Montrö’ye (Montreux) geçmeden önce meselenin adını doğru koyalım: Rusya-Ukrayna savaşı değil, ABD-Rusya savaşı. Bilinen deyimdeki gibi filler tepişiyor otlar eziliyor. Ot burada Ukrayna.
Ukrayna bir Slav ülkesi; zaten eski Slavcada adı “sınır ülkesi” anlamına geliyormuş. Rus Çarlığı burayı hep “kendisinin” olarak düşünmüş ve elinde tutmuş; malum. Putin’in eski SSCB sınırlarına ulaşmak için bütün fırsatları kullanma arzusu da malum. Fakat Putin’i Putin yapmada ABD’nin katkısı da fazlasıyla malum. Özetle:
1) ABD, Şubat 1990’da Gorbaçov’a resmî bir öneri getiriyor: Almanya’nın birleşmesine razı olun, biz de NATO’nun doğuya doğru “tek bir inç bile” genişletilmeyeceğine ilişkin “demir gibi” (ironclad) garanti verelim.
Bunun belgesi, Der Spiegel tarafından yayınlanan 06.03.1991 tarihli tutanak. Ayrıca, 2017’de gizliliği kaldırılmış belgeler.
Putin muhalifi gazeteci Vladimir Pozner’in Cambridge’de yaptığı konuşmaya göre, bu verilen söz ABD’ye 1998’de hatırlatıldığında alınan cevap: “Şimdi muhatap Rusya olduğu için o söz geçersizdir”.
Ve sonuç: Eski Sovyet ülkelerinden Çekya, Macaristan, Polonya 1999’da, Bulgaristan, Estonya, Letonya, Lituanya, Romanya, Slovakya, Slovenya 2004’te, Arnavutluk ve Hırvatistan 2009’da, Karadağ 2017’de, K. Makedonya da 2020’de NATO’ya alınıyor.
2) SSCB’nin dağılmasıyla bağımsız olan Ukrayna 1994’te atılan imzalarla nükleer cephaneliğini Rusya’ya teslim ederken, karşılığında başta ABD ve B. Britanya olmak üzere Batı’dan güvenlik garantisi almış.
***
Şimdi bunların faturasını Ukrayna ödüyor. Ama o da sütten çıkmış ak kaşık değil. Rusya’nın aradığı fırsatı kendisi sundu. 2015 başında yapılan Minsk-2 Anlaşması’na göre Ukrayna’nın doğusunda Rusça konuşan illerde çatışmalar duracak ve buralara ademi merkeziyetçi yetkiler tanınacaktı: Yargıç ve savcıların atanması, merkezî yönetimle anlaşmalar yapabilme, merkezden sosyo-ekonomik yardım, yerel milis güçlerinin güvenliği sağlaması, gibi.
Anlaşma’ya göre “Donetsk ve Luhansk İllerinde Yerinden Yönetime İlişkin Geçici Düzen” adlı yasaya eklenecek bu yerel yetkiler gerçekleşemedi ve 2021’de çatışmalar sürerken, 2019’dan beri cumhurbaşkanı olan Zelensky “Teröristlerle görüşmeye niyetim yok” dedi.
[Şimdi inanmayacaksınız ama, yazıyı tam yollayacağım sırada gördüğüm 1 Mart tarihli haber: “CB Erdoğan: NATO’da da genişlemenin faydalı olacağını bugüne kadar hep savunduk, bugün de savunuyoruz”. Lâ Havle ve Lâ Kuvvete!]
***
Gelelim artık Montrö’ye.
Bu Sözleşme, Ukrayna konusu manşetlere çıkmadan önce telaffuz edilmişti ülkemizde. TBMM Başkanı M. Şentop Mart 2001’de Habertürk TV’de şöyle demişti: “Cumhurbaşkanı, İstanbul Sözleşmesi’nden kararname ile çekildiği gibi Montrö’den de, diğer uluslararası anlaşmalardan da çekilebilir (…) Sadece bizim sistemde değil Almanya da Amerika da Fransa da bunu yapabilir.”
Amerika ve Almanya Montrö imzacısı değil ama, no problem. Üstelik, siyaseten epey olağan bir demeç bu, çünkü bir adı da cumhurbaşkanı olan kendi parti genel başkanının yaptığını desteklemek zorunda. Ama aynı zamanda profesör olması üzücü çünkü mezun olduğu İstanbul Hukuk’ta uluslararası hukuk da okumuş (olması lazım). Şöyle ki:
Md. 28’e göre Montrö başlangıçta 20 yıllık. Sona ermeden 2 yıl önce imzacılardan biri bitsin diye önbildirim verirse 2 yıl daha sürüyor. Kimse vermemiş, şu anda da devam ediyor. TC böyle bir bildirim verse, Sözleşme daha 2 yıl geçerli olacak.
Değişiklik derseniz, Md. 29’a göre her 5 yılın sonunda talep yapılabiliyor, diplomasi sonuç vermezse yeni konferans toplanıyor ama ancak oybirliğiyle karar alabiliyor. Ayrıntılara girmek gereksiz, ama TC’nin oyu olmadan bazı temel maddeler değişemiyor. Montrö böylesine avantajlı TC için.
Çünkü 1936’da II. Dünya Savaşı geliyordu ve o zamanın iki büyük devleti olan B. Britanya ve Fransa Hitler Almanyası’na karşı SSCB’yi yanına almak istiyordu. Bu da ancak, tarih boyunca Rusya’yla çatışmamayı ilke edinmiş (Osmanlı ve) TC’nin, Boğazları Rusya’nın yumuşak karnı Karadeniz’e kapatmasından geçiyordu. (Yumuşak karnı, çünkü Karadeniz kıyısından Moskova’ya kadar dümdüz ova).
***
Montrö, Ukrayna’nın Ankara büyükelçisinin demeciyle manşetlere çıktı: “Türkiye Md. 19’u uygulasın.” Md. 19’a göre, savaşan bütün devletlerin savaş gemilerinin Boğazlardan (Çanakkale Boğazı + Marmara Denizi + İstanbul Boğazı) geçmesi yasak; ayrıntılara yine girmiyorum.
Karadeniz zaten Rus savaş gemileriyle dolu olduğu için, büyükelçinin bunu niye söylediği konusunda Dr. Rıza Türmen zihin açıcı bişey hatırlatıyor: “(Md. 19/1’e göre] Savaşan taraf olmayan ABD ya da NATO devletlerinin savaş gemileri Sözleşme’de yazılı koşullar altında Boğazlar’dan geçecek, Karadeniz’de de 21 gün kalabilecekler”. Yani, ABD ve NATO’nun (1990’dan beri verdiği bütün sözlere rağmen) yapmadığı askerî yardımı Ukrayna TC’den talep ediyor.
***
Yukarıda da söylemeye çalıştım, Montrö Osmanlı’nın ve TC’nin bugüne kadar her konuda yaptığı en avantajlı sözleşme. Çünkü sadece savaş durumunda değil, “kendimi çok yakın savaş tehdidinde hissediyorum” dediği anda kimin geçip kimin geçemeyeceğine karar verebiliyor (Md. 20 ve 21). Yani Sözleşme’yi bizzat yorumluyor ve o yoruma göre hareket edebiliyor. Benzerinin olduğunu hiç duymadım.
Uzman gazeteci Fehim Taştekin Al Monitor’daki “Erdoğan Montrö’yü kim için yakıyor?” başlıklı yazısında hatırlatıyor: CB Erdoğan kendi yaptığı İstanbul Sözleşmesi’nden (tarikatları memnun kılmak için) ayrılma konusunda 23.12.2019’da şöyle konuşuyor:
“Türkiye, Kanal İstanbul sayesinde Montrö’deki sınırlamaların dışında tamamen kendi egemenliğinde bir alternatife de kavuşmuş olacaktır (…) Montrö Türkiye’ye ne kazandırmıştır ne kaybettirmiştir, bunu hiç düşündünüz mü?” Ardından da 5 Ocak 2020’de “Kanal İstanbul, Montrö’yü boşa mı çıkarır?” sorusuna “Montrö’yü hiç kafaya takmayın ya. Montrö sadece Boğaz’ı bağlar. Kanal İstanbul, Montrö kapsamında değildir” yanıtını verecek.
Lâ Havle ve Lâ Kuvvete! “Boğazlar” teriminin üçlü anlamını ya bilmiyor veya daha büyük ihtimal, seçmenlerinin bilmediğinin farkında. Belki de Ege Denizi’nden Marmara’daki Kanal İstanbul başlangıcına kadar, Mega Fatih Sultan Mehmet misali, 232 km boyunca gemileri karadan yürütmeyi planlamış olabilir…
CB Erdoğan’ın ayağının suya ermesi için Ukrayna savaşının patlaması şartmış maalesef. 28.02.2022’de şöyle diyecek: “Montrö Sözleşmesi’nin boğazlardaki gemi trafiği konusunda ülkemize verdiği yetkiyi, krizin tırmanmasının önüne geçecek şekilde kullanma kararındayız”.
***
Savaşın bütün rezaletine rağmen, olaya farklı bir açıdan bakacaksak, Ukrayna meselesinin bizi hiç olmazsa şu açıdan uyarmış olduğunu umabiliriz:
TC Dışişleri Bakanlığı tarafından Türk dış politikasının bugüne değin dikkatle uygulanmış temel ilkelerini şimdi sıkışınca nihayet idrak etmek: a) Bölgede hiçbir büyük devletin tek başına egemen olmaması için denge siyaseti izlemek; b) Ortadoğu bataklığına girmemek; c) Komşuyu işgalden kaçınmak; ç) Rusya’yla çatışmamak. Ayrıca, Türk dış politikasını RTE döneminin iç politika oyuncağı olmaktan kurtarmak:
CB Erdoğan Rusya’nın saldırısına karşı NATO’nun tavrını çok yetersiz ilan etmişken, Rusya’nın Avrupa Konseyi (AK) üyeliğinin askıya alınması oylamasında çekimser oy verdik. Bakan Çavuşoğlu’na göre sebebi: “Rusya ile buranın [AK] bağlarını koparmanın Avrupa Konseyi’ne bir yararı var mı? Hayır yok. Çünkü bu diyaloğun kapanması anlamına geliyor”. Sakın, AK’ye bağlı AİHM kararlarına rağmen Demirtaş ve Kavala’nın hâlâ cezaevinde tutulmasının, yakında bizim AK üyeliğimizin de oylanmasına yol açacağından olmasın?
Not: Çok dikkat. ABD’nin çifte standartları, bizde Batı/demokrasi karşıtlığını körüklemek için kullanılmaya başlandı. Çok çok dikkat.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***