Putin savaşı kazanamadığını, hatta kaybettiğini biliyor. İsveç veya Avusturya gibi bir tarafsızlık modeli, Ukrayna’nın NATO’ya girmeyeceği garantisi gibi kabulü zor olmayan taleplerle, elbette yaptırımların sonlandırılmasıyla birlikte, savaşı ve işgali sona erdirecektir.
Savaşı kendince özellikle Avrupa kamuoyunda haklı kılmak için gündeme getirdiği “De-Nazification”dan söz etmeyecektir ancak bu işgalin kaçınılmaz bir sonucu Ukrayna’da gelişmeye müsait bir ortam bulacak aşırı sağcıların ve Neo-Nazilerin daha daha da güçlenmesi olacaktır.
Putin umduğunu değil, bulduğunu yiyecek. Ne ummuştu? New York Times yazarı Thomas Friedman gayet güzel özetlemiş:
“Putin bu savaşı planlarken, üç hafta sonra Ukrayna Parlamentosu’nda bir zafer konuşması yapacağını ve onu Rusya Ana’nın bağrına geri koyacağını varsaydığından oldukça eminim. Muhtemelen, Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy’nin Polonya’daki bir Airbnb’de sürgünde olacağını, Rus birliklerinin Ukraynalıların kendilerini karşılarken attıkları tüm çiçekleri hala tanklarından çıkarmakta olacağını ve Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ile birbirlerine beşlik çakacağını var sayıyordu. Uluslararası sistemin kurallarını kimin belirleyeceğini NATO ve Sleepy Joe’ya göstermiş olması da işin cabasıydı…”
Putin’in bu hamlesi her şeyden önce bir zamanlar korku yaratan Rus ordusunun ne kadar kof, de-organize, savaş kabiliyetinden yoksun olduğunu ortaya koydu. Üçüncü haftasına yaklaşan savaşta uzaktan veya havadan bombardımanla yıkım ve sivil ölümünden başka bir şey beceremedi. Yolsuzluk dalgasının bir ülkenin silahlı kuvvetlerini bile nasıl çürüttüğünü tüm dünya gördü. Yeni Çar, bu orduyla Ukrayna’yı dize getiremeyeceğini, kontrol altına alamayacağını anladı.
Bir diğeri ise tam kontrol sağlayamadığı teknoloji sayesinde insanların Ukrayna’da olup bitenleri fark etmesi ve içeride bir huzursuzluk dalgasının büyümeye başladığını fark etmesi oldu. Bu korku imparatorluğunda herkesi susturduğunu, sindirdiğini zannederken insanların her şeyi göze alarak protestoya başlaması, üstüne üstlük Marina Ovsyannikova isimli kadın gazetecinin canlı yayında aynı şey yapması onu dehşete düşürmüş olmalı…
Beklemediği diğer bir tepki ise Batı’nın hızla uygulamaya koyduğu, dünya tarihinde eşi görülmemiş ekonomik yaptırımlar oldu. Batılı analistler, savaşın sürdüğü her gün Rusya’nın bir ile iki milyar dolar zarar ettiğini ifade ediyor. Bu dağa kar dayanmaz elbette… Oligarklarının başına gelen de cabası…
Batı yaptırımları Putin’i dış dünyada terbiye edebilir. Tıpkı Erdoğan’ı ettiği gibi… Ama içeride baskı, yolsuzluk ve hukuksuzluk üzerine kurulu düzeni güvencede olmaya devam edecek. Batı, Rusya’yı görmezden gelecek.
Asıl sorun Türkiye ile ne yapacağında…
Türkiye, hem Rusya’ya hem de Batı Bloğu’na yakın durarak savaştan hasar almadan çıktığı gibi, kaybettiği itibarını en azından kimi başkentlerde geri aldı. Ankara yeniden Batılı liderlerin uğrak yeri haline geldi. Almanya Başbakanı Ankara’ya ziyaret ettiğinde Osman Kavala, Avrupa Konseyi, insan ihlalleri kimsenin aklına bile gelmedi…
Savaştan sonra böyle devam eder mi? Türkiye’nin Rusya ile ilişkisi, NATO’nun bölgedeki etkin bir gardiyanı olması gerçeğini göze alır ve uluslararası ilişkilerin ahlak ve ilke üzerinden değil de, çıkar üzerinden yürüdüğü gerçeğini görürsek, muhtemelen evet. Çünkü yine Thomas Friedman’ın yazdığı gibi, bu savaşta Batılı liderleri böyle hızlı ve sert davranmaya iten, savaş ve vahşetinin televizyonlar kadar sosyal medyaya düşen görüntüleri ve buna kamuoyunda duyulan tepki oldu.
Türkiye’nin insan hakları ihlalleri, seçim sandığındaki hileleri böyle izlenmeyecek. Muhtemelen arka sayfalarda kalan haberlerden olacak. Belarus lideri halkın özgür iradesini yok sayıp seçimi çalmakla kalmadı, Ukrayna Savaşı’nda Rusya’ya bir cephe sağladı, hala sapasağlam yerinde. Göstermelik yaptırımlarla büyük badireyi atlatmış durumda.
Türkiye’nin 100’üncü kuruluş yıldönümüne başkan olarak giren Erdoğan’ın da seçimi şaibeli de olsa kazanmak için elinden gelen her şeyi yapacağı kesin. Rejimin MHP ile birlikte Meclise getirdiği seçim yasası, her yönüyle seçimin çalınacağı işaretlerini veriyor.
İktidarda 20’nci yılını dolduran Erdoğan Batılı liderleri Putin’den daha iyi tanıyor, kırmızı çizgilerini okuyabiliyor. Biden iş başında oldukça, Atlantik’in iki yakası bu yakın ilişkiyi sürdürdükçe Suriye’de veya Ege ve Akdeniz’de bir maceraya girişemeyeceğini çok iyi biliyor. Hele Putin ve Rusya’nın başına gelenlerden sonra.
İsrail ile barışması, Yunanistan ile ilişkileri düzeltmesi, Mavi Vatan’ı ağzına bile almaması, Putin gibi bölge barışını bozucu eylemlerde bulunmayacağının bir garantisi olarak attığı adımlar. NATO’nun Otokratı olarak yoluna devam edeceğini eylemleriyle ortaya koyuyor.
Ayrıca kendi alternatiflerinin çoğunun da Batı başkentinde en az kendisi kadar anti-Batı olarak bilindiğinin de farkında. Millet İttifakı içinde Batılı değerlere sahip çıkan tek parti DEVA diyebiliriz, onun da gücü belli…
Erdoğan muhtemelen Batılıları ve Washington’ı bölgede rahatsız edecek bir hamle yapmadığı sürece, “Bilindik bir kötü” olarak iktidarını sürdürmesine ses çıkarmayacağını da hesaplıyor.
Hele başta CHP olmak üzere muhalefet, çalınan referandum ve başkanlık seçimlerinin ardından yine bir tepki vermez ve sonuçları devletin bekası uğruna bağrına taş basıp kabul ederse…
O nedenle, Ukrayna sonrası kurulacak yeni dünya düzeni ne olursa olsun, asıl iş ve sorumluluk muhalefete düşmektedir. Maalesef hala toplumda bir heyecan yaratmayı başaramamış olan bu partilerin en azından seçim güvenliğini ciddiye almaları, en küçük aksaklık işaretinde şimdiden yeri göğü ayağa kaldırmaları ve şaibeli bir seçim sonucunu kabul etmeyeceklerini açıklamaları gerekir.
Ancak ondan sonra Batı’dan demokratik bir destek beklemek hakları olabilir…
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***