YORUM | ALPER ENDER FIRAT
Önceki gün Adana’da çarşaflı bir kadının başörtülü polis tarafından coplanması, AKP iktidarının İslamcı mahalleye vurduğu en ağır darbelerden birisiydi. Bu cop, yıllarca kendi çapında başörtüsü için mücadele vermiş AKP tabanının, özellikle de okumuş kesiminin kafasında patladı.
Sembolleri seven, onlara yoğun anlamlar yükleyen İslamcı mahallede, başörtü takmış kadın polisin, örtülü kadını coplarken çekilen o fotoğraf karesi uzun süre belleklerinden silinmeyecek.
AKP Cemaat’e çok daha ağır zulümler yaptı ama bu başka, bu kez kurt kurda saldırdı. Kurt kuzuya saldırdığında, kurtlar arasında mevzu olmaz, ama başka bir kurda saldırdığında kafalar karmakarışık olur.
1980’li, 90’lı hatta 2000’li yılların İslamcı Mahallesi, bütün paradigmasını başörtüsü mücadelesi üzerine kurmuş, onunla sembolize etmişti. Onlara göre başörtüsü dinin en temel rükünlerinden birisiydi ve bu özgürlüğü savunmak, eylemlere destek vermek, yürüyüşler, oturma eylemleri, imza kampanyaları düzenlemek hatta bunun için dayak yemek cihat sevabıyla eş değerdi.
Bacılarınızın başörtüsü hakkını savunmanın yanında namaz kılmanın ya da diğer farzların neredeyse bir önemi yoktu. Yasaklananın özgürlüğü için mücadele ederken, serbest olanla mesela namaz kılmayla hatta oruç tutmayla pek ilgilendikleri söylenemezdi. Sanki dinin tek bir emri vardı o da kadınların başlarının örtülmesiydi. Siyasal İslam demek tam da böyle bir şeydi.
Başörtüsüne özgürlük mücadelesine abanabildikleri kadar abandılar. Türkiye’nin siyasal İslam’ı bu yasağı tam bir manivela olarak kullandı. Kemalistler yasakta ne kadar kararlı davranırsa bu mahalle o kadar genişliyor, büyüyordu.
Tabi olayın başka bir yönü de vardı…
Zamanında, ülkede pek çok yapısal değişikliğe imza atan dönemin başbakanı, daha sonra da Cumhurbaşkanı Turgut Özal, en çok bu başörtüsü yasakları üzerinden yıpratıldı ve daha önemli değişiklikler yapması böylece engellendi. Bugün yasaklayanlarla, yasağa karşı gelenleri aynı karede görünmesini, garip bir ironi olarak mı yoksa maskelerin düşmesi olarak mı yorumlamak gerekir bilemedim. Daha dün Oda TV ile Milli Gazete’nin Fethullah Gülen ile ilgili haberin ve kullanılan dilin noktası virgülüne kadar aynı olduğunu görmek, siyasal İslam’ın adresini de göstermiyor değil.
Tam burada bir küçük hatıramı anlatmak istiyorum. Şimdi Silivri’de tutuklu bulunan Zaman’ın Ankara Temsilcisi Mustafa Ünal ile muhabirlik yaptığımız dönemde, 12 Eylül’den sonra kurulan Milliyetçi Demokrasi Partisi Genel Başkanlığı yapmış emekli orgeneral Turgut Sunalp’i ziyarete gitmiştik. Sunalp’a, “Necmettin Erbakan’ı Avrupa’dan Türkiye’ye ilk getirip parti kurduranın siz olduğunuz söyleniyor,” dediğimizde “Yok, ben getirmedim ama bir takım mahfillerde konuşuluyordu onun getirilmesi” demişti. Benim kulaklarım Turgut Sunalp’in ağzından o sözleri bizzat duydu.
1940’lı, 50’li yıllarda İslam dünyasını etki altına alan iki görüş vardı. Bediüzzaman insanlarda inanç zaafı olduğunu ifade ederek, bu meseleye odaklanmak ve çabalamak gerektiğini söylüyordu. Buna mukabil Mısır’da ortaya çıkan İhvan-ı Müslim Hareketi, devlet yönetimine talip olup, İslam’ın ne denli hakperest, doğru ve çağın ihtiyaçlarına cevap veren bir sistem olduğunun gösterilebileceğini savunuyordu.
Türkiye’deki siyasal İslam ve Milli Görüş çizgisi de işte bu geleneğin bir devamı olarak ortaya çıkmıştı. En azından bu düşüncenin üzerine bina ettiler yapılanmalarını. Dindarlar iktidara gelecek, adaletle ve doğrulukla yönetecek, insanlar bu şekilde İslam’a tekrar yöneleceklerdi.
Kemalistlerin de -yasaklar üzerinden- yardım ve yataklığıyla iktidar oldular, ancak İslamcılar iktidara geldikten bir müddet sonra anladık ki dağıttıkları adalet değil, yönetici kadroya ihale ve büyük pastadan paydan başka bir şey değilmiş.
Ancak uzun yıllar boyu hasretini çektikleri başörtüsü özgürlüğü ve kurumlara başörtülülerin girmesi AKP tabanında Nirvana’ya ermenin diğer adı oldu. İktidar sarhoşu olmuşlardı. “İktidara gelme amacı, ilkeler, dinin emirleri…” gibi uyarıları dinleyecek halde değillerdi. Kızılelma’ya yani başörtüsü özgürlüğüne kavuşmuşlardı.
Üstüne üstlük Hizmet Hareketi’yle kavgaya tutuşmak da, yapılan hırsızlıklara, yolsuzluklara bir perde oldu. Çünkü İslamcılar geçmişte de Hizmet Hareketinden hazzetmemişler, önlerinde hep engel görmüşlerdi. Kavga başladığında da iktidarın akıl hocaları tabana konuyu İslam’ın iktidarını yıkmak isteyenlerin saldırısı olarak anlattı ve bunda da başarılı oldu.
Hırsızlık, yolsuzluk, zulüm, terör gemi azıya almıştı ama başörtüsü serbestti.
İslam iktidar olacak, insanlar hakperest insanların adaletle yönetimini görecek ve İslam’a ısınacaklardı.
Oysa bunun tam tersi oldu, yönetime gelenler ülkede bulunan adaletin kırıntılarını da alıp götürdüler. İktidarı ve pastayı kaybetmemek için şeytanla bile anlaştılar. Dünyadaki ve ülkedeki bütün şeytani oluşumlar en yakın arkadaşları oldu. İnsanların din ve tarih adına sempati duydukları ne varsa iğdiş ettiler. Bu topraklarda ateizmin ve deizmin hiç olmadığı kadar yayılmasına yol açtılar.
Bence önceki gün başörtülü polisin, çarşaflı bir kadına vurduğu cop darbeleri İslamcı mahalleyi bu kan uykusundan uyandırabilecek sembolik bir olay. Aslında o darbeleri AKP tabanına, hele de yıllarca başörtüsü mücadelesi edenlerin kafasına vurdu. Siyasal İslamcıları iktidara götüren başörtüsü bundan sonra zulümlerinin simgesi olacak.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***