DEVA Partisi lideri Babacan, yolsuzluğun üçte ikisinin inşaat alanında olduğunu belirterek “Bu aynı zamanda siyasetin ve siyasetçinin finansmanında da en önemli alan olarak belirtilebilir” açıklamasında bulundu ve Meclis’e sevk edilmesi gereken bir numaralı yasanın siyasi etik yasası olduğunu söyledi.
DEVA Partisi, Perşembe günü Bursa’da düzenlenen lansmanla, iktidara gelmeleri durumunda ilk 90 ve 360 günde hayata geçirmeyi taahhüt ettikleri ‘Yerel Yönetim ve Şehircilik Eylem Planını’ kamuoyuna duyurdu. DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, organizasyonda Karar yazarı Semra Alkan’ın sorularını yanıtladı.
İnşaat sektörünün önemine değinen Babacan, Türkiye’deki yolsuzluğun üçte ikisinin de bu alanda olduğunu dile getirerek “Bu aynı zamanda siyasetin ve siyasetçinin finansmanında da en önemli alan olarak belirtilebilir” dedi.
PLANI, BABACAN VE KARLI TEKİN ANLATTI
20 ayrı başlıkta eylem planı hazırlayan DEVA Partisi, şu ana kadar ‘Tarım, Afet Yönetimi, Sosyal Politikalar, Demokrasiye Geçiş, Yarına Atılım ve Ekonomi’ eylem planlarını açıkladı.
Perşembe günü de Bursa’da düzenlenen ‘Yerel Yönetimler ve Şehircilik Eylem Planı’ lansmanında 101 maddeden oluşan eylem planını, DEVA Partisi Genel Başkan Ali Babacan ile partinin Yerel Yönetimler ve Şehircilik Politikaları Başkanı Candan Karlıtekin anlattı.
Yerel Yönetimler ve Şehircilik Eylem Planı’nda dikkat çeken maddeler şu şekilde:
“Güçlü, etkili ve verimli yerel yönetimler için ‘Yerinden Yönetim’ ilkesi esas alınacak. Kayyum uygulamalarına son verilecek. Büyük ve önemli projeler halka sorulacak. Belediyelerdeki rantla mücadele edilecek. On yıl içinde doğal afetler karşısında zayıf konut kalmayacak. Cem Evleri’ne mekân ayrılacak. Şehirde yenilenebilir enerji üretimi organize edilecek. Şehirdeki taksi meselesi çözülecek. Gençlerin yurt sorunu çözülecek. Sokak hayvanlarının yönetimine dair aksaklıklar giderilecek.”
Candan Karlıtekin, eylem planıyla ilgili “Yaklaşık iki yıl üzerinde titizlikle çalışılmış bir eylem planı bu…” derken, Ali Babacan’ın eylem planı kitapçığı giriş bölümündeki “Kültürel ve tarihsel mirasımıza saygı duyarak şehirlerimizin ruhunu korumak ilk hedefimizdir. Bir diğer deyişle amacımız, şehirlerimizin nesiller arası aktarımını korumaktır” sözleri de dikkat çekti.
‘EKONOMİ YÖNETİM POLİTİKALARINA KRİZ SONRASI DÖRDÜNCÜYÜ EKLEDİK’
Toplantı sonrasında Babacan, KARAR yazarı Semra Alkan’ın şu sorularını yanıtladı:
“Tarih veriyorum. Enflasyonu, ikinci senemizde tek haneli seviyelere yeniden indireceğiz. Biz yapamayacağımız bir şeyin sözünü hiç vermedik. Ama bir söz veriyorsak bu sözümüzü mutlaka tutarız” diye bir açıklamanız oldu. Bu noktada, mutfakların yangın yerine döndüğü bugünlerde enflasyonu tek haneye nasıl düşüreceksiniz?
Ekonomi yönetiminde aslında klasik anlamda üç politika alanı vardır. Bir de 2008-2009 krizinden sonra buna dördüncüsünü ekledik. Bu üç alan nedir? Para politikası, maliye politikası ve yapısal reform dediğimiz alan. Dördüncü alan olarak da bizim makro ihtiyati tedbirler diye ciddi bir inovasyon olarak kattığımız bir alan oldu. Yani bankacılık sistemi üzerindeki düzenlemelerle para politikasında ve maliye politikasında oluşturduğumuz etkiye benzer etkiler oluşturabiliyorsunuz sonuçlar açısından baktığınızda. Dolayısıyla, dört tane önemli alan var.
‘HAYAT PAHALILIĞININ BİR NUMARALI SEBEBİ KONTROLÜN ELDEN KAÇMASI’
En önemli konulardan bir tanesi döviz kuruyla ilgili bir an önce bir sükûneti getirmektir. Yani döviz kurunun bu kadar belirsiz ve dalgalı olması, aşırı hareketli olması, öngörülemez olması şu anda hayat pahalılığının en önemli sebebidir. Açıkçası Türkiye’de hayat pahalılığının bir numaralı sebebi döviz kurlarıyla ilgili kontrolün elden kaçmış olmasıdır. Döviz kurlarını kontrol etmek için de Merkez Bankası’nın elinde çok önemli iki tane enstrüman vardır. Bunlar faiz politikası ve elindeki döviz rezerviyle piyasaya müdahalesidir. Merkez Bankası’nın bir an önce bağımsız olması, Merkez Bankası’nın başına ve Para Politikası Kuruluna ehil ve dürüst insanların atanması zaten enflasyonla ilgili sorunun çözümünü çok hızlandıracaktır. Bir numaralı konu budur.
‘MERKEZ’İN ELİNDE ŞU ANDA HİÇ YETKİ KALMADI’
Bizim ekonomi eylem planımızda Merkez Bankası Başkanı adaylarının mutlaka Meclis’e gidip, Plan ve Bütçe Komisyonu’nda soru ve cevap oturumuna girmesi gerektiğini söylüyoruz. Bu bir oylanma, tasdik edilme veya bir Meclis onayı anlamında değil. Ama gitsinler kendilerini anlatsınlar diyoruz. Orada muhalefet milletvekilleri, iktidar milletvekilleri ve basın var. Üç ya da dört tane aday varsa, önce bir gitsinler, kendilerini anlatsınlar, soru ve cevap olsun. Ne yapacaklarını söylesinler, böylelikle toplum önünde bir taahhüde girsinler o soru ve cevaplarla… Bir de kamuoyunun bir kantarına çıksınlar. Yani bir değerlendirmeden sonra Merkez Bankası Başkanı’nın görevlendirilmesini istiyoruz. TÜİK Başkanı ve BDDK Başkanı için de aynı şekilde… Dolayısıyla Merkez Bankası’nın bağımsız olması ve Merkez Bankası’nın bu iki enstrümanı yani döviz rezervi ve faiz oranı enstrümanını bir an önce eline alması gerekiyor. Aksi halde Merkez Bankası’nın şu anda elinde hiçbir yetki kalmamış durumda. Açıkçası tamamını Cumhurbaşkanı’nın talimatıyla yapıyor ve yanlış talimatlar sonucunda da yanlış sonuçlar oluşuyor.
İkinci önemli konuda bu işin bütçe tarafı, maliye politikası tarafıdır. Bütçe tarafında da enflasyonla mücadeleye yardımcı olacak bir gelir ve gider kompozisyonu oluşturmak gerekiyor. Artı bir de yapısal reformlar tabi. Yapısal reformlarda sektör sektör konuları ele alıp, sektörlerle ilgili maliyeti artıran unsurlar nedir? Rekabet mi iyi çalışmıyor? Verimsizlik mi var bir yerlerde diye tüm bunlara bakıp, özellikle maliyet tarafında ne yapılabilir bununla ilgili konulara eğilmek gerekiyor. Makro ihtiyati tedbir tarafında da özellikle talep kaynaklı enflasyon üzerinde etki olur. Ki şu anda Türkiye’nin fazla böyle bir sorunu yok bu aşamada.
‘ENFLASYONUN EN ÖNEMLİ KAYNAĞI MALİYETLER’
Enflasyonun en önemli kaynağı şu anda maliyetlerdir. Maliyetler fiyatı artırıyor. Bazen tersi de olabiliyor. İnsanların elinde harcayacak o kadar çok para oluyor ki, çok talep oluyor o da enflasyonu tetikleyebiliyor. Şu anda Türkiye’nin sorunu öyle bir sorun değil. Gerçi dikkat etmek lazım. Çünkü Merkez Bankası şu anda sürekli operasyonlar yapıyor. Parasal genişlemede ölçüyü kaçırırsa bir de başka türlü bir sorun da yaşayabilir.
Son dönemde Merkez Bankası rezervlerinin tükenmesi, ABD’de FED’in faiz artırma beklentisi, Rusya-Ukrayna savaşının uzaması gibi olumsuz nedenler sonucunda ‘Türkiye’de doları frenlemek zor olabilir’ diye yorumlar yapılıyor. Sizin bu konuda görüşünüz nedir?
Savaşın içindeki ülkeler döviz kurlarını baya bir tutuyorlar. Biz savaşın dışında izleyen bir ülke olarak tutamıyoruz. Yani bu tamamen kötü yönetim, başka bir şey değil.
‘ENFLASYON ÖNDEN KOŞUYOR, MAAŞ ARTIŞLARI YAKALAMAYA ÇALIŞIYOR’
Aklı başında bir Merkez Bankası yönetimi olsa hiçbir şey olmaz. Anında kontrol altına alırlar. Ama kimse karışmayacak. Yani Merkez Bankası doğru bildiğini yapacak. Benim işim enflasyonu düşürmek. Çünkü enflasyon düşmeyince refah artışı mümkün değil. Çünkü maaş artışı yapıyorsunuz ama maaş artışları hep enflasyonu arkadan yakalamaya çalışıyor. Enflasyon önden koşuyor, maaş artışları arkadan o koşan enflasyonu yakalamaya çalışıyor. Dolayısıyla bu bitmez bir süreçtir. Türkiye 34 sene bir girmiş bu kısır döngüye, 70’lerde, 80’lerde, 90’larda, 34 sene bu ülkede enflasyon iki haneli, üç haneli olmuş. Kimse düşürememiş.
‘BİZ ENFLASYONU NASIL DÜŞÜRDÜK?’
Biz enflasyonu nasıl düşürdük? Biz söylediğim üç alan ki dördüncü alanı 2008-2009 döneminde devreye soktuk. Bu üç alanda gerekeni yaptık. Ve kararlılıkla yaptık. Bu konuda çok sağlam duracağımızı da bütün dünya âleme ilan ettik ve gösterdik. Zaten enflasyonun düşeceği ile ilgili kanaat oluştuğu anda faizler hemen düşüyor. Faizler düşünce, faizlerin düşmesinden kaynaklanan bir ekonomik canlanma zaten geliyor. Dolayısıyla bu bir öncelik sırasıdır. İlk öncelik olarak, enflasyonun düşeceğine dair kararlı bir mücadele başlıyor ve artık enflasyon düşecek kanaati hızla oluşuyor. Bu piyasa faizlerini düşürüyor. Piyasa faizleri düştüğü zaman da arkadan yatırımlar başlıyor, alışveriş canlanıyor. Biz bunu yaptık. Bu sürecin pratiğini yaşayanlar olarak çok iyi bir teknik ekibimiz var. Merkez Bankası tarafında da, Hazine tarafında da yönetmiş, enflasyonu düşürmüş bir teknik heyet var. Bir de siyasi kadrolarımızda yine bu konuda tecrübeli, işi bilen insanlar.
Dediler ki kur düşecek mi? Kur bir kere yükseldiği zaman çok geri gelmiyor. Ama önemli olan onu makul bir yerlerde tutarken, arkadan gelir seviyesini yükseltmek için çalışmak ve ekonomiyi canlandırmaktır. Dolayısıyla enflasyonu yavaşlatırken ekonomiyi canlandırmak, alışverişi canlandırmak ve insanların refah seviyesini yükseltmek önemlidir. Bunun çözümü bu. 2001-2002 krizini çözerken de böyle yaptık, 2008-2009 küresel krizini çözerken de böyle yaptık. Yani tamamen dürüst ve ehil kadrolarla, istişareyle… Çözüm buralarda yani. Sadece ekonomiyle ilgili sorunlarda değil, her türlü sorunda çözüm buralarda, fazla uzakta aramamak lazım. İşi bilenlerle çalışmanız lazım. Başka türlü olmaz.
‘İNŞAAT KONUSUNDA BAŞBAKANLA ÇOK TERS DÜŞTÜK’
İnşaat sektörünü, inşaata dayalı büyüme sürecini çevre konusuyla birlikte nasıl değerlendirirsiniz?
İnşaatı altyapı ve üstyapı olarak ikiye ayırabiliriz. Altyapı tarafı biraz önden gitmesi gereken bir konu. Yani büyümenin önünü açması gereken bir konu. Üstyapı tarafının da büyümenin ve refahın sonucu olması lazım. Yani biraz geriden gelmesi lazım. Bu ikisi karıştırılıyor. İnşaat sektörü çok önemli, lokomotif sektör, kaç yüz tane sektörü hareket ettiriyor. Dolayısıyla bütün kaynakları inşaata ayırırsak ülke oradan büyüyecek. Bu pek öyle olmuyor. Bunu zaten yaşadık. Başbakan Yardımcılığım döneminde bunun sıkıntılarını baştan görünce, o dönemde ben çok uyardım. Başbakan’la ters düştük. Kamuoyu önünde, gazetecilerin önünde sürekli ters düşüyorduk o günlerde. Ve ne oldu? Türkiye’nin dışardan çok borçlandığı bir dönemde, borçlanılan kaynaklar ağırlıklı olarak lüks ofis, lüks AVM, lüks konutlara yatırıldı. Ve o yatırım döviz üreten bir yatırım değil.
‘REFAHIN BORÇLA YÜKSELMESİ DOĞRU DEĞİL’
Sanayiye yatırılması gereken, ihracat ve turizm üzerinden döviz geliri getirmesi gerekirken o yatırımlar, döviz geliri getirmeyecek alanlara yatırıldı. Ve ilk kriz inşaat sektöründen ve enerji sektöründen çıktı. Bandı geri saralım, ben ayrıldıktan sonraki ilk kriz iki sektörde çıktı. Dolayısıyla, üst yapının refahın artmasından sonra gelmesi lazım. Önce kazanmamız, önce hak etmemiz lazım. Ondan sonra o hak ettiğimiz refahı yaşamamız lazım. Yoksa borçla refah yükseliyorsa ülkede bana göre bu çok doğru bir şey değil. Çünkü bu suni oluyor, geçici oluyor. Ondan sonra da böyle krize düştüğümüz zaman da büyük bir hayal kırıklığı oluyor. Bu bağlamda, basamak basamak gitmek lazım. Önce çalışmak lazım, sonra lüks konut, AVM, lüks ofisler. Türkiye’de bu sıralama kaydı. Ama bunun da asıl sebebi Candan Bey’in bugünkü sunumunda da belirttiği imar rantları konusudur. Bu noktada; lüks konut, lüks AVM, lüks ofis demek eşittir emsal değişikliği…
‘YOLSUZLUĞUN ÜÇTE İKİSİ BURALARDA’
Dolayısıyla, dövizle yatırım yaparız, dövizle borçlanırız ama sonra yatırımımız döviz üretir tekrar. Bunda hiçbir sorun yok. Ama inşaatta öyle olmadı. Ve her bir proje korkunç para kazandırdı. Türkiye’de açıkçası, bu yolsuzluk dediğimiz alanın üçte ikisi toplam para olarak buralarda. Ve bu aynı zamanda siyasetin ve siyasetçinin finansmanında da en önemli alan olarak belirtilebilir. Onun için zaten bir türlü önlenemiyor. Onun için bu ikisi iç içe geçmiş alan bir türlü birbirinden sıyrılamıyor. Çok kararlı olmak gerekiyor ve bunları iktidarın ilk 90 gününde yapıp, geçmek gerekiyor. Onun için ilk 90 gün diyoruz. Aksi halde mümkün değil. Bakanlar bir göreve gelsin, kurumların başına geçsin, 1 ay sonra iklim değişir. Şu açıdan söylüyorum: Bazı şeyleri zamanında yapmazsak, zamanında tedbir almazsak yeni atanacak Bakanlar eski usule hemen dönebilir. Çünkü kuşatılıyorlar. İnsanlar şimdiden yatırım yapmak istiyor, kim olabilir diye bakıp, kuşatıp, hemen özel ilişki geliştirmeye başlıyorlar. Ki göreve geldiği anda özel ilişkilerde menfaat sağlanma başlasın diye. Dolayısıyla bunları baştan çok hızlı yapmak ve kesin tavır almak lazım.
‘MECLİS’E SEVK EDİLMESİ GEREKEN BİR NUMARALI YASA, SİYASİ ETİK YASASI’
Biz şunu da yaptık. Parlamenter Sistem çalışmasının son bölümünde siyasi etik konusu yer alıyor. Aslında Parlamenter Sistemle hiçbir alakası yok. Bizim çalışmamız var, kendi partimiz içinde de siyasi etik yönetmeliği var. Bunu da dedik biz bu masada konuşmak istiyoruz. Sağ olsunlar kabul ettiler. Bu da çok önemliydi. Çünkü bütün Genel Başkanların imzasının bunun altına alınması Türkiye’nin geleceği açısından çok önemliydi. Dolayısıyla günü geldiğinde ki bizdeki toplantıda da söyledim; Meclis’e sevk etmemiz gereken bir numaralı yasa siyasi etik yasası olmalıdır. İlk oradan başlamamız lazım.
Çevre konusunu iki başlıkta ele alabiliriz. Birincisi bizi doğrudan ilgilendiren ve doğrudan kontrolümüzde olan konular. Yani fabrikaların katı atıkları, sıvı atıkları ya da daha yeşil bir şehir nasıl olur gibi. Bir de ikinci başlığı var. O da küresel ısınma. Küresel ısınmayla ilgili Türkiye’nin tek başına yapacaklarının dünyadaki gidişe etkisi yok maalesef. Çünkü Amerika ve Çin başta olmak üzere bu iki tane büyük kirletici ülke tedbir almazsa hiçbir işe yaramıyor. Türkiye olarak istediğiniz kadar emisyonlara dikkat edin, elektrikli araçlara geçin, fabrika bacalarını takın, faydası olmuyor. Buralarda bizim dünyadaki bu konuyla ilgili yapılan müzakerelere, toplantılara aktif katkı vermemiz ve aktif katkımızla büyük kirletici ülkeleri sürekli baskı altında tutmamız en önemli yöntemdir. Tabii ki kendi katkımızda önemlidir. Dolayısıyla küresel ısınmayla ilgili kendi içimizde tedbir alırken bir de diğer ülkeleri zorlamak gerekiyor.”
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***