HABER ANALİZ | CUMALİ ÖNAL
Türkiye son günlerde son birkaç yıldır şahit olmadığı bir diplomasi trafiğine ev sahipliği yapıyor. Hafta içinde Rus ve Ukrayna dışişleri bakanlarını, savaşın durdurulması için bir araya getiren Türkiye, aynı anda 13 yıl aradan sonra en üst düzey bir İsrailliye, Cumhurbaşkanı Isaac Herzog’a ev sahipliği yaptı.
NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ve Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borell’in de aralarında bulunduğu pek çok ülkenin dışişleri bakanı ve temsilcisi ise bu yıl ikincisi düzenlenen Antalya Diplomasi Forumu’na katıldı.
Pazar günü Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis, Pazartesi ise Almanya’nın çiçeği burnunda şansölyesi Olaf Scholz Türkiye’de olacak.
Bunlardan belki daha önemlisi ise hafta içi ABD Başkanı Joe Biden’ın Erdoğan’la görüşmesiydi.
Rus-Ukrayna savaşının uzaması, bu tür ziyaretlerin daha da artmasını beraberinde getirebilir.
Türkiye her ne kadar diplomatik bir yalnızlık içinde bulunsa da, bölgede yaşanan her kriz Türkiye’ye yeni bir başlangıç için büyük fırsatlar sunuyor.
2010 sonunda başlayan Arap Baharı ile birlikte izlediği sert güç politikasıyla bölgede istenmeyen ülke durumuna gelen Türkiye, 2019’dan itibaren Doğu Akdeniz’de savaş rüzgarlarının esmesine yol açtı.
Yeni bulunan doğal gaz yatakları ve Kıbrıs’ın bu faaliyetlere katılmasıyla Türkiye, doğal gaz arama gemilerini bölgeye göndererek karşılık verdi ve politikasıyla bölge ülkelerinin neredeyse tamamını karşısına aldı.
2021 Ocak ayında Kahire merkezli oluşturulan Doğu Akdeniz Gaz Forumu, Türkiye karşıtı siyasi bir örgüt kimliğine büründü. Türkiye bu foruma üye olarak çağrılmadığı gibi bölgesel güçler Fransa ve İtalya da bu oluşuma üye olarak alındı.
Türkiye’nin sertlik yanlısı politikalarında Erdoğan’ın ABD’de başkanlık koltuğunda oturan Donald Trump ve Rus Lider Vladimir Putin’le kurduğu yakın ilişikler önemli rol oynadı.
Ancak 2020’nin sonlarından itibaren Erdoğan bir yandan bu sert politikadan taviz vermezken, diğer yandan bölgesel bazı aktörlerle işbirliği imkanları araştırdı. Erdoğan’ın hedefinde İsrail ve Mısır vardı. Özellikle İsrail’in diğer ülkelerle ilişkilerini geliştirirken bir gözünün Türkiye’de olması Erdoğan’ın dikkatlerinden kaçmadı. Mısır ise Abdülfettah el Sisi’nin tansiyonu yükseltmeme politikası çerçevesinde hiçbir zaman Türkiye’ye yönelik sert ifadeler kullanmayarak Ankara ile diyalog köprülerinin atılmasına engel oldu.
Erdoğan zaman zaman bu iki ülkeye yönelik diplomatik ataklarda bulunarak Kıbrıs ve Yunanistan’ı yalnız bırakmaya çalıştı ancak başarı sağlayamadı. Tam tersine dört ülke, yanlarına Fransa, Birleşik Arap Emirlikleri ve zaman zaman Suudi Arabistan’ı da alarak askeri ve ekonomik anlaşmalar imzaladılar. Bu ülkeler arasındaki karşılıklı ziyaretler tarihi zirveye çıktı.
Fakat ABD’de Joe Biden rüzgarının esmesiyle birlikte Erdoğan dış politikadaki sert politikasında frene basmak zorunda kaldı.
Erdoğan’ı bu politikaya zorlayan tek sebep şüphesiz Biden değildi. Aynı zamanda ekonomik kriz de Erdoğan’a birkaç cephede savaşmanın zor olduğunu gösterdi. Merkez Bankası rezervlerinin eksiye düşmesi, Türk Lirası’nın hızla değer kaybetmesi, muhalefetin daha fazla dişlerini göstermesi ve belki de en önemlisi dış politikada çok fazla düşman edinmenin kendisine yarar getirmeyeceğini anlaması ile Erdoğan geçtiğimiz yılın ikinci yarısından itibaren sert politikadan yumuşak politikaya doğru rota değişikliğine gitmeye başladı.
Erdoğan’ın bu politik adımı atmasında şüphesiz Libya’da sağlanan göreceli sükunet de etkili oldu. Çünkü Doğu Akdeniz’deki gaz rezervleri kadar Türkiye’nin Libya’daki başat oyuncu haline gelmesi pek çok ülkeyi rahatsız ediyordu.
Erdoğan’ın bu detant politikasına ilk olumlu cevap Birleşik Arap Emirlikleri’nden geldi, ki bu ülke Türkiye karşıtı şahit politikaların izlenmesinde ana aktörlerden biriydi.
Aslında Türkiye ve BAE’yi karşı karşıya getirecek birincil sebep hemen hemen hiç yoktu. Türkiye’nin Yunanistan ve Kıbrıs’la onlarca yıldır devam eden pek çok sorunu bulunuyor. Aynı şekilde İsrail ise Filistin sorunundan dolayı sürekli olarak iç kamuoyunda malzeme yapılıyor. Mısır ise Erdoğan‘ın Müslüman Kardeşlerle yakın ilişkisi ve son yıllarda Libya’da karşı cephelerde yer almalarından dolayı Türkiye ile karşı karşıya kalmıştı. Fakat BAE, son birkaç yıla kadar Türk kamuoyunun ismini dahi çok az bildiği bir ülkeydi.
2017’de Katar’da Körfez ülkelerinin gerçekleştirmek istediği darbeden sonra Türkiye karşıtı bir konum alan BAE, zaman zaman da Libya’da aktif bir oyuncu olmaya çalıştı ancak başarılı olamadı.
Katar krizi öncesi BAE, Türkiye’nin Ortadoğu’daki en önemli ticari destinasyonlarından biriydi ve Türkiye’de yatırım yapan yabancılar arasında da BAE vatandaşları ön sıralarda yer alıyordu.
Türkiye gibi dış politikasını yeniden konumlandırmaya çalışan BAE, mafya lideri Sedat Peker’in bu ülkede Erdoğan yönetimini sarsan paylaşımlar yapması üzerine hükümetin bu ülke ile ilişkilerini yumuşatma girişimlerine hızla karşılık verdi. Ayrıca Müslüman Kardeşler’in dünya kamuoyunun gündeminden düşmesi de ilişkilerin yumuşamasında etkin oldu.
BAE’nin de facto lideri Veliaht Prens Muhammed bin Zayed el Nahyan’ın Aralık ayında Ankara ziyareti ve Erdoğan’ın Şubat ayında bu ziyaret karşılık vermesiyle iki ülke ilişkilerinde önemli bir eşik aşıldı.
BAE ve diğer ülkeler kadar sert olmasa da Türkiye karşıtı cephede yer alan İsrail ile ilişkiler de Cumhurbaşkanı Isaac Herzog’un hafta başında yaptığı ziyaretle yumuşama trendine girdi. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun önümüzdeki haftalarda yapacağı İsrail ziyaretiyle Erdoğan’ın muhtemel bir ziyareti veya İsrail’in şahin başbakanı Naftali Bennett’in Ankara seferi dahi gündeme gelebilir.
Türkiye’nin Yunanistan ile ilişkileri ise bir kriz bir barış döngüsüyle devam ediyor. Tarafların birbirini sert sözlerle eleştirdiği günün akabinde tam tersi açıklamalar gelebiliyor.
Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis’in Ankara ziyareti de Ankara’nın attığı ılımlı adımlar neticesinde gerçekleşiyor.
Erdoğan’ın en önemli hamleleri ise Mısır ve Suudi Arabistan’a yönelik olacak. İki ülke de Arap dünyasının liderleri konumunda.
Mısır’la ilişkilerin yumuşaması durumunda bunun yansımaları en fazla Libya’da hissedilecek. Her iki ülke de mevcut iki başlı Libya hükümetlerinde koruyucu durumunda. Türkiye halihazırda Trablus merkezli Abdülhamid Dibeybe yönetimini desteklerken, Mısır ise çok başlı bir görüntü ortaya koyan Tobruk merkezli yönetimin arkasında. Temsilciler Meclisi Başkanı Akile Salih’in siyasi liderliğini yürüttüğü Tobruk’ta son dönemde Türkiye’nin eski müttefiki Fethi Başağa da devreye girmiş durumda. Geçtiğimiz Aralık ayında seçim yapılamamasından dolayı Dibeybe’nin görev süresinin bittiğini öne süren Tobruk merkezli meclis, geçtiğimiz günlerde bir oylama yaparak Dibeybe’nin yerine Başağa’nın seçildiğini duyurmuştu. Ancak BM’nin de desteklediği Dibeybe, bu seçimin demokratik kriterlere göre yapılmadığını belirterek koltuğunu bırakmayacağını belirtiyor.
Suudi Arabistan’da ise ülkenin fiili lideri Muhammed bin Salman’la Erdoğan’ın nasıl barışacağı bilinmiyor.
Suudi gazetesi Cemal Kaşıkçı cinayetinden bizzat Muhammed bin Salman’ı sorumlu tutan Erdoğan’ın, her şeye rağmen geçmiş söylemlerini unutarak Salman’la barışmaya çalıştığı ancak şu ana kadar olumlu bir cevap alamadığı öne sürülüyor.
Sonuç olarak Rus-Ukrayna savaşı tüm dünyayı etkiliyor. Buna Erdoğan’ın ayakta kalma savaşı da eklenince Türkiye’nin Suudi Arabistan ve Mısır’la ilişkilerinde de önümüzdeki günlerde beklenmedik gelişmeler yaşanabilir.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***