HABER ANALİZ | CUMALİ ÖNAL
Türk dış politikasının son yıllarda maruz kaldığı çıkmazı tanımlamak için sık sık kullanılan “değerli yalnızlık” (splendid isolation) aslında 19. yüzyıl İngiltere’sinin dış politikasını tanımlamak için ortaya atılmış bir ifadedir ve bu ifade ile aslında İngiltere’nin rakiplerine göre üstünlüğü dile getirilmiştir.
Çünkü o dönemde ancak çıkarına olan uluslararası sorunlara müdahil olan İngiltere, kıta Avrupa’sındaki sorunlara müdahil olmaktan özenle kaçınmıştı.
Türk dış politikası ise Arap Baharı’ndan sonra yapılan yanlış hesaplamaların sonucu olarak ister istemez bölgede yalnızlığa sürüklendi.
Türkiye’nin Müslüman Kardeşler’le eşgüdümlü hareket ederek bazı ülkeler üzerinde nüfuz elde etmeye çalışması; bunun sonucu olarak Erdoğan’ın Muhammed Mursi’yi Mısır’ın gerçek lideri olarak tanıma girişimleri, Müslüman Kardeşlere destek veren Katar’la ittifaka girerek, bu harekete karşı çıkan Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’a cephe alması, Suriye’de Beşar Esad rejimini devirmekten çok Erdoğan’ın kendi ajandasını uygulamaya çalışması, Doğu Akdeniz’deki doğal gaz rekabetinde Kıbrıs ve Yunanistan’ın diplomatik hamlelerle Türkiye’nin rakiplerini yanlarına çekmesi, Erdoğan’ın devrik lider Ömer Hasan el Beşir liderliğindeki Sudan yönetimiyle çok yakın ilişkilere girmesi vs. Türkiye’yi bölgede hızla yalnızlaştırdı.
Erdoğan’ın Türkiye’yi yalnızlaştırmasında ABD Başkanı Donald Trump ve Rus Lider Vladimir Putin’le kurduğu yakın ilişkilere güvenmesi de önemli bir rol oynadı.
Ancak ABD’de Joe Biden liderliğindeki demokratların iktidara gelmesi ve daha da önemlisi Türkiye’nin koronavirüsle birlikte yaşadığı ekonomik kaos ve akabinde alınan yanlış kararlar Erdoğan’ı dış politikada tam tersi politikalar izlemeye sevk etti.
Medya üzerinden İsrail ve Mısır’la flört etmeye başlayan Erdoğan, karşı taraftan gerekli adımların atılmaması üzerine Mısır, Suudi Arabistan, İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden (BAE) oluşan Türkiye karşıtı dörtlünün en zayıf halkası BAE ile ilişkileri hızla normalleştirmeye başladı ve iki ülke liderleri arasında karşılıklı ziyaretler gerçekleştirildi. Emirlikler her ne kadar nüfus olarak küçük bir ülke de olsa, son yıllarda gerçekleştirdiği diplomatik hamlelerle Arap dünyasının ağabeyleri olarak adlandırılan Mısır ve Suudi Arabistan’ı gölgede bırakmıştı. Özellikle İsrail ile ilişkilerini normalleştirmesi Abu Dabi’yi bölgede adından söz ettiren bir ülke durumuna getirdi.
Erdoğan’ın BAE hamlesi akabinde İsrail ile de yeni bir dönemin kapıları aralandı. Kimi uzmanlara göre İsrail’in Türkiye’ye yaklaşmasının perde arkasında BAE rol oynamıştı.
Erdoğan’ın arka arkaya attığı adımlar bölgede domino etkisi yapmaya başladı. Özellikle Erdoğan’ın Katar’dan sonra BAE ile de ilişkilerini normalleştirmesi Suudi yönetimine çok da fazla bir alternatif bırakmadı.
Perde arkasından yapılan pazarlıkların sonucu olarak iki ülke ilişkilerinin normalleştirilmesinin önündeki en büyük engel olarak gösterilen gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın katledilmesi davasının üç hafta önce Türkiye’de kapatılmasıyla Erdoğan’ın Suudi Arabistan ziyaretinin de önü açılmış oldu.
Perşembe günü Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’a uçan ve Kral Selman bin Abdülaziz el Suud’la görüşen Erdoğan, akabinde yaptığı paylaşımda ziyaretin amacını şu sözlerle açıkladı: “Tarihî, kültürel, beşerî bağlara sahip iki kardeş ülke olarak aramızdaki her türlü siyasi, askerî, ekonomik ilişkilerin artırılması ve yeni bir dönemin başlaması için gayret içerisindeyiz.”
İki ülke ilişkileri 2018 sonunda Washington Post yazarı Suudi vatandaşı Cemal Kaşıkçı’nın Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’nda öldürülmesinden sonra tarihi bir dip yaşamış ve Türkiye, Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğinde Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman aleyhine uluslararası kampanyalar düzenlemeye başlamıştı.
Erdoğan’ın bu ziyaretten ne elde edeceği belli değil. Tıpkı BAE ile ilişkileri normalleştirmesinden ne elde ettiğinin bilinmemesi gibi.
İddia edildiği gibi bu ülkelerden Türkiye’ye milyarlarca dolarlık bir yatırımın gelmesi şimdilik şüpheli. Çünkü hem Türkiye’deki ekonomik istikrarsızlık hem de Erdoğan’ın Türk dış politikasını değersizleştirmesi bu ülkelerin dikkatinden kaçmıyor.
Ekonomist Timothy Ash’in iddia ettiği gibi Kaşıkçı dosyasının kapatılmasıyla Suudi yönetiminin Erdoğan’ı 15 milyar dolarlık bir finansman programı ile ödüllendirip ödüllenmeyeceği ise bilinmiyor. Çünkü Suudi Arabistan’ı her ne kadar Kral Selman yönetiyor görünse de perde arkasında ipleri oğlu Veliaht Prens Muhammed tutuyor.
Prens’in, attığı adımlara rağmen Erdoğan’a güvenip güvenmeyeceği bilinmiyor.
Erdoğan tıpkı iç politikadaki gibi dış politikada da günübirlik kararlara imza atıyor. Atılan her adım Erdoğan’ın vizyonuna göre şekilleniyor. Şeffaflık tamamen kaybolduğu için bu ülkelerle yapılan görüşmelerde ne tür tavizlerin verildiği ya da masaya hangi konuların yatırıldığı sır.
Bu da Türkiye’yi değerli yalnızlıktan değersiz işbirliklerine itiyor.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***