi başaramadı.
Avrupa Putin’in ayaklarına sürüne sürüne gelmedi. Rusya’nın ekonomik durumu da iyiye gitmediği için Putin altından kayan zemini durdurmak için “sert güce”, yani siyasi hedeflerini elde etmek için savaşa başvurmaya karar verdi.
Putin Ukrayna’yı haritadan sildikten bir kaç yıl sonra Moldova, Gürcistan ve en az bir Baltık devletini daha Kremlin’e bağlı hale getirmek üzere hazırlıklara başlayacaktı. Bu arada Bosna-Hersek’i iyice istikrarsızlaştırarak Sırp kesiminin ayrılıp Sırbistan’a bağlanmasını sağlayacak, burada kuracağı askeri üsler marifetiyle komşu Makedonya ve Bulgaristan’a da diz çöktürecek, böylece “Ortodoks hilali” küllerinden yeniden doğmuş olacaktı. İktidara gelişinin otuzuncu yılında Putin, Avrupa’yı bölmüş, NATO’yu işlemez hale getirmiş şekilde, eski SSCB’nin olduğu bölgede Rusya’yı bir “süper güç” yapmış olacaktı. Dainov’a göre onu yakından izleyenler, Putin’in planının bu olduğuna dair hiç bir şüphe taşımıyordu.
Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı. Putin en az bir kaç yıla yayarak dikkatle atması gereken adımları 24 saat içinde gerçekleştirmeye karar verdi. Bodoslama, paldır küldür uygulamaya konan plan Batı’nın birleşmesine, Putin’in uluslararası bir paryaya dönüşmesine yol açarak “Ortodoks hilali”nin ve Rus imparatorluğunun yeniden kurulmasını imkansız hale getirdi. Putin’in Ukrayna’ya saldırısı, muazzam bir stratejik felaket olması bakımından Napolyon’un iki asır önce Rusya’yı işgaline benziyor. Putin yirmi yıldır dikkatli bir şekilde kurduğu her şeyi bir anda berbat etmekle kalmadı, böylece kendi rejiminin sonunu da hazırladığı için Rusya’nın yeniden bölünme ihtimali de artık masadadır. Avrupa’yı dize getiren, tüm dünyanın karşısında titrediği lider olma hayalleri kurarken, Rus yayılmasının kendisiyle durduğu lider haline gelmektedir.
Peki Putin bu büyük hatayı niye işledi? Artık yaşlandığı ve hasta olduğu için uzun soluklu stratejik oyunları yürütemez halde bulunduğundan mı? Ekonomik açıdan, özellikle teknolojik alanda Batı’yla Rusya’nın arasındaki farkın giderek açıldığını görerek, elinde kalan etkili son silah olan orduyu işe yaramaz hale gelmeden kullanmak mı istedi? Bu ve benzeri pek çok soru üzerinde önümüzdeki on yıllar boyunca durulacak ve cevaplar bulunmaya çalışılacaktır. Ama Dainov’un vurguladığı gibi bugün kesin olan şey şu: Putin her şeyi riske ederek bodoslama harekete geçmeye karar verdi… ve kaybetti.
Bu uluslararası manzaranın doğurduğu çarpıcı gelişmelerden biri, Putin’in Ukrayna’ya saldırısı sonrasında Yunanistan’ın “ortodoks” kardeşliğine hiç iltifat etmeyerek, dış politikasında “dengecilik” yerine, Batılı siyasi sistem içindeki konumunu ilerletmeye odaklanmasıdır. İşi, diğer Batılı ülkelere iştirak etmek maksadıyla 12 Rus diplomatı istenmeyen adam ilan etmeye kadar götürmekten kaçınmadı. Yunan hükümetinin bu tavrı, Putin’in kaybettiğini ve artık Rusya’nın etkinliğinin oldukça düşük olacağı yeni bir dünya düzeninin kurulacağını anlamış olmasıyla yakından ilişkili…
Diğer yandan Rus oligark Abramoviç aynı zamanda İsrail vatandaşı olduğu halde, İsrail hükümeti o ve onun gibi olan diğer Rus zenginlerin servetlerini ülkeye getirmesine izin vermeyeceğini duyururken, Erdoğan tüm Rus oligarkların paralarını Türkiye’ye “park edebileceklerini” söylüyor. Uzun dönemli büyük stratejik okumalara dayanarak dış siyaseti belirlemek yerine çoktandır önümüzdeki seçimlere kadar ekonomiyi yüzdürmek için üç kuruş daha para bulma hedefli politikalar izleyen Erdoğan rejiminin bambaşka bir telden çaldığı görülüyor. Hükümete bağlı bir kurum haline gelen Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu’nun (DEİK) Türkiye-Rusya İş Konseyi Başkanı “Batılı firmaların çıktığı Rusya pazarında Türkiye için büyük fırsatların doğduğundan”, “mağazalarını kapatanlar geri gelmeden elimizi çabuk tutup oraya girmemiz gerektiğinden” bahsediyor. “Tek akıllı siz misiniz?”, “Siz onların çekildiği yere bodoslama girmeye çalışırken Batılıların her şeye seyirci kalacağını mı düşünüyorsunuz?” gibi soruları akıllarına getiren yok… Kendini kurtaramayan Putin’in Türk ekonomisini kurtaracağını sanmaları ise düştükleri acıklı durumun açık bir göstergesi sayılmalı…
- Ömer Murat, Dış Politika ve Siyaset Uzmanı, Eski Diplomat
Kaynak: Kronos
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***