Alev ER
On beş yirmi gün kadar önce buraya yazmam önerildiğinde pek sevindim. İnsan benim gibi yıllardır yazıp çizmeyince özlüyor bunu yapmayı, yine yazdığı bilinsin, birileri yazdığını beğensin istiyor. Ama her şeyden önce de yazdığı işe yarasın.
Bu yüzden “Bir düşüneyim” dedim öneren arkadaşlara, “pek kalmamış gibi görünüyor, ama yazılmamış, söylenmemiş bir şey ya da yeni bir yazma, söyleme biçimi bulursam yazarım, olur mu?..”
Çünkü yazmak başlı başına amaç değil benim için; bir tür düşünme, düşündüğünü yazarken geliştirme aracı.
Mesela neredeyse her şeyi değiştiren, daha da değiştirecek olan Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini tartıştık iki ay boyunca: Düne kadar birlikte olanlar ayrıştı, birbirlerinden koptular. İşgali düpedüz lanetleyenlerle “Ama Batı, Nato kışkırttı” diyenler pek tartışmıyor artık, saflar belirlendi, herkes eline ne geçerse onunla ateş ediyor kendi siperinden.
Benim de burada yeni bir sözüm yok. “Yıkılsın Putin”ciyim; Irak işgalini “ama eli kanlı Saddam, ama Halepçe” demeden, “işgal olduğu için” lanetlediğim gibi tıpkı; asker ve Kürt korkusuyla 3 Mart tezkeresine karşı çıkıp yine de suret-i haktan görünenlerden farkım bu.
Ama şimdi yeni yeni filizlenen bir tartışma var ve onu kurcalayayım istiyorum, çünkü büyüyecek ve çok farklı yerlere gidecek.
Konu, işgal altındaki Ukrayna’ya silah yardımı yapılmalı mı? Küresel iklim kriziyle mücadeleyi çok haklı olarak hayatının merkezi yapanlar bölünüyor sanki bu kez. Bir grup “Ukrayna’ya silah verilmemeli, bu savaşı daha da uzatır ve büyütür, fosil yakıt tüketimi daha da artar; zaten unutulmaya yüz tuttu, 2030-2050 Sıfır Karbon tüketimi hedefi tam bir hayal olur” görüşünde.
İkinci grup ise “Hayır, Ukrayna hızla silahlandırılmalı, Rusya işgale son vermeye zorlanmalı, ancak o zaman kontrol altına alınabilir fosil yakıt tüketimi” diyor.
Birinci grup susuyor bu tepkiyi duyunca, ama ikna olmuşların suskunluğu değil bu, hissediyorum, “Ya başaramazsak, ya çekilmezse Rusya”nın ötesinde bir şeyler geçiyor sanki akıllarından.
Şunu düşünüyor ama kendileriyle de çelişmekten ürküp henüz söyleyemiyorlar (belki söyleyenler de var ama ben bilmiyorum) sanki: “18. Yüzyıl sonrasının insan merkezli, Aydınlanma merkezli anlayışıyla, ulus devlet, bağımsızlık, toprak egemenliği gibi 1900’lerin değerleriyle tepki veriyorsunuz. Hayati olan nedir; Ukrayna’nın bağımsızlığı mı, yoksa dünyanın yok olması mı? Ve sordunuz mu öteki canlılara, sadece siz değil onlar da yok olacak çünkü.”
Buna verecek bir cevabınız var mı?
Ya da bu topyekûn paradigma değişikliği talebini şuralara vardıranlara: “Küresel iklim krizinin demokrasiyle, demokratik ülkelerle, demokratik dünyayla çözümü de mümkün değil; kalkınmayı, büyümeyi esas alan demokrasilerde bu yüz yıllar alır, oysa dünyanın zamanı bitti, ancak eli sopalı birileri durdurabilir bu gidişatı…”
Benim için de yeni, ne diyeceğimi, ne düşüneceğimi tam bilemediğim bir tartışma bu. Anne paradigmaları kolay sarsılmıyor çünkü.
Yazma sebebim de bu; tartışılsın, düşündürtsün istedim. Umarım olur, tartışmaya, yazmaya devam ederiz…
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***