“Bu yazıyı yazdığım şehirde bombardıman yok. Evlere Rus füzeleri düşmüyor, hava saldırısı sirenleri çalmıyor. Keşke Ukraynalılar da aynı şeyi söyleyebilselerdi.”
Bir ay Ukrayna’dan haber geçtikten sonra, ardımda ne zaman biteceği belli olmayan korkunç saldırılar altında bir ülke bırakıp geldim.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in neler yapabileceğini bilmiyor değildim, 2014’te Kırım’ın ilhak edilmesini, ardından Ukrayna’nın doğusunda Rus yanlıları tarafından çıkarılan savaşı da gazeteci olarak izlemiştim.
Yıllarca Rusya’da da gazetecilik yaptım, geçen yaz “güvenlik tehdidi” oluşturduğum gerekçesiyle sınır dışı edilene kadar muhaliflerin zehirlenmesini ve öldürülmesini, Çeçenistan ve Gürcistan’daki savaşı, Beslan kentindeki feci okul baskını izledim.
Yine de geçen ay Kiev’e gittiğimde Putin’in Ukrayna’ya topyekün savaş açacağını sanmıyordum. Savaş fikri mantıksız ve feci geliyordu. Rusya ve Ukrayna’da kiminle konuşsam, aynı fikirdeydi.
Ama 24 Şubat’ta hepimize yanıldığımızı gösteren bir patlamayla uyandım.
Savaş başladığı zaman Nika öylesine korkmuştu ki, piyanosuna oturup olabildiğince gürültüyle tuşlara vurdu ve çığlık attı. 15 yaşındaki genç kız bomba seslerine dayanamıyordu.
Nika, Ukrayna’nın ikinci büyük kenti Harkov’dan ancak onunla küçük bir kentte, Rus savaş uçaklarından korkup kaçan ailelerle dolu karanlık bir motelde buluştuk.
Motele vardığımızda resepsiyoncu bizi kantine götürüp, personel yasak başlamadan evine gitmek için dışarı çıkmadan önce alel acele bir şeyler yememizi söyledi. Hava karardıktan sonra dışarı çıkılanlar vurulma tehlikesiyle karşı karşıyaydı.
“Işık yakmayın, fazla sıcak su kullanmayın,” dedi. En yakın sığınağın yerini sorduğumuzda mutfağın arkasında bir yer gösterdi.
Nika birkaç gündür oradaydı ama pek uyuyamıyordu. Her sabah aklından ilk olarak “Çok şükür hayattayım” düşüncesinin geçtiğini söyledi.
Savaşın ilk haftasını teyzesinin bodrumunda geçirdiklerini anlatan Nika, “Paniklemiştik, çünkü hayatımızın tehlikede olduğunu düşünüyorduk. Soğuk ve küçüktü. Fazla yiyeceğimiz yoktı. Çok travmatik bir dönemdi” diyor. “Şimdi en ufak bir sesten korkuyorum. Birisi el çırpsa ağlayabilirim. Titremeye başlarım.”
Nika el fenerinin ışığıyla telefonundaki resimleri gösteriyor. Savaştan önce arkadaşlarıyla gülerken, parkta ya da evde çekilmiş fotoğraflar bunlar.
“Dönmekten başka bir isteğimiz yok” diyor. “Ailelerimizin yarın hayatta olacağını bilmek istiyoruz. Barış istiyoruz.”
Harkov, Rusya sınırından sadece 40 kilometre uzaklıkta. Kent sakinlerinin çoğunun ana dili Ukraynaca değil Rusça ve sınırın öte yanında akrabaları var. Putin, büyük olasılıkla bu nedenle Harkov’a kolayca girip alacağını düşündü. Mariupol, Sumi veya Herson’a öyle. Ancak buralardaki ruh hali konusunda yanıldı.
2014’te Ukrayna’nın doğusundaki savaş ülkeyi değiştirmiş ve Rusça konuşanlar arasında bile daha güçlü bir ulusal kimlik oluşmasına hizmet etmişti. Ancak şimdi işgal söz konusu olduğu için, “kardeşlik” ilişkilerini paramparça etti. Bizzat Putin’in koruduğunu öne sürdüğü insanlar ölüyor.
Artık kontrol noktaları ve buğday tarlalarına kazılan siperlerle dolu olan ülkede seyahat ederken, Rusya’ya ya da Putin’e “defol” diyen dev panolar gördük.
Yollardaki bazı işaretler de doğrudan Rus askerlerine hitap ediyordu. “Ailelerinizi düşünün. Teslim olun ve hayatta kalın” diyordu bir tanesi.
Çarpışmaların ilk üç haftasının çoğunda, Harkov’un 200 kilometre güneyindeki Dnipro kentindeydik.
Rusya diğer kentleri bombalarken, Dnipro göreceli olarak güvenli bir yerdi. Ancak 11 Mart’ta, siren sesleri ardından şehrin merkezinin vurulduğu haberiyle uyandık.
Kısa süre içinde Rus füzelerine hedef olan ayakkabı fabrikasına vardık. Saldırıda fabrikada güvenlik görevlisi olarak çalışan bir emekli ölmüştü.
Yakınlardaki apartmanın merdivenlerinde cam kırıklarını süpüren Nataşa, oğlunun nasıl korktuğunu anlatırken fenalaştı. Elleriyle yüzünü kapatıp, ağladı.
Rusça konuşan Nataşa, Rusya’nın neden bunu yaptığını sorguluyor, “Biz kurtarılmak istemedik” diyordu.
Bu çok sık duyduğum bir ifadeydi.
O noktada, halk Dnipro’yu terketmeye başlamıştı. Göç, Kharkiv’in merkezindeki üniversitenin bombalanması ardından başladı. Cephe hattından uzak da olsalar kimse kendini güvende hissetmiyordu.
Tahliye için herkes trenlere koştu. Bağıran kadınlar, ezilen evcil hayvanlar ve gözyaşlarını ailelerinden saklamaya çalışan adamlar vardı. Karısını ve çocuklarını götürecek olan trenin penceresine elini koyup, kendi kendine “her şey düzelecek” diye tekrarlayan bir adam gördüm.
Diğer erkekler gibi, savaşa çağrılmayı beklemek için geride kalmıştı.
Polina adındaki küçük bir kızla ilgili bir telefon aldığımda Kharkiv’den ayrılmanın daha da zor olduğunu öğrendim.
Üç yaşındaki Polina kanser hastasıydı ve ilacı bitmek üzereydi. Tedavinin sürmesi için ailesinin derhal Harkov’dan ayrılması gerekiyordu, ancak şehir ağır bombardıman altındaydı ve kapıdan dışarı adım atamıyorlardı.
Annesi Kseniya ile ilk görüntülü telefon konuşmamızda, küçük kızı da gördüm. Annesinin, binaya bomba isabet ederse daha güvende olacağını düşündüğü için yastıklarla doldurduğu küvetin içinde oynuyordu.
Bombardıman azalmadı, ancak bir gün Polina’nın ailesi her şeyi göze alıp, şehrin öteki ucundaki tren istasyonuna koştu. Günler sonra Kseniya bana, Polonya’da kaldıkları evin bahçesindeki trambolinde zıplayan küçük kızın videosunu gönderdi.
Sınırda gönüllüler onları almaya geldiğinde gözyaşlarına boğulduğunu anlattı. “Dört gün kaçtıktan sonra aniden durmuştuk. Çok üzgündüm. Çocukların güvende olduğu için rahatladım ama tüm hayatımızı Kharkiv’de bıraktık” dedi ve ekledi:
“Polina sürekli babasını soruyor, ne diyeceğimi bilemiyorum.”
Kısa süre içinde biz de Harkov’a doğru yola çıktık. Arabayla kuzeye giderken, karşı yönden gelen 6 kilometrelik bir araç kuyruğunu geçtik. Araçların çoğunun camına koruma umuduyla, Rusça “çocuk var” yazılmıştı.
Kharkiv etrafındaki kontrol noktalarında patlamalar duyduk, kısa süre içinde de yıkımı gördük.
Yarısı uçmuş bir apartman binası ve alışveriş merkezi enkazının yanında insanlar erimeye başlayan karlar arasında kendilerini başka bir şehire götürecek otobüsü bekliyorlardı. Otobüs tarifesi yoktu, sadece geleceğine dair bir söylenti vardı.
Spor hocası Svitlana, evinin 50 metre yakınına füze düştüğünü ve artık yaşamını bir dakika bile tehlikeye atmak istemediğini söyledi.
Paltosunun içine sardığı minik köpeğine sarılarak, “bir haftadır uyumuyoruz, evlerimizi havaya uçuruyorlar” dedi. Konuşurken patlama seslerini duyabiliyorduk.
Biraz ötede binlerce kişi metro istasyonuna sığınmıştı. İstasyonun merdivenlerinde, platformlarda ve trenlerin içinde aileler vardı. Gönüllüler çorba ve ekmek getiriyordu. Genç-yaşlı, hatta bebekler de dahil birçok kişi günlerini yerde battaniye altında yatarak geçiriyordu.
Hayattalardı, ancak savaş normal olan hiçbir şey bırakmamıştı.
Dönerken uçakta, Kiev’den kaçıp Londra’daki kızlarına giden bir çiftin yanına oturdum. Ukrayna’yı boydan boya karayoluyla katedip, ardından Moldova ve Romanya’ya gittiklerini ve yorgunluktan bitap olduklarını söylediler.
Aynı zamanda öfkeliydiler de. Ana dilleri olan Rusça konuşarak, Rusya’daki akrabalarının başlarına gelenlere inanmadıklarını anlattılar.
Putin’in konuşması
Nikolai, Kiev’de Rus füzelerinin yıktığı apartmanların ve kuşatma altındaki Mariupol’un fotoğraflarını gönderdiğini, ancak kuzeninin resimlerin sahte olduğunu söyleyip Kiev’deki “Nazi” hükümeti suçladığını anlattı.
Birçok cesur Rusun savaşı protesto ettiği için tutuklandığını, bazılarının da kaçtığını biliyorum.
Ancak Ukrayna’dan ayrılmadan birkaç saat önce, Vladimir Putin’in Moskova’daki bir stadyumda, göğüslerine savaşın simgesi Z harfi rozetlerini takanlarla dolu bir kalabalığa hitaben konuştuğunu gösteren bir video izledim.
Putin, Rusça konuşanları “soykırımdan ” kurtarmak için gönderdiği askerleri selamlıyordu.
Aklıma Nika, Nataşa, Polina ve Ukrayna’da bir patlamayla uyandığım 24 Şubat’tan bu yana tanık olduklarım geldi ve midem bulandı.
KAYNAK: BBC TÜRKÇE
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***