Fransa’da cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunun yankıları sürerken, Avrupa’da en güçlü cumhurbaşkanlığı yetkilerine sahip Fransa’da bu sistemin faydaları ve zararları yeniden tartışılmaya açıldı.
Son 50 yıldır ülkede yönetim kurallarını belirleyen 5. Cumhuriyet döneminde sistem tartışması içinde en fazla öne çıkan konu, cumhurbaşkanının yetkileri artarken, parlamentonun yetkilerinin düşmesi ve “kuvvetler ayrılığı” ilkesinin zarar görmesi.
Lyon Üniversitesi’ndeki görevli Profesör Christophe Chabrot, “Fransa’da Cumhuriyeti yöneten, hükümeti, parlamentoyu ve Anayasa Mahkemesini kontrol eden bir başkanımız var. Jüpiter gibi bir süper başkan var onun ismi de Macron.” diyerek, siyasi sisteme yönelik eleştirisini dile getirdi.
Fransa’daki mevcut sistemi 1830’lu yıllardaki Avrupa monarşilerine benzeten Chabrot, “Avrupa monarşilerinde kralın yetkilerini başbakana devretmeye başladığı, ancak yine de çok fazla gücü elinde tuttuğu 1830’a dönmüş gibiyiz.” diyerek sisteme yönelik eleştirisini özetledi.
Fransa’da, sisteme karşı görüşte olanlar parlamentonun, cumhurbaşkanının istediğini sadece onaylamak durumunda kalan bir organ haline gelmesini eleştirirken, kuvvetler ayrılığının daha iyi işlemesi için reform çağrıları yapıyor.
Sorbonne Üniversitesi’nde siyaset bilimi dersi veren Profesör Delphine Dulong, “Yasalara göre, Fransa’da cumhurbaşkanı Avrupa’daki mevkidaşlarına göre en fazla güce sahip siyasetçi. Pratikte bu koltuğa oturan siyasetçiler anayasadan gelen haklarını en geniş bir şekilde kullandı.” diyerek Fransız sistemini özetledi.
Neden 5. Cumhuriyet?
Cezayir’deki iç savaşın ardından dönemin Cumhurbaşkanı General Charles de Gaulle’ün girişimiyle, 1958 yılında 5. Cumhuriyet diye anılan yeni Anayasa yürürlüğe girdi.
Bazı uzmanlara göre, 2. Dünya Savaşı öncesi parlamentoya daha fazla yetki veren sistem, ülke yönetimine istikrarsızlık getirirken, siyasi partiler arasında büyük ve acımasız bir rekabete yol açıyordu.
Cumhuriyet’in, özellikle yönetimin gücünün artmasını öngördüğünü belirten Dulong, “De Gaulle sınırı olmayan bir cumhurbaşkanı yaratmak istedi. Ona göre cumhurbaşkanı tarafsız ve partiler üstü olmalıydı.” dedi.
Yine siyasi yorumculara göre, sonradan yapılan değişiklikler ile bu orijinal vizyon hem güçlendirilirken, hem de başlangıçtaki fikirden uzaklaşılarak, bugünkü başkanlık sistemi yaratıldı.
Bu sistemdeki en büyük değişiklik, 1962 yılındaki referandumda gerçekleşti.
Kendi pozisyonunu güçlendirmek isteyen de Gaulle, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini öngören referanduma gitti.
Buradan yüzde 62 oranında “evet” oyu çıkmasıyla cumhurbaşkanının siyasetçiler tarafından değil, halk tarafından seçilmesinin önü açıldı.
Bu durum cumhurbaşkanının gücü ve meşruluğunu artırırken, bu kez tarafsız ve partiler üstü değil daha siyasi bir cumhurbaşkanı kimliği ortaya çıktı.
Dulong, “Cumhurbaşkanı zorunlu olarak bu durumda kazanan siyasi tarafın lideri olurken, cumhurbaşkanı rolünün artık bir anlamda siyasileşmesine yol açtı.” dedi.
Ülke yönetiminde yetkileri elinde tutan de Gaulle, bir keresinde de parlamentoyu feshederek, seçime gidilip yeniden arkasındaki desteği güçlendirme yoluna gitmişti.
Cumhurbaşkanlığının seçim süresi neden değişti?
Bu sistemde en büyük sorun, cumhurbaşkanı ve parlamentoda çoğunluğu elde eden başbakanın farklı siyasi partilerden gelmesi sonucu ortaya çıktı.
1986, 1993 ve 1997’de üç kez ülke farklı siyasi partiden cumhurbaşkanı ve başbakan tarafından yönetildi.
Son olarak sağcı Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, Sosyalist Lionel Jospin’ı Başbakan olarak atamak zorunda kaldı.
Bu kez 2000 yılında Chirac, referanduma giderek, cumhurbaşkanının görev süresini yedi yıldan beş yıla düşürülmesini halkın oyuna sundu.
Halkın yüzde 73’ünün bu teklifi kabul etmesiyle, yeni sistemde cumhurbaşkanlığı seçiminin hemen ardından düzenlenecek genel seçimlerle cumhurbaşkanına yönelik parlamentodaki desteğin de bir anlamda güvence altına alınması öngörüldü.
Bu değişiklikle ilgili görüşlerini aktaran Chabrot, “Seçmen bir ay içinde siyasi görüşlerini değiştirmeyeceği için genel seçim sonuçlarında da cumhurbaşkanını destekleyecek bir oluşumun parlamentoda çoğunluğu sağlaması hedeflendi.” dedi.
Sonuç olarak, daha sonraki cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerde aynı siyasi partiler kazandı.
Macron seçildikten çok kısa bir süre sonra kurulan partisi de genel seçimleri kazanarak bu eğilimi değiştirmedi
Sistem değişebilir mi?
Sistemi eleştirenler en fazla kurumlar arası dengelerin güçlendirilmesini savunuyor. Bu yorumcular önemli konularda sadece bir kişinin hesap veremeyeceği konuda söz sahibi olmaması gerektiği görüşünü dile getiriyor.
Covid-19 salgını dönemi ülke yönetimiyle ilgili örnek veren Dulog, “Fransa’da son olarak Cumhurbaşkanı Macron’un bütün kararları verdiğini gördük. Ama Cumhurbaşkanı Macron’a tepki gösterilemeyeceği için Başbakan Edouard Philippe’in saldırıları hatta mahkemeye taşınan davaları göğüslemek zorunda kaldığını gözlemledik.” ifadesini kullandı.
Cumhurbaşkanlığı seçiminin adaylarından radikal sol eğilimli Jean-Luc Melenchon, anayasada değişikliğe gidilip. 6. Cumhuriyet’in kurulmasını isteyenlerin başında geliyor.
Chabrot, Cumhurbaşkanını bakanlar kuruluna başkanlık etmesini öngören Anayasanın 9. maddesinin kaldırılmasının sisteme daha fazla denge katabileceği görüşünde.
Diğer bir değişiklik önerisi ise cumhurbaşkanının halk tarafından değil, 1958 anayasasında öngörüldüğü gibi milletvekili, senatör yerel yöneticilerinden seçilmesi önerisi.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***