YORUM | MAHMUT AKPINAR
Milliyetçilik milletini sevmek, milletinin, ülkesinin çıkarlarını düşünmek olarak tanımlanabilir. Irkçılıktan, faşist yaklaşımlardan farkı, başka milletlere, ülkelere, kültürlere düşmanlık besleyip onları yutmaya ve yok etmeye çalışmamaktır. Milliyetçilik kendi ülkesinin, milletinin gelişmesini, yükselmesini ideal edinmektir, zarar görmesinden rahatsız olmaktır. Milliyetçiliğin bu tanımı çok da problem değil. Zira her insan ülkesini, milletini sever, sevmeli de. Ama bu duyguların dozajı kaçar, milliyetçiliğin oranı haddi aşarsa kolayca ırkçılığa, faşizme evrilebilir, başka milletlere nefrete dönüşebilir. Milliyetçi duygular bu nedenle kararında ve kıvamında tutulmak durumundadır. Aksi halde Hitler, Mussolini gibi otoriter liderler için zemin hazırlanmış, kitleler yetiştirilmiş olur.
Türkiye diğer ülkelere göre milliyetçilik duygusunun yüksek olduğu bir ülke. Son iki üç asır içinde sürekli yenilmemizin, toprak kaybetmemizin ve dünya siyasetinde, biliminde, kültüründe etkili olamamamızın bunda etkisi var. Eskiye özlem, Osmanlı’ya özenti ve bunun siyaset tarafından popülizm aracı olarak sürekli pompalanması toplumda banal milliyetçilik şeklinde hortluyor. Bir şey olamamış, bir başarı elde edememiş, topluma katkı sunamamış bireyler kendisini milliyetçilikle, yararsız hamasetle ifade ediyor. Böylesi yoz milliyetçilik değersizlik hissini yok eden bir teselli vesilesi, kendini tatmin aracı oluyor. Yönünü yitirmiş milliyetçilik ülkesine, milletine katkıda bulunmak yerine hamasete ve husumete yöneliyor. Başkalarına düşmanlıktan haz alıyor. Ülke içinde “hain” avına çıkıyor. Daha kötüsü hırsız, niteliksiz, arsız liderlerin hedef göstermesiyle ülkeye, topluma katkısı olanları sindirmeye, öldürmeye, yok etmeye odaklanıyor.
Türkiye’de milliyetçilik epeydir müspet, üretici, yapıcı olmaktan çıkmıştı. Düşmanlık, nefret, yıkma, yakma, öldürme, çökme, yağmalama, çeteleşme, mafyatik işlere malzeme olma haline gelmişti. Türkiye’de milliyetçiliğin ne durumda olduğunu anlamak için MHP’ye ve onun son liderine, Devlet Bahçeli’nin 10 yılda yaptıklarına, yerlerde sürünen beyanatlarına, ufuksuz siyasetine, zikzaklarına bakmak yeterli.
Ama son olaylar sadece MHP’nin problem olmadığını, ulu-solcular dahil milliyetçi tona sahip her kesimin büyük dönüşüm yaşadığını gösteriyor. Sağ veya sol partilere oy veren Kemalistler de önemli oranda milliyetçidirler. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali bize ülkede tahminlerimizin çok ötesinde Rusçu ve Putin yanlısı olduğunu ortaya koymuştu. Metropoll’ün son araştırmasında ortaya çıkan tablo ise sağ, sol, Kemalist hemen bütün milliyetçilerin, ulusalcıların keskin bir genetik değişim geçirdiğini ortaya koyuyor. Solcu milliyetçilerin ve ulusalcıların Rus işgalini alkışlamalarını, Rusya’yı hala SSCB sanmalarıyla izah ettik diyelim. Peki, düne kadar “Gomünistler Moskova’ya!” diye slogan atan ülkücü, milliyetçilerin Rus hayranlığını, Putin’i savunmalarını nereye koyacağız? Putin’in kadim Türk yurdu olan Kırım’ı işgaline ses vermeyen milliyetçiler tam bir genetik transformasyon yaşamış olmalılar. Zira hem İYİ Parti hem de MHP içindeki milliyetçi taban Rusya’nın bağımsız Ukrayna’yı işgali karşısında Putin’i ve Rusya’yı aklayan bir tutum içindeler.
Metropoll’ün Mart ayında yapıp yayınladığı araştırmasında “Ukrayna’da yaşanan durumdan kimi sorumlu tutuyorsunuz?” sorusuna MHP tabanı %68.2 ile NATO ve ABD’yi sorumlu derken, Rusya’yı sorumlu tutanların oranı %21.2. MHP’ye alternatif olarak ortaya çıkan ve daha merkeze oturmayı amaçlayan İYİ Parti’de de durum farklı değil. Onlar da %67 NATO ve ABD sorumlu derken, Rusya’nın sorumlu olduğunu söyleyenler açısından %24.3 ile MHP’den halliceler. Bu tuhaflık sadece milliyetçi partilere mahsus değil. AKP ve MHP’nin koalisyonuyla yönetilen milliyetçi-İslamcı iktidar döneminde Türkiye toplumunun yarısı (%48.3) açık ve hukuksuz işgalde Rusya’yı ve Putin’i sorumlu görmüyor.
Son yıllarda topluma yoğun şekilde ve ilkesizce zerk edilen milliyetçilik aşısında ciddi problem var. Milliyetçiler, ulusalcılar, sözde anti-emperyalist Kemalistler Rusların son 3 asırda kuzeyde ve batıda tamamen Türki halkaların aleyhine genişlediğini, 93 Harbi denilen 1877-1878 Osmanlı Rus harbinde Rusların batıda İstanbul’a, Yeşilköy havaalanına, doğuda Trabzon’a kadar geldiğini bilmiyor olamazlar. Deli Petro’dan bu tarafa Rusların en büyük emelinin sıcak denizlere inmek olduğunu ve bunun Osmanlı, Türk topraklarını işgalden geçtiğini göremiyor olamazlar. NATO’ya Stalin’in Boğazları istemesi ve tehdidi nedeniyle can havliyle ve adeta yalvararak girdiğimizi unutmuş olamazlar. Başta Orta Asya olmak üzere SSCB sonrası bağımsızlığını kazanan Türki devletler üzerinde Rusya ve Türkiye’nin rekabetinin olduğunu ve Putin Rusya’sının buralarda tekrar baskın hegemonya kurduğunu kavrayamıyor olamazlar.
AKP-MHP ittifakı son 10 yılda devleti, medyayı kontrol ederek ve propagandaya boğarak kamuoyunu manipüle etti, yanılttı. Bu iktidar sözde “İslamcı” politikalarla gerçek Müslümanlığı bitirmekle kalmadı, ülkenin ve milletin çıkarlarını savunmak, gözetmek anlamında milliyetçiliğin de genetiğini bozdu. Tarih boyunca kendisine en büyük zararı veren, sürekli topraklarını işgal eden, tehdit eden, son dönemlerde ise Erdoğan’ı bile her fırsatta aşağılayan Putin’e, Rusya’ya böylesi hayranlık hayra alamet değil. Türkiye toplumu sanki Rusya sömürgesinden yeni kurtulmuş ama sömürge izleri-hayranlığı devam eden halk refleksi veriyor.
Her türüyle, rengiyle milliyetçiliğin, ulusalcılığın geldiği nokta endişe verici. Kendi vatandaşı olan Kürtlere hayat hakkı tanımayan, ülkesi için didinen aydını, gazeteciyi, akademisyeni, üreten işadamını “hain”, “düşman” gören ama Putin’e hayranlık besleyen anlayış, hastalıklı bir durumu gösteriyor. Üç asırdır ülkesi aleyhine genişleyen ve emperyal hedefleri olan Rusya’ya sempati duyan milliyetçilik ciddi bir genetik bozukluk ve yozlaşma alameti. Bu sadece milliyetçi partilerin ve liderlerin sorunu değil, bütün ülkenin sorunu. İvedilikle çözüm üretilmesi gereken, sonuçları felaket olabilecek bir sorun.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***