“Benim ‘ben’ oluşum, varlığım veya var olmayışım, benim hiçte özgür olmayan irademin dışında belirleniyordu.”
Söyle Margos Nerelisen? Mıgırdiç Margosyan
Bu sene Nisan ayı, hem Hristiyanlar hem de Müslümanlar için çok önemli bir ay oluyor. Her iki inançtan olan insanların bu sene eş zamanlı oruç tuttuğu bir ay olarak denk geldi. Tam da bu dönemde doğalında yine dini duyguların ağır bastığı bir hava oluşuyor. Bu sene ise bu eş zamanlılığın İstanbul Kadıköy’deki yansıması da farklı oldu.
İnançların etkisi, İstanbul’un Kadıköy ilçesinde oruç zamanlarında çok görünür veya baskın değildir. Hayata seküler pencereden bakan insanların çok fazla ziyaret ettiği ve yaşadığı bir ilçedir. Baktığımızda eğlence mekanlarının normal dönemlerdeki kadar yoğun olduğunu görürüz. Bu ilçedeki bireyler, inancına göre neyi nasıl yaşadığını ortalığa yansıtmaz. Kimsenin ne yaptığı sorgulanmaz.
Böyle olunca da ülke genel anlayışından farklı olmasından dolayı, bu durum hep göze batar. Kadıköy’de yaşayanlar bir kesim tarafından sürekli eleştirilir. Son zamanlarda, ‘Tebliğciler’ olarak adlandıran sarıklı insanlar Kadıköy’de gezer oldu. Bu kişiler, medyanın bir kısmında Tacizci, diğer kısmında da Tebliğci olarak adlandırıldı. Her dinin aslında misyonerliğe teşvik eden bir hali vardır. Hangi dinden olursa olsun, her dindar inancı gereği bunu yapar. Fakat esas olan, tebliğin karşısındaki insanın talebi ile yapılmasıdır. Arayışta olan insana kendince doğru yolu sunarsın. Ne yazık ki tebliğin, en çok da seküler mahallelerde, baskı aracı haline dönüştüğünü görüyoruz.
Gerekçe olarak sundukları “Biz Hristiyan Misyonerler gibi tebliğ ediyoruz” cümlesi de gerçekten zihinlerinde ne olduğunu gösterdi.
Kadıköy’ün gece hayatı, Beyoğlu’nun değişen durumundan ve sosyalleşmenin birçok ilçede eskisi kadar mümkün olmayışından dolayı yoğunlaştı. Hatta doğma büyüme bir Kadıköylü olarak diyebilirim ki Kadıköy’ün yerli halkından başka herkes bu mekanlarda. İnsanlar nefes alacakları ortam arayışında. Bu ihtiyacın getirdiği aşırı kalabalık, bizim gibi burada ikamet eden insanları mağdur konumuna getirdi.
Diğer yandan eski kültüre de sahip olan Kadıköy, mahalle esnafının birlikte yaptığı iftarları halen görülebileceğiniz bir yer. Farklı inançlara sahip olsalar da birbirlerinin önemli günlerini bilen semtin yerlileri farkındalığı hiç de az değil. Benim de iftar masalarına davetlere epeyce dostane katılmışlığım dahi olmuştur.
Kısacası içki içen de çok, oruç tutan da. Kilise de çok, cami de çok. Bunlar kendi içlerinde son 10 yıl öncesine kadar pek fazla sorun yaşamazdı.
2013 yılının Aralık ayında iskeleden çıkmış, evime yürürken tarihi bir caminin önünden geçiyordum. Tarihi bir kapısı olan camiye dijital ledli bir tabela yapılmıştı. İçimden “Bu güzelim tarihe neden dijital bir tabela yapılır?” diyerek elektrikçilik mesleğimden gelen bir refleksle eleştirmiştim. Sultan 3. Mustafa İskele Camisi’nin elektronik tabelasında yazan yazı beni daha da şaşırtmıştı. “Ey iman edenler, Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin. Onlar, birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse kuşkusuz o da onlardandır” ifadesi yazılıydı. Kuran’da bu sure var veya yok. Fakat İslam inancından olmayanların da yaşadığı bir yerde bulunan ve Diyanet’e bağlı bu inanç merkezindeki yazı aslında ciddi anlamlar içeriyordu.
Fotoğrafını çekip paylaştığımda tepkiler arttı ve Müftülük garip bir cevap yayınlandı: “Tesadüfen olmuş”
Bu garip durum tesadüf idi ya da değildi ve bilerek yayınlandı. Bunla ilgili kanıt olmadan bir şey demem doğru olmaz. Fakat diyebilirim ki gayrı islam olan bizler artık görünmüyoruz. Gayrı hristiyan olanlar, bizleri fark etmiyor.
Kadıköy’de daha sonra kiliselerin duvarlarına yazılar yazıldı, haçları kırıldı ya da duvarlarına çıkıp danslar edildi. Hatta Bahariye Caddesi’ndeki Rum Kilisesi yakılmak istendi. Tesadüfen az hasarla söndürüldü.
Bugünlerde Ramazan ayının başlangıcında, Kadıköy’de çarşıda bulunan ve İskele Cami’sine de çok yakın olan Rum Ortodoks Kilisesi’ne dijital bir led tabela takılmış. (Ortodoks geleneklerinde böyle bir tarzın olduğunu ilk kez gördüm.) Demek ki reform yapmış Rum Ortodokslar, ‘’HOŞ GELDİN RAMAZAN’’ ve ‘’ HAYIRLI RAMAZANLAR’’ mesajı yayınlanmış. Hayırlı Ramazanlar bir yere kadar hadi neyse ama özellikle Hoş geldin Ramazan çok enteresan geldi. Bilmiyorum, acaba bizim oruç döneminde, yani Rumlar kendi oruç döneminde bu ekranda hoş geldin mesajı yayınlandı mı? Ya da 17 Nisan’da Paskalya için mesaj olacak mı? Hiç sanmıyorum bugüne kadar hiç olmadı.
Ama ne var ki çoğunluğun hâkim olduğu ve çok az Rum’un kaldığı bir ilçede böyle bir mesaj yayınlanmış olmasını, sadece saygı mesajı olarak addetmek basit bir gerçeği görememeye vesile olur. Bunu o kilise üyesi bir arkadaşımın da yorumu olarak söyleyebilirim.
Daha da vahimi, ben bu mesajın yayınlanmasını bile eleştiremiyorum. Hangi ruh hali ile yayınlandığını anlamak hiç zor değil. Tebliğcilerin ziyaret ettiği, her daim nefret söyleminde önde olan bir halkın kendini ve inancını saklaması ya da şirin görünme çabası açısından, bu tavrı göstermek zorunda kalması özünde sıkıntıdır ve elbette sorundur.
Son günlerde Diyanet Akademileri’nin kurulacağına dair söylemler var. Bu akademilerde nasıl bir eğitim verileceği esas olan konu. Toplumları, inançları ve mezhepleri ayrıştıran yapılar, hiçbir inancın kabul etmeyeceği ve bir inanç sisteminde var olmaması gereken şeyler aslında.
Kalkedon Meydanı’nda bulunan Surp Takavor Ermeni Kilisesi 1722 yılında ve bu tabelanın asıldığı Ayia Efimia Rum Ortodoks Kilisesi ise 1694 yılında inşa edilmiş. Eskiden deniz kenarında olan bu yerler, insanların mercan çıkarmak için daldıklarında vurgun yememek umuduyla dua ettikleri ibadet alanları olarak kullanılırmış. Bugün ise ne mercan kaldı, ne de onu çıkaracak Rum veya Ermeni…
Üzerinde durulması gereken esas konu, böyle kadim bir tarihi barındıran bir ilçede öteki olana salınan korku iklimidir.
Geçen günlerde kendisini Ermeni olarak gören mütedeyyin bir dostumuz olan FATMA YAVUZ arkadaşımız dünya evine girdi. Buradan kendisine eşiyle birlikte mutluluk dileklerimi iletirim. Düğün yemeğine içki içen dostlarının yanı sıra dini sebeplerden dolayı içmeyen dostlarını da davet etmişti. Davette de bunu belirtmişti. Fatma arkadaşın düğünüyle alakalı ciddi eleştiriler okudum. İçen içer, içmeyen içmez. Hiç kimse diğerine iç ya da içme diye, oruç tut ya da tutma diye baskı yapmadığı sürece sorun çıkmaz ve hayatlar ortaklaşır. İslami kesimde en değer verdiğim düstur olan ve her şeyden önce gelen NİYET ETMEK değil midir? Niyet neyse, kalp de odur. Ben ise elbette bu coğrafyada birbirini anlayan kültürü oluşturmaya niyet ediyorum.
Yazımın sonunda geçen günlerde kaybettiğimiz MIGIRDİÇ MARGOSYAN’A saygılarımı sunmak istiyorum. Hagop Mıntzuri’den el alıp bugünlere hakkıyla taşıdığı edebi geleneğin son halkası Mıgırdiç Margosyan, diğer adıyla Baron Mıgırdiç, sadece yazar olmanın ötesinde yaşayan bir arşiv ve tarihi hafızaydı. Üstat MARGOSYAN, kaybettirilmek istenen belleği muhafaza eden, halklar arasında kurulan bir köprüydü. En son ARTI GERÇEK’teki ilk yazım olan “Bir Zamanlar Konya” için beni arayıp tebrik etmişti. O günkü mutluluğumu tarif etmem mümkün değil. Hem siyasete hem de yazı yazmaya devam etmem gerektiği öğüdünü vermişti. Ustamızın ‘’GAVUR MAHALLESİ’’ni asla yetim ve öksüz bırakmayacağız. Bu dünyaya bıraktığın güzellikler ve bizlere açtığın köprü için teşekkür ederiz. Üstat Baron Margosyan, seni saygı ve sevgiyle selamlıyorum…
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***