YORUM | M. NEDİM HAZAR
“Sen onlara, o şehir halkının örneğini ver; hani oraya elçiler gelmişti. Hani onlara iki (elçi) göndermiştik; fakat ikisini yalanlamışlardı.
Biz de (iki elçiyi) bir üçüncüyle güçlendirdik; böylece dediler ki: “Şüphesiz biz, size, gönderilmiş elçileriz.” (36/Yasin, 13-14)
Allah selamet versin Ali Bulaç ağabey, tefsirinde bu ayetle ilgili iki soruyu gündeme getiriyor:
Bu ayette geçen şehir Antakya mı? Habib Naccar, Kur’an’da haber veriliyor mu?
Yapılan yüzeysel bir araştırmada, pek de güvenilir olmayan Hıristiyan kaynaklarına dayanarak bilgi veren ilk müfessirlere göre, bu şehir büyük ihtimalle Antakya. Ve hadise dönemin kralı Kral Antiochus zamanında yaşanmış.
Tarihsel bağlamına baktığımızda Antakya, o zaman nüfusu 500 bin civarında Roma’nın önemli birkaç şehrinden biri. Şehir halkını uyarmak üzere gelen elçiler de Hz. İsa’nın üç havarisi olup, bunlar da Yuhanna, Pasla (Pavlus) ve Şem’unü’s-Safa (Simun Petrus)’dır. Bugün Antakyalılar onlara Yahya, Yunus ve Şem’un Safa diyorlar.
Yine Bulaç Hocaya dönersek bu kurguda önemli boşluklar olduğunu söylüyor.
Bunları şöyle sıralayabiliriz:
1) Antakya’da Antiochus unvanıyla 13 kral M.Ö. 65 yılına kadar hüküm sürmüştür.
2) Hz. İsa’nın dünyada iken buraya elçiler gönderdiğine ilişkin elimizde bilgi yoktur. Hz. İsa’nın göğe çekilmesinden sonra ilk tebliğcilerin bu şehre geldiğini biliyoruz.
3) Ayette sözü edilen zatların bir “peygamberin elçileri” değil, “Allah’ın elçileri peygamberler” olduğu anlaşılıyor. Kur’an, onlar için “gönderilmiş (mürsel)” sıfatı kullanıyor, “Biz gönderdik” diyor. Burada söz konusu olan herhangi bir yerleşim biriminin olması daha kuvvetli bir ihtimaldir.
Başka bir müfessir Muhammet Esed ise, bu şehrin belli bir yerleşim merkezinden çok, verilmek istenen mesaj dolayısıyla “temsili bir yer” olduğunu söyleyip ekliyor: “Önce gönderilen iki elçinin Hz. Musa (as) ve Hz. İsa (as), onların sonraları üçüncü ve son elçi olan Hz. Muhammed (sas) olduğuna işaret eder.”
Aslında bugünkü bilgilerle toparladığımızda bu izahat da pek ikna edici görünmüyor:
Bunları da sıralayalım:
Bir, Mekke halkının da bir parça aşina olduğu bu olayın Hz. Muhammed’in (sas) nübüvvetinden çok önce vuku bulduğu ima ediliyor.
İkincisi, Allah’ın yaşanmış tarihî olaylar dururken, temsili, farazi, kurgusal senaryolar üretmesine ihtiyacı yoktur. Bu türden yüzlerce olay vuku bulmuş, yani bir halk kendilerine gönderilen peygamberlerini yalanlamış, sonra da büyük bir azaba maruz kalmıştır.
“Şehrin en uzak yerinden bir adam koşarak geldi: ‘Ey kavmim, elçilere uyun’ dedi.” (36/Yasin, 20)
Müfessirlere göre, kıssada, şehir halkından sadece birinin, elçilerin tebliğine olumlu cevap verdiği anlatılıyor, o da şehrin uzak bir semtinde ve belki muhtemelen dış mahallelerinde veya şehrin hayli dışında yaşayan bu tek kişi, Habib Naccar isminde bir şahıstan bahsediliyor.
Karakteristik özelliklerine baktığımızda Naccar’ın mü’min bir zat olduğunu anlamak hiç zor değil. Kaynaklar bu şahsı Habib b. Musa, Habib b. İsrail ve Habib b. Mer’i isimleriyle de anıyorlar.
Yine bazı kaynaklara göre, dülger, hakkak, çulha, kassar (bez ağartan), ipekçi veya ayakkabıcı da olabilir. İmanını açıkladığı, elçilere destek verdiği için öldürüldüğü, ölümünün olağanüstülüklerin tezahürüne sebep olduğu konusunda fikir birliği vardır.
Yine zaman uzamına baktığımızda, Habib Naccar’ın, Antakya’da Peygamber’imizin irtihalinden 600 yıl önce yaşamış olduğunu görüyoruz.
Antakya, 636’da Hz. Ömer zamanında fethedilince, Anadolu sınırları içindeki bu ilk camiye bu zatın adı verilmiş. İnanışa göre, bugün camide Habib Naccar ve Hz. İsa’nın üç havarisinin mezarı bulunuyor.
Bu noktada önemli ve manalı olan husus, Müslümanların bir mescide kendilerinden önce ve kadim zamanlarda yaşamış bir mü’minin ismini vermeleri elbette.
Bir camiye İslam öncesinden birinin isminin verilmesi pek rastlanır bir vakıa değil açıkçası. Üstelik bu isimlendirme Hz. Ömer Efendimiz zamanında yapılmış.
Burada tespit edilmesi gereken husus ise şu: Habib Naccar, Son Peygamber’in tebliğ ettiği İslamiyet’ten çok önceleri yaşamıştır; ama filhakika bütün peygamberlerin tebliğ ettiği İslamiyet’e teslim olmuş bir muvahhid idi. Bu yüzden ismi bir mescide verilmeye değerdi.
Lakin tüm bu tarihsel gerçeklikler baştaki iki sorumuzun cevabının kesin olduğunu da göstermiyor.
Bir ayrıntı ise, bu kıssanın temsil değil bizzat tarihi olduğu, yani yaşandığı. Bu durum kıssada sözü geçen karakterlerin prototip olarak önemli olmasından dolayı mühimdir.
Hisse ise şu:
“Şehrin uzak yeri”nden gelen kişinin, her dönemde azınlıkta olan, dışlanan; ama inancında, düşüncelerinde ve yaşama tarzında kararlı olan mü’min cemaatlerin simgesidir.
Yani, her dönemde peygamberlerin çağrısını tekrar eden, doğru yolu, hakkı ve hakikati, necat ve kurtuluşu gösteren bir insan topluluğu olacak, bu topluluk içinde yer alanlar tebliğlerini sakınmadan yerine getirmeye çalışacak; adaletsizliğe, zorbalığa, tutkulara, ahlaki yozlaşmaya karşı çıkacaklardır.
Ve bundan dolayı önce dışlanacak, ötekileştirilecek, hor ve hakir görüleceklerdir.
Ardından zulüm eşiğine geçilecek ve en nihayetinde bedel olarak hayatları ellerinden alınacaktır.
Selam olsun günümüz Habib-i Naccar’larına…
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***