Siyaset sahasındaki haraketlilik erken veya baskın seçim işaretleriyle dolu olsa da, muhalefetin iktidarı devralıp alamayacağı muamma. Mesele sadece sandıkla değil, sandık dışı iktidar manipülasyonları da ciddi birer risk olarak değerlendiriliyor.
Tüm bu bentler aşılıp da muhalefet iktidarı devralsa bile, Türkiye’yi demokratikleştirme, temel meseleleri çözme konusunda nasıl bir yaklaşım sergileyeceği çok net değil. Peki çıkış yolu nedir?
Dün Putin’in Ukrayna işgalinin Avrupa ve Rusya üzerindeki tesirini konuştuğumuz Paris Sosyal Bilimler Yüksek Okulu öğretim üyesi Hamit Bozarslan’la, bugün de söyleşimizin Türkiye konulu ikinci bölümünü naklediyoruz.
NATO üyesi olmasına rağmen Türkiye, Ukrayna işgali sürecinde her iki tarafla da karşı karşıya gelmemeye, dahası Ukrayna-Rusya arasında arabuluculuk yapmaya çalışıyor. Rusya’nın Ukrayna’da yenilmesi veya amaçlarında muvaffak olamayıp zayıflaması durumunda Türkiye’nin tekrar yüzünü Avrupa ve ABD’ye dönmesi söz konusu mu?
Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Mısır gibi Arap alemindeki pek çok ülke, Ukrayna’nın iki gün içinde işgal edilmesini tercih ederdi. Çünkü Rusya’nın böylesi bir zafer elde etmesi durumunda bu ülkeler ABD’ye dönüp “size muhtaç değiliz, gerekirse Rusya’yla işbirliği yaparız” diyebileceklerdi. Aynı şey kısmen Türkiye için de geçerli. Türkiye “Ukrayna’nın yanında, ama Rusya’yla da dost” konumunu ne kadar sürdürebilir, bilemiyorum. Ama Putin’in arabulucu olarak Türkiye’yi göreceğini kesinlikle düşünmüyorum.
Neden?
Sadece Türkiye’yi değil, Putin’in İsrail’i, hatta Çin’i de arabulucu olarak kabul edeceğini düşünmüyorum. Çünkü şu anda Putinizm tamamen içine kapanmış, akli melekelerini son derece sınırlandırmış olarak işliyor. Yarın Rusya’nın Ukrayna’daki tıkanıklığı çok daha büyük boyuta varırsa, o zaman Putin çıkıp “dostlarım Çin, İsrail veya Türkiye rica ettiler, onları arabulucu kabul edebilirim” noktasına gelebilir. Fakat hâlihazırda bir arabuluculuk mekanizmasının oluştuğunu söylemek mümkün değil. Nitekim Kremlin de bunu açık bir şekilde dile getirdi.
ABD VE AVRUPA, TÜRKİYE’NİN RUSYA’YLA İLİŞKİLERİNİ GÖZDEN GEÇİRMESİNİ TALEP EDERSE, BUNUN BEDELİ SURİYE’DE ÖDENİR
Peki bu sürecin Türkiye’ye etkisi ne olabilir?
Türkiye’nin önünde iki ihtimal var. Birincisi, yarın Amerikalılar veya Avrupalılar tekrar güçlü konuma gelirlerse, Türkiye’nin Rusya’yla ilişkilerini gözden geçirmesini kesinlikle talep edeceklerdir. Fakat bunun bedeli Suriye’de ödenir. Eğer Rusya, Suriye’nin hâkim gücü olmaya devam ederse, Türkiye’nin örneğin İdlib’i, Afrin’i kontrolü altında tutması zor olur. Ayrıca Kafkasya’da Türkiye’nin konumu ister istemez zayıflayabilir. İkinci ihtimal ise, Türkiye’deki Avrasyacı akımın her şeye rağmen Rusya’yla ilişkileri devam ettirebilecek bir iktidar konumunda olabilmeleri. Bu iki seçenekten hangisinin gerçekleşeceğini şu anda öngörebilmem mümkün değil.
Türkiye’de Erdoğan’a olan ilginin epey zayıfladığı, AKP oylarının eridiği ve önümüzdeki seçimlerde iktidarın değişeceği öngörüsü büyük ölçüde kabul görüyor. Sizin öngörünüz nedir?
Descartes’ın sözüne gönderme yaparak türetilmiş “öngörüyorum o halde yanılıyorum” özdeyişi bu soruya verebileceğim en iyi yanıt. Fakat Erdoğanizmin çok zayıfladığı, artık eski hegemonik bloğunu korumayacak durumda olduğu açık. Sosyal muhafazakârlığın, dış politikadaki agresif yaklaşımın, bekâ söyleminin artık rant olarak kullanılabilmesi neredeyse imkânsız. Ekonomik sorunların çözülemeceği de oldukça açık. Bütün bunlar Erdoğanizmin çok zayıfladığını gösterse de, bunun iktidar kaybıyla sonuçlanıp sonuçlanamayacağını öngöremiyoruz.
TÜRKİYE POLİKRATİK BİR REJİM HALİNİ ALDI
Neden?
En temel nedenlerden biri iktidarın paramiliter bir boyut kazanmış olması. Ayrıca Türkiye polikratik bir rejim halini aldı. Polikrasi, çok başlı, çok odaklı rejimlerdir. Türkiye tek adamlı, çok odaklı bir rejimle yönetiliyor. Paramiliter güçleri de, Avrasyacıları da, MHP’lileri de içeren çok odaklı iktidar katmanları ne tür bir gelecek senaryolarına sahipler, kestirmek zor. Öte yandan bazı iktidarlar şiddet, “Beyaz Terör” yoluyla ayakta kalabiliyorlar. Bazı rejimlerde içe dönük şiddet söylemi, “Beyaz Terör” dalgaları iktidarın prestijini yeniden restore etmese bile, ona ayakta kalabilme sahaları yaratabiliyor.
İktidarın değişip değişmeyeceğine dair öngörü yapmanın zorluklarından üçünüsü ise Türkiye’deki muhalefetin hâlâ ülkenin en temel sorunu olan Kürt meselesini görmek istememesi ve bu konuda en ufak bir adım atmaması. HDP’yi Türkiye’nin geleceğinde söz sahibi olarak görmeyen, onun meşruiyetini, Kürtlerin eşitlik temelinde varlığını kabul etmeyen bir muhalefetin başarılı olacağını söylemek çok zor.
AKŞENER’İN YÜKSELİŞİNİN DEMOKRASİ MÜCADELESİYLE İLGİSİ YOK
Meral Akşener geçtiğimiz hafta Chomsky’den söz edip yandaş medyanın “rızanın imalatını” yaptığını söyledi, Orwell’ın 1984’üne atıf yaptı. Bir esnaf ziyareti sırasında da meselelere “sınıfsal” perspektiften baktığını söylemişti. Akşener’in yükselişi size ne anlatıyor?
Akşener’in yükselişinin demokrasi mücadelesiyle ilgisi yok. Le Pen dâhil Avrupa’daki radikal sağ liderler de bazen en radikal sol teorisyenleri bile referans alabiliyorlar. Ama bu referanslar onları muteber kılmıyor. Öte yandan Türkiye’de Akşener’in yükselişi, AKP’nin hegemonik blokunun ne kadar sarsıldığını gösteriyor. Toplumda ne kadar büyük bir demokrasi beklentisi olduğunu bilemiyorum ama muhafazakâr kesimler içinde de mevcut maceracı dış politikaya son verilmesi, ekonominin düze çıkarılması, orta sınıfların, esnafın korunması beklentisi çok yüksek.
AKP çok uzun bir dönem bunları yapabildiği için hegemonik gücünü pekiştirebildi. Ama artık bunu yapabilmesi çok zor. Bir yandan İsrail’e, Mısır’a, Suudi Arabistan’a düşmanken ekonomik nedenlerle bunların karşısında diz çökülmesi ciddi krizlerin işaretleri. AKP’nin artık bir anlamlar haritası kurması söz konusu değil. Bu süreçte Akşener’in yükselmesi, İYİ Parti’nin muhafazakârlığa, milli değerlere dayalı, aynı zamanda belli milli beklentileri savunan, Türk-Sünni orta sınıflara hitap edebilen bir söylem geliştirmesiyle ilgili. Fakat bu yükselişi demokrasiyle ilişkilendirmek çok zor. Kürt meselesini çözmeyi söz konusu bile etmeyen bir partinin demokratik bir çizgiye sahip olması mümkün değil.
‘TÜRKİYE NASIL KURTARILDI’ SORUSUNU BIRAKIP ‘NASIL KURULDU’ SORUSUNA GEÇMEK GERİYOR
Eğer iktidar değişikliği olursa muhtemelen Akşener ve partisi belirleyici konumda olacak. Sırrı Süreyya Önder’in tabiriyle “İktidar gidecek ama gelecek olan da kör bıçağıyla bekliyor.” Bu durumda mevcut iktidarın değişmesi, Türkiye’nin demokratikleşmeye başlayacağı anlamına gelir mi?
Benim açımdan hiçbir zaman böyle bir doğru orantı söz konusu olmadı. Türkiye’de ilk büyük değişim beklentisi 1950’de yaşandı. Hatta o dönem solun önemli bir kısmı, Alevilerin ve Kürtlerin büyük bir bölümü DP’ye oy verdi. Fakat 5-6 yıl sonra bu partinin nereye vardığını, 6-7 Eylül olaylarından sonra DP’nin neler yapabileceğini gördük. Sanıyorum Türkiye yüz yıldır, “Türkiye nasıl kurtarıldı” sorusunu sordu. Ama artık “Türkiye nasıl kuruldu” sorusuna geçmek gerekiyor. Demokrasinin temeli “Türkiye nasıl kuruldu” sorusuna verilecek cevaplarla oluşturulabilir.
Sizin bu soruya yanıtınız nedir?
Türkiye, Ermeni Soykırımı sonrasında kuruldu. Türkiye, mübadelenin bedeliyle kuruldu. 1930’ların Türkiyesi tümüyle anti-semittir. Türkiye, Kürtlüğün inkârı, bastırılması ya da ideolojik tehdit olarak görülmesi temelinde kuruldu. Bütün bu meseleler ele alınmadan, “Türk-Sünni Millet”in kimliği sorgulanmadan, kimlik eşitlik temelinde yeniden tanımlanmadan Türkiye’de önemli bir gelişme olabileceğini düşünmüyorum. Belki üç-dört yıllık yeni, göreli refah dönemi yaşanabilir. Belki 1973-75 arasında olduğu gibi demokratik beklentiler yeniden dile getirilmeye başlanabilir. Fakat “Türkiye nasıl kuruldu” sorusunu sormayan hiçbir alternatifin geleceği demokrasi lehine dönüştürebileceğini sanmıyorum. İspanya’nın Frankizmden çıkışı, Franco döneminin sorgulanmamasıyla değil, tam tersine, Baskların ve Katalanların meşruiyetinin kabul edilmesiyle söz konusu olabildi. Yarın Türkiye’de İYİ Parti’yi içeren bir iktidar, Kürtlerin meşruiyetini kabul edip bunu anayasal çerçevede güvence altına alacak mı?
Böylesi bir adımın sonuçları ne olur?
Hem Kürdistan’da ciddi bir ferahlama yaşanır, hem Kürt sorunu Türkiye’nin en önemli sorunu olmaktan çıkar, hem de Türkiye’nin önü ciddi bir biçimde açılır. Ama bu yapılmaz da her şeye rağmen Türklüğün ve Sünniliğin üstünlüğü devam ettirilmek istenirse, bırakın Chomsky’yi, Cegerxwîn’i, hatta Öcalan’ı bile referans gösterseniz, pek bir şeyin çözülebileceğini sanmıyorum.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***