“Bu gezegende nice uygarlıklar kan ve korku içinde batmıştır. Doğaldır ki, gezegenimizin kandan ve korkudan uzak bir uygarlığa kavuşmasını istiyoruz. Bence dünyamız bunun özlemini yaşıyor. Fakat dünyamıza yüz milyonuncu ya da dört yüz milyonuncu yaş gününde bile böyle bir armağan sunabilecek miyiz ? Bu, korku verecek kadar kuşkulu bence. Eğer bunu veremezsek ,gezegenimiz, biz budala iyi niyet kumkumalarını bir gün cezalandıracak ve bize Son Yargı ( Kıyamet ) gününü yaşatacaktır…” Walter Benjamin
Ömer Faruk, “Bir aşağılama aracı olarak çöp” isimli yeni kitabında sürekli kriz üreten sistemin taraflarını “Tanrı Devleti”
( Din ) ve “Dünya Devleti” ( Pankapitalist sistem ) olarak ayrıma tabi tutmakta.
Faruk’a göre; “ “Dünya Devleti” “hammadde ve “kar” kaynağı olarak , “Tanrı Devleti” ise “ vaat edilmiş topraklara” giderken uğranılan bir konaklama yeri kabul ederek yeryüzünü sömürgeleştirir, talan eder, aşağılar ve çöp muamelesi yapar.”
Bu iki düşman güç, görünürde çatışmalarına rağmen şiddet kullanmada, ideolojilerini yasa olarak dayatmada, tapınak, AVM ve duvar inşa etmede, yeni aşağılama mekanizmaları kurup, insanı çöp (atık) olarak ötekileştirmede ortaklaşa davranmakta.
“Tanrı Devleti”, ”, binlerce yıl iktidarını tapınaklarla, din adına fetih katliamlarıyla sürdürürken, “Dünya Devleti”ne yani pankapitalist sistemin gökdelenlerinin tapınaklardan daha kapsayıcı olmasına, hükmetme kudretine tahammül edemez. ( 11 Eylül 2001 saldırısı )
Kutsal, mutlak ve tartışılmaz olan üzerinden söz ve eylem üreten, itaati erdem kabul eden bir kitle oluşturan “Tanrı Devleti”; hiçbir yasaya, ahlaka, otoriteye aldırış etmeden her an her yerde her şeyi kabul ya da reddetme üzerinden söz ve eylem üreten “Dünya Devleti” karşısında çaresiz kalır. ( Faruk- a.g.e )
Faruk’un insanlığın antroposen çağa nasıl geldiğine ilişkin şeması önemli ; “Başlangıçta “yeryüzü” bütün hareketli ve hareketsiz canlı türlerinin kayıtlı olduğu, duvar, çöp ve aşağılama mekanizmalarının olmadığı bir yerdi….insan merkezinde kendisinin olduğu bir “dünya” kurmak istedi…Önce yeryüzünün anlamını ele geçirdi, “dünya” dedi…Ardından …canlı türlerini dünya tasavvurunun dışarısına attı ( yarısını yok ederek)…bir tür olarak yüceliğini, mutlaklığını ve iktidarını ilan etti…Ardından çit çekti; çit uzadı, yükseldi ve kalınlaştı duvar oldu.. Duvar ulus devletleri, düzenli orduyu, aşağılamayı ve çöpü getirdi.”
Antroposen Çağı’nda özne kendini yeryüzünün mutlak hakimi ve hükmedeni kabul ederek tutsak haline getirirken doğayla birlikte kendi yıkımını da hazırlamış durumda. Her kişi ve kurum sistemin itaatkar tüketicisi haline gelirken, her kişi ve her yer duvardır ve sistem ürettiği lanetli çöpü aşağılayarak duvarın dışına atmakta.
Yeryüzünün kaynaklarını barbarca tüketerek hareketli ve hareketsiz tüm canlılara zarar veren mutlak özne toprağı, taşı ve denizi de yok etmekte. (“Taş sabreder, toprak saklar, deniz kusar…Denizin kusması ise “yeryüzü”nün “dünya’lı insanın suratına tükürmesidir.” (Faruk- a.g.e)
Doğa çöp üretmez. Çöpü üreten, doğal ortamı kirleten insan kendisini de atığa, çöpe çevirmiş durumda. Kendini mutlak özne, yerkürenin hakimi olarak görmenin yarattığı kibir ve açgözlülük sonucu, insan müthiş bir döngü ve denge içinde hayatı tekraren yaratan yerküreye layık olamamakta.
Demokrasinin karanlık yüzüne sahip demokratik devletlerle, otokratik tek adam rejimlerine sahip devletler bu tablonun ortak sorumlusu. Temsil edilenleri hiyerarşik bir tahakkümle temsil eden siyaset kurumu ulus üstü şirketlerin yerküreyi talan etmelerine göz yummakta.
Faruk, mevcut sol/sosyalist ve sağcı düşüncenin duvar, ev, aile, kapı, kilit, düzenli ordu, sünnet, ve çöpte ortaklaştığını, yaşadığımız ekonomik, ekolojik, siyasi, ahlaki ve kültürel krizin paydaşları olduğunu öne sürmekte.
Jela Krecic, bütün devletli toplumsallıkların doğaları gereği ekonomik, finansal, ekolojik, ahlaki krize ya da mülteci krizine kayıtlı olduklarını belirtmekte. ( Faruk- a.g.e)
Dünya artık küreselleşmeyle birlikte gelir paylaşımının giderek bozulduğu, gelişmekte olan ülkelerde üretimin düşük kaldığı, açlıktan ve hastalıktan dolayı çocuk ölümlerinin arttığı, çevrenin enerji kullanımının artmasıyla birlikte hızla kirlendiği, silah üreten teknolojilerin global politikaları etkilediği, önyargıların ve çelişkilerin kol gezdiği bir gezegen. İnsanlık bağrından doğduğu yaratıcı ve üretken gezegenini, hem kendi cinsini hem doğadaki tüm canlıları yok edecek şekilde kullanmakta.
Sistemin atık/ çöp muamelesi yaptığı mülteciler ulus-devletlerin sınırlarını ihlal etmeye çalışırken sınır, duvar, tel örgü ne anlam taşımakta.? Küresel ölçekte adaletin, eşitliğin ve hukukun bulunmadığı, siyasetin sistemin aparatı olduğu bir durumda yeryüzü tüm canlılar bakımından öngörülemez durumda.
“Yerkürenin suça bulaşması”, “suçun küreselleşmesi” durumuyla mı karşı karşıyayız? ( Zygmunt Bauman- Iskarta Hayatlar: Modernite ve Safraları – aktaran Faruk- a.g.e )
Evrensel hukukun geçerli olmadığı kriminal bir “Dünya Devleti”nden yeni bir başlangıç noktasına nasıl dönülecek, yerküreyi tahrip etmeden, dengelerini bozmadan, kaynaklarını eşit ve adil bir şekilde paylaşma imkanı sağlayacak bir inşa nasıl bir yapılanmayla gerçekleştirilecek. ?
Bu yapılanmanın zihniyeti, temelde silahlanmaya, silahların üretilmesine, savaşa, askeri güce, teknolojinin insanlığın yararı dışındaki alanlarda kullanılmasına, betonlaşmaya, doğanın enerji ve maden aramalarıyla tahribine, insan emeğinin sömürülmesine, insan hakları ihlallerine karşı olmalı.
Sorunun özü budur, bunun için de çözümü zordur. Ancak insanlık umudunu kaybetmemeli, bunu gerçekleştirme çabasından vazgeçmemeli.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***