YORUM | AHMET KURUCAN
2020 Mart aylarının başlarında dünya koronavirüsün sebebiyet verdiği olguları, ilerleyen günler ve yıllarda da vereceği belirsiz sonuçları tartışıyordu. Ölüm sayıları her geçen artıyor, bazı ülkeler tam kapanmaya geçiyor ve “yeni normal” kavramının öncülüğünde devlet başkanları salgın ve bulaşıcı hastalıklarla mücadele kurumlarının en yetkin insanları ile hemen her gün aynı saatte televizyonlardan naklen yayınlanan basın toplantıları ile milyonların karşısına çıkıyordu.
O dönemlerde topluca yapılan ibadetlerin bundan böyle nasıl yapılacağı ile ilgili olarak yoğun tartışmalar yaşandı hemen her dinde. Hristiyanlar Pazar günleri kiliselerde yaptıkları ayinlerini nasıl yapacaklardı? Aynı şey Yahudilerin Cumartesi günü sinagoglarında, Müslümanların da Cuma günü camilerde yaptığı toplu ibadetleri için geçerliydi. Tahmin edileceği gibi dini resmi makamlar ile sivil dini otoriteler görüşlerini açıkladılar. Ben de bu süreçte bana sorulan bazı soruları cevaplamıştım. Sorular “Zoom ile toplantılar yapıldığı gibi Cuma namazı kılınamaz mı?”, “Mekke Medine’den canlı yayınlanan ya da yerel bazı camilerin web sayfaları üzerinden yayınladıkları Cuma namazlarında imama evimizden uysak ne olur?” şeklindeydi.
Verdiğim cevaplarda bir şeyin altını çizdim: Otoritelerin verdiği bilgilere göre bu geçici bir durum. Zaruret çerçevesi içinde buna evet dedik diyelim – ki o dönemde bu sorulara müspet cevap veren, dünyanın değişik ülkelerinden “evet kılabilirsiniz” diyen fıkıh alimleri de olmuştu – yarın şartlar eski normaline döndüğünde Zoom veya TV ekranları üzerinden evinde, iş yerinde namaz kılmaya alışmış insanları camilere yeniden gelmelerini sağlamanın zor olabileceğinden söz etmiştim. İşte bu durum şartların normale döndüğü 2021 yılı ortalarından başlayıp bugüne kadar devam eden süreçte maalesef gerçekleşti. Kehanet değildi benim dediğim, sadece bir tahmindi. Özellikle gayrimüslim ülkelerde ve büyük şehirlerde yaşayıp hayatın tabii seyri içinde çalışma hayatına devam eden insanları nazara alarak söylemiştim bunu. İnsan fıtratı da bu tahminimi destekleyen bir başka temeldi. Zira online olarak evlerde ya da üç beş kişi ile iş yerlerinde kılınacak bu toplu namazlar insanların vakit kaybını asgari düzeye indirecek bir mahiyet taşıyordu.
Fakat sevindirici bir gelişme bu sene Ramazan’ın girmesiyle bu durumda ciddi bir değişikliğin olduğunu gördüm yakın ve uzak çevremde. Tam bir bayram havası içinde herkesin herkesle konuştuğu, çocukların kendi aralarında oynadığı toplu iftar programları, ardından çoluk-çocuk, kadın-erkek hep birlikte kılınan teravih namazlarını görünce gerçekten çok sevindim. Kanaatim o ki Ramazan’ın girişi ve şartların da artık neredeyse bütünüyle normale dönmesiyle başlayan bu süreci bir kırılma noktası olarak kabul etmeli, yakaladığımız bu havayı kaybetmeden sürekli ileriye doğru taşımalıyız Müslümanlar olarak. Özellikle toplu ibadet formlarının aslî ve orijinal haline dönüşünde geri adım atmamalıyız.
Neden? Çünkü her şeyden önce din hem bireyin hem de toplumun sağlıklı şekilde hayat sürmesini temin eden en önemli öğretileri ihtiva eden bir manzumedir. İşte bu manzume içinde, yapılması emredilen ibadetlerin bireye bakan, onun Rabbisi ile ilişkisini düzenleyen yönleri olduğu gibi toplumsal yönleri de vardır. Mesela ilk akla gelen Cuma ve Teravih namazı gibi topluca yapılan ibadetler toplumsal bütünleşmeye, birlikte yaşama kültürüne katkı sağlar. Her insanda mutlaka var olan ve asılı kalmaması gereken aidiyet duygusunu tatmin eder. Toplumsal dayanışma ve yardımlaşmaya kapılar açar.
Din gerek akide-inanç ve ibadetler gerekse sosyal hayatı düzenleyen yap-yapma, helal-haram şeklinde belirlenen öğretiler, pratikler ve kurallar bütününden ibaret değildir. Dini bu bağlamda tamamlayan ve gerçekten fonksiyonel kılan üçüncü bir unsur daha vardır sosyologların tespitine göre, o da aynı öğretilere inanan insanların birlikteliğidir. Bir başka dille cemaattir.
Son yıllarda sürekli çocuklarımızın dini kimliklerin inşa ve muhafaza etmelerini sağlama, kişilik özelliklerini geliştirirken dini değerlerin etkisini konuşuyoruz. Gayrimüslim nüfusun ağırlıklı olduğu ülkelerde kendini daha çok hissettiren bu gerçekliği bir problem olarak algılayan insanlarımız da çoğunlukta. İşte anne babaların çocukları adına kaygılandıkları bu dini kimlik kazanımı ve muhafazasında topluca yapılan ibadetlerin belirleyici rolü vardır. Zira dini hayat, dini tutum, dini davranışlar ve dini tecrübelerin kazanılması ancak ve ancak toplumsal hayat içinde olur. Cuma namazları ve teravihler bu bağlamda yeri başka hiçbir şey ile doldurulamayacak olan ibadetler arasındadır.
İşin aslına bakarsanız ibadetler kişi ile Allah arasında olan ve bireysel düzlemde yapılır ve yaşanır. Bir başka deyişle ferdi tecrübedir ve sübjektiftir. Ama bu ferdi tecrübeler bir topluluk içinde ayrı ayrı da olsa aynı zaman ve mekân diliminde birlikte yaşandığında sübjektif olan şeyler objektif bir mahiyet kazanır. Söz gelimi “Namaz hakkıyla ikame edildiği takdirde insanı çirkin işlerden ve kötülüklerden alıkoyar.” denir Kur’an’da. (29/45) Sübjektif tecrübeye açık ferdi bir ibadet olduğu halde namazın insanı çirkin işlerden ve kötülüklerden alıkoyması onun toplumsal alanda kazandığı mahiyeti ve objektif olarak icra ettiği fonksiyonu gösterir.
Unutmayalım iman ile ibadet ve iman ile salih amel dediğimiz toplumun yararına olan eylemler arasında zaruri bir ilişki vardır. İbadetler ve inancımız çizgisinde sosyal hayatta yapageldiğimiz tüm davranışlar aslında o inancı ayakta tutan unsurlardır. İbadetler ve söz konusu edilen çerçevede hayata taşınan davranışlar olmasa iman da zaman içinde etkisini kaybeder ve yok olur gider. Onun için Allah’a şükür ve hamdin göstergesi olan namazın yukarıda zikretmeye çalıştığımız toplumsal boyutu da akıllardan dur edilmemesi lazım. Bu açıdan pandemi sonrası hayatın yeni normalden eski normale döndüğü şu günleri hem son iki-üç yılı telafi hem de yeniden başlangıç adına iyi değerlendirmeliyiz diye düşünüyorum. Cuma ve teravih namazlarını gündeme getirmemin asıl nedeni de bu.
Evet gelin Ramazan’ı, iftar programlarını, Cuma ve teravih namazlarını bu yeniden başlangıcın vesilesi yapalım, bunları yerine getirirken ferdi olarak Rabbimize hem kulluk borcumuzu eda edelim hem O’na bir adım daha yaklaşalım, toplumsal boyutu itibariyle de sosyal dayanışma, sosyal denge ve sosyal güvenliğin oluşumuna katkı sağlayalım.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***