YORUM | M. NEDİM HAZAR
İnsan belleği çok tuhaf…
Hele ki yaşlılıkta öyle oyunlar oynuyor, olmadık anlarda öyle hafıza rafından öyle hadiseleri çekip öne alıyor ki, hakikaten hayretler içinde kalıyor insan.
Oruç şüphesiz pek çok hissiyatın dirilmesi, üzerindeki cürufların atılması, pasların dökülmesi demek.
İnsan, dünyevi ihtiyacını minimize ettikçe bazı hasletler tekrar aktif oluyor sanırım.
Ya da bana öyle geliyor.
Zaman kavramının ne kadar göreceli olduğunu anlıyoruz mesela.
İftara doğru giderek ağırlaşıyor sanki zaman. Bırakınız yelkovanı saniye çubuğu bile bastonlu bir ihtiyar gibi titreyerek ilerliyor akşam vaktine.
Ramazanın ilk günü üzeri küllenmiş bir hatıram geldi aklıma.
Rahmetli Hacı Hasdemir’i yad etmem gerekiyormuş diye düşündüm.
Bir Bursaspor deplasmanına giderken yolda açtığımız oruç.
Hayatımın en tatlı iftarlarından biriydi eminim.
Bu vesile ile size biraz Hacı Hasdemir’den bahsetmek isterim.
Genç kuşak tanımaz çünkü Hasdemir’i.
Genç yaşta kaybettiğimiz spor muhabirimizi.
Hayat hatırladıklarımızmış gerçekten.
Ünlü yönetmen Alfred Hitchcock, sinemada kurguyu tarif ederken şöyle bir laf eder: “Film, hayatın sıkıcı karelerinin kesilmiş halidir.” Bir sanat dalı için belki bir anlam ifade edebilir bu tanım. Ancak, hayat bazen sıkıntı ve meşakkatleriyle de bir film kadar orijinal, özgün ve etkileyici olabilir. Galiba, şöyle bir şey demek en doğrusu; hayat hatırladıklarımızdır!
2013 yılının Kasım ayıydı sanırım. Son bir haftayı şahsen çok sıkıntı içinde geçirmiştim. Ancak Cuma günü en zor olan, hayatımın en sıkıntı günlerinden biriydi. Cuma namazı saatinde gelen bir mesaj ve hemen ardından telefon acı haberi ulaştırdı: Hacı Hasdemir vefat etmişti.
Beni yakından bilen dostlarım, Hacı Hasdemir’in benim için ifade ettiği anlamı bilirler. Özellikle o yıllarda, neredeyse her hafta Hacı için dua talep etmiştim dostlarımdan. Zira Hacı’yı her ziyaretim aynı temenni ve beklenti ile neticeleniyordu: “Dost, arkadaş ve tanıyanlar dua etsinler.”
1996 yılında Hacı daha çiçeği burnunda bir spor muhabiri iken tanışmıştım onunla. Yeni mezun olmuş, kendi halinde, son derece sakin bir genç. İmanın verdiği sekine ve sükunet hali, neredeyse her anına hakimdi.
Sevgili Hacı işini o kadar severek yapan bir gazeteciydi ki, yaşadığı ağır hastalığın en sıkıntılı anlarında bile zihni ona oyunlar oynayıp, sanki her an maça gidebilecekmiş gibi hazır olabileceğine inandırmıştı. Son ziyaretimizde, “Abi hadi Bursa maçına gidiyor muyuz?” demişti. Ve hasta yatağında olduğu için görevini yerine getirememenin hüznünü yaşıyordu. Beraber gittiğimiz maçlarda çoğu kez stat ışıkları sönmesine rağmen federasyon görevlileriyle beraber Hacı’yı beklediğimizi bilirim.
“İnsanı tanımak için beraber yolculuk yap” derler ya, dört yıla yakın bir süre neredeyse her 15 günde bir yolculuk yaptım Hacı ile. Beraber kaç kez aynı odada kaldık sayısını unuttum. Ve yol; bilirsiniz, hatıra demektir.
Vefalı insan Hakan Şükür, Hacı’nın son anına kadar hep yanında oldu, elini tuttu!
Şuna şahit olmuştum; bazı insanların enerjisi yüksek olabilir, yorulmak, dur durak nedir bilmeyebilirler. Ama bütün bunlara rağmen yüzündeki tebessümü yitirmeyen insan sayısı çok azdır.
Çehresinde Muhammedî (sas) bir tebessümü 24 saat taşıyan bir güzel insandı Hacı Hasdemir. Bizzat şahit oldum zira uyurken bile tebessüm ederdi. Eminim şimdi kabrinde de aynı yüz ifadesiyle istirahat ediyordur.
Onca kilometre yol teptik, o kadar maceralı, sıkıntılı seyahatler yaptık, öğrenci yurdundan 5 yıldızlı otellere kadar pek çok yerde beraber konakladık. O gün tabutunu taşırken aklımdan şöyle bir şey geçti: Bir kere de üzseydin, kırsaydın, ne bileyim tartışsaydın be kardeşim! Helal edecek hakkım olsaydı birazcık!
Gidenin arkasından olumlu konuşma mecburiyeti değil bu inanın… Kalp kırdığını görmedim, sesini yükselttiğine şahit olmadım. Zikzaksız, dümdüz bir hayat çizgisinde yürüyen mütevazı bir adamla dostluk ettim yıllarca.
Çalışkan, dürüst, yorulmak bilmeyen bir gazeteciydi ama hepsinden öte, yaşayan nadir iyi insandan biriydi.
Evladını elleriyle toprağa vermenin acısını yaşamıştı rahmetli!
Dünyanın çirkinlikleri ona hiç bulaşmadı, büyük sınavlar geçirdi. Evladını yitirdi, o derin imanı sarsılmadı, atlattı. İmtihanın idrakindeydi. Rabbim sonunda her iyiyi olduğu gibi yanına aldı, dünya hayatının sıkletini çekip aldı omuzlarından.
Rahatsızlığını duyduktan sonra ziyaretine gidip gelmeye başladığımda ayaklarımın ona doğru gitmediğini fark ettim. Her gittiğimde on yaş yaşlandığını görüyordum. Açıkçası dayanamıyordum. Ağır geliyordu ona içinde bulunduğu durum, kabullenemiyordu bir türlü. Bu nedenle aklı ona oyun oynuyor, kim bilir nelere inandırıyordu kendisini? Her gidene halini soruyor, mutlu haberle umutlanıyor, başını yere eğenlerle daha çok hüzünleniyordum.
Bütün dünyası dostları ve mesleği olan bir güzel insanın yatağa mahkum yaşamasındaki travmayı kimse tahmin edemez.
Galatasaray UEFA Kupasını aldığında Kopenhag’da gözyaşları içinde yazdırdığı maç yazısındaki mutlu yüzü: “Ne ciğer varmış Popescu’da arkadaş, penaltı sonrası attığı depar ciğerlerimizi yaktı…” En iyi fotoyu çekebilmek için futbolcularla beraber koşan bir muhabir düşünün.
İzmir, Bursa, Sakarya, Ankara, Antep, Antalya, Diyarbakır, Köln, Amsterdam, Kopenhag ve daha onlarca şehir. Hepsinde onunla yaşadığımız anılar… Sadece futbolu değil, bir mefkureyi paylaşmanın verdiği kardeşlik anıları.
Gassal, isminin yazılı olduğu defin etiketini zımbalarken tabutuna, tutamadım kendimi. Çünkü gönlüne o imanı ve iyiliği zımbalayanın yanına yollarken onu, dünyadan bir iyi insan daha eksilmişti. Güzellik bir eksilmiş, hakiki bir kardeş azalmıştı ne yazık ki! Oğlunun yanına defnettik onu.
Güzel insandı Hacı Hasdemir.
Şahit yaz ya Râb!
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***