YORUM | CUMALİ ÖNAL
Son on yılda Türkiye’nin direkt ya da endirekt dahil olduğu pek çok çatışma, kriz ve savaş yaşandı.
Arap Baharı, Kırım ve Gürcistan gerginliği, Suriye iç savaşı, El Kaide ve türevlerinin Irak ve Suriye’deki etkinliği, Mısır’da Mursi yönetiminin devrilmesi, Libya’daki parçalanma, Yemen, Katar ve Körfez ülkeleri arasındaki gerilim, İran, Dağlık Karabağ savaşı, Balkanlarda zaman zaman alevlenen tansiyon, Doğu Akdeniz doğalgaz krizi, Yunanistan ve Kıbrıs gerilimleri, Çin’in Uygurlara yönelik soykırımı, Sudan ve Cezayir’deki askeri darbeler, göçmen krizi, Taliban’ın Afganistan’ı ele geçirmesi, Keşmir krizi, Somali’de yeniden alevlenen iç savaş tehlikesi, Mısır ve Etiyopya arasındaki Nil Nehri restleşmesi, Lübnan’daki ekonomik çalkantı ve son olarak da Ukrayna’ya yönelik Rus işgali ilk akla gelenler.
Türkiye’nin Cumhuriyet döneminde izlenen yumuşak güç stratejisini terk ederek sert güç merkezli bir dış politikaya yönelmesi AKP yönetiminin tüm bu krizlerde yer alma dürtüsünü destekleyen ana sebep oldu.
Ve AKP hükümeti de yaşanan tüm bu krizlerin Türk ekonomisini derinden etkilediğini, dış politikada gelgitler yaşanmasına sebebiyet verdiğini, bundan dolayı beklenen ekonomik ve siyasi performansı gösteremediklerini öne sürüyor.
Peki gerçekten bu krizler Türk ekonomisi üzerinde iddia edildiği gibi derin olumsuzluklar meydana getirdi mi? Yoksa iddia edildiğinin aksine bazı krizler Erdoğan yönetimi tarafından rejimi konsolide etmek için mi kullanıldı?
*
Rusya’nın Ukrayna işgali: Türkiye’yi çok yakından ilgilendiren bu savaşın seyri şüphesiz Erdoğan yönetiminin geleceği üzerinde de derin bir etki meydana getirebilir. Durumun farkında olan Erdoğan’ın diğer çatışmaların aksine savaşın dışında durarak hem iç kamuoyunda hem de Batı ile ilişkilerde yeni manevralara giriştiği görülüyor. Muhalefetin tepkisini çekecek söylem ve hareketlerden kaçınan hükümet, attığı bazı adımlarla Batı’ya sıcak mesajlar vermeye, ayrıca iki ülke arasında arabulucu rolüne bürünerek dünyada bir prestij sağlamaya çalışıyor.
Krizin Türk dış ticaretine darbe vurması pek olası değil. Türkiye Rusya ile ticaretinde büyük bir açık veriyor. Rusya’nın yanı sıra Ukrayna Türkiye’nin ihracatında ana ülkeler arasında yer almıyor. Savaşın turizmi etkileyebileceği belirtiliyor. Ancak Rus ve Ukraynalı turistlerin düşük gelir grubunda yer almaları turizm sektörü için çok büyük bir kayıp olarak değerlendirilmiyor. Krizin devam etmesi durumunda asıl kaygı kaynağı Avrupalı turistlerin rezervasyonları iptal etmesi.
Suriye iç savaşı: 11 yıldır iç savaşa sahne olan Suriye, Türkiye’nin cumhuriyet döneminde topraklarını işgal ettiği ilk ülke (Kıbrıs’ı saymazsak) ABD ve Rusya arasında sık sık saf değiştirerek pragmatizm sınırlarını zorlayan Türkiye, işgali muhalefeti dizayn etmekte ve propaganda aracı olarak kullanmakta başarılı oldu. Bazı iddialara göre Rusya’nın bu ülkeye tam olarak yerleşmesinde kritik bir rol oynayan Türkiye, bunun karşılığında da Moskova’nın 15 Temmuz darbe girişimi ile ilgili gerçekleri ortaya koymasını engelledi. Suriye savaşının Türk ekonomisini olumsuz etkilediğini ortaya koyacak emarelerden çok olumlu etkilediğine dair daha güçlü işaretler var. Bu süreçte Gaziantep, Mersin, Adana, Şanlıurfa gibi şehirler ihracatta ön plana çıkarken Kürt ağırlıklı grupların kontrolündeki kuzey ve doğu Suriye ile Türkiye’nin kontrolü altındaki İdlib ağırlıklı olarak ihtiyaçlarını Türkiye’den temin etmeye başladı. Hatta Beşşar Esad yönetiminin dahi dolaylı yollardan Türkiye’den ithalat yaptığı belirtiliyor.
Irak ve Kürtler: 1980’li yıllardan itibaren pek çok savaşa sahne olan Irak’ta Türkiye de fiili olarak özellikle ülkenin kuzeyinde varlığını sürdürüyor. İran-Irak Savaşı sırasında izlediği tarafsız politika ile savaşan tarafların dahi güvenini kazanırken, Irak’ın Kuveyt’i işgali, Türkiye’nin de bu ülke ile ilişkilerinde bir dönüm noktası oldu. Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesi ile Kürtlerin bağımsızlık yönünde adımlar atması Ankara’yı şahin politikalar izlemeye yöneltti. Kürtlerin 2017’deki bağımsızlık referandumu Erbil’in kolunu kanadını kırarken, Kürtler Ankara’ya teslim bayrağı çekti. Türkiye’nin arka bahçesi durumuna gelen Kürdistan bölgesinin tersine Şiilerin kontrolü ele geçirdiği Bağdat ile ilişkiler ise büyük gelgitler yaşıyor. Tüm bu gelişmelere rağmen Irak hala Türkiye’nin en büyük pazarlarından biri durumunda. Kriz ve savaşların Türkiye’nin bu ülkeye yönelik ihracatını olumsuz etkilediğini söylemek mümkün değil. Irak ve Kürtlere yönelik hükümetin izlediği politikalar da Erdoğan’ın muhalefeti dizayn etmesinde önemli bir rol oynuyor ve muhalefetteki tüm partiler Kürtler söz konusu olunca Erdoğan’ın arkasında saf tutuyor.
Mısır’la gerginlik: Arap Baharı öncesi Mısır ile ekonomik ve diplomatik güçlü ilişkiler kuran Türkiye, Müslüman Kardeşler mensubu Muhammed Mursi’nin 2013’te cumhurbaşkanlığı koltuğunu kaybetmesinden sonra bu ülke ile soğuk savaş yürütmeye başladı. Türkiye’nin 2020’de Libya’da aktif olarak sahaya inmesine kadar Ankara’yı açıkça eleştirmekten kaçınan Mısır yönetimi, bu tarihten itibaren özellikle Doğu Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerle ittifaklar kurarak Türkiye’yi köşeye sıkıştırmaya başladı. Erdoğan Mısır’la gerginliği de Rabia işaretleri yaparak iç kamuoyunu dizayn etmekte kullanırken, iki ülke ticari ilişkilerinde ise hiçbir zaman bir gerileme yaşanmadı.
Kan kardeşler Erdoğan ve Netanyahu: İsrail’in sağcı lideri Binyamin Netanyahu, Mursi ve Fransız Lider Macron ile birlikte Erdoğan’ın iç politikada malzeme yaptığı en önemli figürlerden oldu. 2010 yılındaki Mavi Marmara olayından sonra İsrail ile sürekli bir gerginlik politikası güden Erdoğan, seçim meydanlarında konuyu sıcak tutarak dindar kesimin desteğini perçinledi. Bir Arap denizinin tam ortasında yer alan İsrail, Türkiye için hayati bir önemde. Bu sebeple İsrail hiçbir zaman Türkiye ile köprüleri atacak adımları atmadı. Bunun en somut göstergesi ise Mısır’ın ardından Türkiye’nin en fazla ihracat yaptığı bölge ülkesi olması. Doğu Akdeniz’i son iki yılda esir alan doğal gaz gerginliği dahi iki ülke ticari ilişkilerine önemli bir etkide bulunmadı.
*
İzlediği dış politikanın temeline kişisel çıkarlarını yerleştiren Erdoğan, Çin’in Uygurlara karşı izlediği soykırım politikasını görmezden gelirken, diğer bir soydaş ülke Azerbaycan’a ise Ermenistan’la savaşa girecek kadar destek verdi. Elde edilen başarıyı özellikle iç politikada halk desteğini artırmak için büyük bir propaganda malzemesi olarak kullanan Erdoğan, Somali’den Etiyopya’ya, Cezayir’den Mali’ye pek çok ülkenin içişlerine müdahale edecek duruma geldi.
İzlenen tüm bu yayılmacı politikalar Türkiye’nin uluslararası arenada yalnız kalmasına sebep olurken, iç politikada ise tüm bu gelişmeler, Türkiye’nin dünya siyasetinde yükselişi olarak lanse edildi.
Sonuç olarak siyasi ve diplomatik bir fay hattının merkez üssünde yer alan Türkiye, Avrupa, Rusya, Çin ve Arap ülkeleri için ister istemez vazgeçilmez bir ülke durumuna getiriyor. Erdoğan’ın Türkiye’nin bu eşsiz konumunu daha ne kadar lehine kullanacağı bilinmiyor. Rusya’nın Ukrayna işgali ve akabinde yaşanacak gelişmeler belki de Türkiye’nin bu konumunu sonlandıracaktır. Etkisiz bir ülkede ise Erdoğan artık daha az vazgeçilmez bir figür haline gelebilir.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***