YORUM | UĞUR TEZCAN
Rus yazar Anton Çehov, “Sana bir iyi bir de kötü haberim var. İyi haber; henüz ölmedik. Kötü haber; hâlâ yaşıyoruz.” der. Bu ifadelere yansıyan ikilem çoğumuzun hayatında farklı farklı yansımalar bulabiliyor. Özellikle de yaşam kalitemizin son derece düştüğü, kaosun ve belirsizliklerin her tarafı sarıp sarmaladığı, her yeni günün bir öncekinden daha tehlikeli ve üzücü bir tarzda kapımızı çaldığı, “Müslüman kardeş” zannettiğimiz insanlardan en büyük ve haince ihanetleri gördüğümüz şu günlerde hâlâ hayata tutunabildiğimize mi sevinmeliyiz; yoksa, Çehov’un da dediği gibi, hâlâ yaşıyor olmamıza mı hayıflanmalıyız emin olamıyor ve benzeri duygusal gelgitler arasında devinip duruyoruz. Aslında Sefiller isimli eserinde Victor Hugo da “ölmek bir şey değil, yaşamamak korkunç” derken kim bilir belki de aynı hakikate farklı bir ifadeyle destek veriyordu. Çehov’da ‘nasıl yaşadığımıza’ dair yapılan sorgulama, Hugo’da ‘hayatı yaşayamama’ şeklinde vücut buluyor gibi sanki…
Başlıktaki ifade ile ben de benzer bir ikilemin resmini çizeceğim. Hayat ve ölüm çizgisinden başlayıp var olma prensibi bağlamında, yaşadığımız hadiselere Erdoğan ve Ergenekon düzleminde bir bakış yapacağız. ‘Bir iyi, bir de kötü haber’ derken resmetmeye çalışacağım dengeyi alegorik bir tarzda ele alırken aslında geleceğe sosyolojik bir dürbünle bir bakış atmış olacağız hep birlikte.
Beni bu yazıya teşvik eden hadise geçenlerde Erdoğan ve Ergenekon medya organlarının tekrardan “Gülen hasta” başlıklı bir haber yapmalarıydı. İkisi de artık bir suç ve mafya örgütü halini almış olan Erdoğan ve Ergenekon örgütlenmeleri adına algı operatörlüğü görevi yapan, bir nevi oralardan ihale almış olan ve bu ilişkiden büyük kazançlar elde eden bir medya ordusu var. Her iki kesim de 15 Temmuz sahte darbesini, AKP’nin yolsuzluklarını ve Ergenekon-Balyoz davalarındaki delil ve tutuklamaların gerçekliğini unutturmak ve gerçekleri halkın gözünden kaçırmak amacıyla sürekli olarak algı ve yalan üretmek zorundalar. İşte “Gülen öldü” veya “Gülen çok hasta” gibi haberleri sırf bu tür amaçlarla ısıtıp ısıtıp gündeme sokuyorlar. Böylelikle hem gündelik dikkat dağıtma görevlerini ifa etmiş hem de trolleştirdikleri halk tabakalarını yeni bir dedikodu ile oyalamış oluyorlar. Bunun haricinde hala çözüp dağıtamadıkları Hizmet Hareketi mensuplarının (güya) düzenli aralıklarla morallerini bozmak ve ümitlerini kırmak istiyorlar. Ülkede üretmeye dönük değil, sürekli olarak bölmeye, dağıtmaya ve yıkmaya dönük bir istihbarat sistemi anlayışı olunca yöntemlerin bu kadar bayağılaşması ve klişeleşmesi doğal bir hal alıyor.
Oysa bu tür çabaların Hizmet Hareketi mensuplarına bakan yönüyle hiçbir faydası yok. Gülen bir gün gerçekten vefat ettiğinde de bu değişmeyecek. Hizmet Hareketi’nin artık sosyolojik bir gerçeklik olduğunu toplum nezdinde mayası tutmuş bir hareket olduğunu göremiyorlar veya kabul etmek istemiyorlar. Ülkede bugün Erdoğan eliyle cereyan eden soykırıma ve bunun neticesi olarak yaygınlaşan diasporalaşmaya, maddi ve insan kaynağı kayıplarına rağmen söylüyorum bunları. Said Nursi vefat ettiğinde elbette üzülüp yas tutanlar talebeleriydi; ancak psikolojileri darmaduman olanlar onun mezarını bile ortadan kaybettirme telaşına düşen dönemin muktedirleriydi; yani bugünün Erdoğanları ve Perinçekleri… Nursi’nin vefatına rağmen fikirleri yayıldı ve Gülen aracılığıyla topluma daha derin bir şekilde nüfuz etti; onun kemiklerine kadar işledi. Erdoğan ve Ergenekon’un “FETÖ” söylemi ile süslediği soykırım yöntemleri ile Hizmet Hareketini ülkeden söküp atma çabaları sosyolojik hiçbir fayda üretmeyecek; sadece elinde kör bıçakla toplumun kemikleri ile etini kesip atmaya dönük çabalardır. Toplum, narkozun etkisinden bir an önce uyanıp tepki vermezse olacak olan tek şey kötürüm kalacak olan toplumdur; yeni bir toplum inşası kesinlikle değildir. Bu, sosyolojik olarak mümkün değil artık; hele de siyaset, devlet ve adalet sistemleri bu kadar yozlaşmışken…
O nedenle de başlıktaki gibi özetle şunu söyleyebilirim:
Erdoğan ve Ergenekoncu çevrelere bir iyi bir de kötü haberim var. Kötü haberle başlayalım. Gülen ölünce fikirleri ölmez; Hizmet Hareketi de bitmez. Tüm imkanlarınızı kullanıp yerin altını üstüne getirseniz bile olabilecek tek şey Hareketin oğul verip yoluna devam etmesi olacaktır. Ama her halükârda kendisini yenileyerek hayatiyetine ve İslami hizmetlerine devam edecektir. Said Nursi, Gülen ve Hizmet artık birer fikirdir, bir sosyolojidir. Sizlerin halka yutturmaya çalıştığınız gibi ne AKP tarzı artık bir suç örgütü haline gelmiş olan bir mafya ne de Ergenekon gibi devlet görünümlü, istihbarat destekli derin bir suç yapılanmasıdır.
Şimdi de sizin için olan iyi haberime geleyim. İyi haber, tıpkı Hizmet Hareketi gibi, İslam dininin özünü bayraklaştırma gayesi ile hareket eden bu hareket nasıl ölmeyecekse, sizlerin tesis ve temsil ettiğiniz yolsuzluk, hırsızlık, zulüm, münafıklık ve yıkıcı-parçalayıcı siyaset anlayışları da hiçbir zaman ölmeyecektir. Yani sizlerin yolunu devam ettirmek isteyen evlatlarınız kendilerine bıraktığınız mirası (biz babalarımızı bu yol üzere bulduk) diyerek devam ettirebilirler. Kininiz, nefretiniz, yöntemleriniz hep var olacak. Bizlerse her daim onların karşısında hakkı, hakikati ve İslam’ın özünü yaşayıp yaşatan insanlar olarak hayata tutunmaya ve toplumu o yönde yeniden inşa etmeye devam edeceğiz.
Evet! Hem de bunu sadece bulunduğumuz diasporadan değil, bizzat Türkiye’ye dönerek de yapacağız. Çünkü ne güzel İslam dinini alçak münafıklara ne de güzelim vatanı hırsızlara, yolsuzlara, sahtekarlara ve hainlere bırakmaya niyetimiz yok. Buna en başta inandığımız İslam dini müsaade etmez!
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***