Üzerinde en fazla konuşulan ama hakkında en az şey bildiğimiz bir süper güç olarak Çin, Rusya’nın Ukrayna işgaliyle birlikte uluslararası kamuoyunda her bir miniğine bile daha dikkatle bakılan bir ülke oldu.
Haliyle Çin’i eğrisi ve doğrusuyla konuşmak, içerideki iktisadi, toplumsal, sınıfsal ve askeri dönüşümü detaylarıyla ele almak şart oldu.
Çin hakkında en yakından ve en kapsamlı bilgiye sahip akademisyenlerden ve hâlen Çin’de yaşayan Xi’an Jiaotong-Liverpool Üniversitesi Çin Çalışmaları Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Ceren Ergenç’e kulak veriyoruz…
Sizinle söyleşiye hazırlanırken dış haberci meslektaşlarımızla epey konuştuk. Gazetecilerden biri, ABD ve NATO’nun, Rusya’nın Ukrayna işgali sürecinde Çin’i kışkırtmak için epey çabaladığını fakat bunda muvaffak olamadıklarını, Çin’in tarafsız kalmaktan vazgeçmediğini söyledi. Sahiden Çin, Ukrayna işgali bağlamında ABD-NATO ve Rusya arasında nasıl bir pozisyon benimsemiş durumda?
ABD’nin Çin’i Rusya’nın yanına iterek izole etmek gibi bir hedefi var. “Rusya’nın tarafında olursan yaptırımlarla bedel ödetiriz” yollu mesajları da bu amacı barındırıyor. Çünkü ABD’nin Obama döneminden beri esas hedefi Çin. Obama’nın başlattığı “Asya açılımı” Trump döneminde bile değişmedi; Biden da bu politikadan şaşmış değil. Her ne kadar bu “açılım” Asya ülkeleriyle ilişkileri geliştirmeye dayansa da, Çin’in gelişimini kontrol etmek ve giderek engellemek ABD açısından ana hedef. Üstelik bu hedef ABD açısından Avrupa ve Ortadoğu’dan daha öncelikli bir konu.
Çin’i Rusya’nın yanına itmenin iki kutuplu bir dünya yaratmak dışında ABD açısından nasıl faydası olabilir?
ABD, Ukrayna işgali sürecinde bir taşla iki kuş vurmak, aynı anda hem Rusya’yı, hem de onun yanına iteceği Çin’i izolasyona tabi tutmak istiyordu. Ama arkadaşınızın da doğru tespit ettiği üzere Çin hâlâ tarafsız bir izlenim vermeye çalışıyor.
ÇİN VE RUSYA ARASINDA HİÇBİR ZAMAN SU SIZMAYAN MÜTTEFİKLİK İLİŞKİSİ OLMADI
Neden?
Bir kere Çin’le Rusya arasında hiçbir zaman su sızmayan müttefiklik ilişkisi olmadı ve tarihsel olarak da ikili ilişkileri hep çalkantılıydı. Günümüzde de, başta ekonomik olmak üzere aralarında ciddi çıkar farklılıkları olan iki ülkeden söz ediyoruz. Elbette başta Şanghay İşbirliği Örgütü üzerinden olmak üzere, paylaştıkları bölgelerde işbirlikleri yapıyorlar. Ama bunlar pragmatik işbirlikleri ve pozisyonları çıkarlarına göre değişebiliyor. Nitekim Ocak 2022’deki Kazakistan olaylarında Rusya ve Çin tamamen kendi çıkarlarını güderek farklı taraflarda yer alıp karşı karşıya bile geldiler. Ukrayna işgalinde de, Çin’in kayıtsız şartsız Rusya’nın yanında yer alması kendi çıkarlarına ters.
Peki Ukrayna işgalinde Çin’in doğrudan Rusya’nın tarafında yer alacağına dair beklentinin kaynağı sadece ezberden mi kaynaklanıyor?
Şubat ayında Pekin’de düzenlenen 2022 Kış Olimpiyat Oyunları’ın açılış törenine Vladimir Putin de gelmişti. Açılış töreninden sonra, 4 Şubat günü Putin ve Çin devlet başkanı Şi Cinping arasında, Çin açısından ilk bakışta hayli şaşırtıcı bir pakt imzalandı. Çünkü “Uluslararası İlişkilerin Yeni Dönemi ve Sürdürülebilir Gelişme Hakkında Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin Ortak Açıklaması” başlıklı bu pakt, Çin’in geleneksel dış politikasına aykırı görünüyor, Çin ile Rusya arasında ciddi bir ekonomik ve siyasi ittifaka işaret ediyordu. Fakat bu da Çin’in Rusya’yla her konuda mutabakat sağladığı anlamına gelmiyor. Çünkü bu pakt da Çin tarafından yazılmış, Çin’in kaygılarını yansıtan ve Rusya tarafından da imzalanan bir metin olarak okunabilir.
ÇİN UKRAYNA İŞGALİNE HAZIRLIKSIZ YAKALANDI
Paktın genel içeriği neydi?
Ekonomik işbirliği anlaşmalar bir yana, “dünya düzeni içinde güçlü ülkelerin zorbalık yapmasına izin vermeyeceğiz” deniyor ve esas olarak ABD imâ ediliyordu. Keza “ülkelerimizin toprak bütünlüğüne, egemenliğine, içişlerine karışılmasına müsamaha göstermeyiz” denilerek de Çin’in Tayvan ve Uygur meselesine ABD’nin yaptığı müdahaleler işaret ediliyordu. Dolayısıyla 4 Şubat günü Çin’in ABD’ye dair kaygılarını içeren metne Rusya da imza atmış oldu.
Peki Rusya’nın bu anlaşmadan kazanımı ne olacaktı?
Putin bu anlaşmayla Ukrayna işgali konusunda Çin’den yeşil ışık aldığını düşünmüş olabilir. Nitekim Şi Cinping’in, Ukrayna işgalinden önceden haberdar olup olmadığı da çok tartışılıyor. Bunu belki tam olarak öğrenemeyeceğiz ama Şi Cinping bu haberi Putin’den almış olsa bile, boyutlarının bu düzeyde olacağını tahmin edememiş gibi görünüyor. O yüzden de, Çin Ukrayna işgaline hazırlıksız yakalandı ve işgalin üzerinden üç hafta geçmiş olduğu halde bu konuda hâlâ net bir tutum, politika belirleyemedi.
ÇİN’İN UKRAYNA-RUSYA POLİTİKASI ‘NE ŞİŞ YANSIN NE KEBAP’
Ama tarafsız kalmayı da önemli ölçüde başarmadı mı?
Evet, Çin bugüne kadar en azından doğrudan Rusya destekçisi görünmemeyi başardı ama bir taraf belirleme konusunda da çok büyük bir baskı altında. Çin’in Ukrayna konusundaki tarafsızlık politikasını ne kadar sürdürebileceğini öngöremiyoruz ama kendisi açısından en rahat çıkış noktası, arabuluculuğa soyunmak. Nitekim Rusya da, Ukrayna da bu pozisyonu olumlu karşılayacaklarını söylediler. AB ülkeleri de daha aktif bir arabuluculuk yapması için Çin’e teklifte bulundu. Çin’in zaten arabuluculukta Kuzey Kore deneyimi var. Orada da görüşmelerdeki tıkanıklıklar, Çin’in devreye girmesiyle aşılmıştı.
Çin hükümeti Rusya-Ukrayna konusunda arabuluculuğa soyunmaya meyyal mi?
Hayır, çünkü Çin, arabuluculuğu bile müdahale olarak görüp geri duruyor. Çin’in Ukrayna-Rusya politikası ne şiş yansın ne kebap. Öte yandan Çin, iç kamuoyunda savaş karşıtı sesleri sansürlüyor. Çin kamuoyu aslında olduğundan daha fazla Rus yanlısı gibi görünüyor. Muhtemelen, Çin hükümeti henüz kendi pozisyonunu netleştirmeden iç kamuoyunun Ukrayna yanlısı veya en azından savaş karşıtı görünmesini istemiyor. Aslında Ukrayna işgali, Çin’in en önemli dış politika prensiplerinden olan egemenliğe ve toprak bütünlüğüne saygı ilkesine aykırı. O yüzden az önce Çin’in Rusya’yı açıktan desteklemesinin mümkün olmadığını söyledim. Fakat diğer yandan Ukrayna yanlısı bir pozisyon edindiği anda Batı kampına geçeceği ve ABD tarafından kontrol edilebilir noktaya sürükleneceği Çin rejiminin korkularından biri.
ÇİN KENDİSİNİ GÜÇLÜ DEĞİL, MAĞDUR GÖRÜYOR
Batı kampında görünmek niye Çin gibi devasa bir gücün ABD tarafından kontrol edilmesi riskini doğursun ki? Ayrıca Çin’in bu kadar çekingen veya mütereddit olması onun muazzam gücüyle tezat oluşturmuyor mu?
Çin kendisini, kendisine atfedildiği kadar güçlü görmüyor. Mart ayının ilk haftasında Çin’de parlamento toplantıları vardı ve orada yıllık planlar, gelecek yıla dair programlar açıklandı. Bu süreçte Çin’in hem pandemi hem de Ukrayna savaşı dolayısıyla ekonomik büyümesini devam ettiremeyeceği korkusu daha da görünür oldu. Parlamento toplantılarında büyümeyi artırıcı önlemler alındı. Küresel düzeyde de Çin, bizim gördüğümüz kadar kendisini güvende hissetmiyor. Nitekim burada siyasette esas olarak mağdur dili ve söylemi hâkim.
Nasıl yani?
Çin her ne kadar büyük bir güç haline gelmiş olsa da hâlâ anaakım söylem, Batılı emperyalistler tarafından mağdur edilmiş Üçüncü Dünya Ülkesi olmak. Çin ABD’yle başabaş bir süper güç olmasına rağmen hâlâ ulusal kimliğini mağduriyet üzerinden kuruyor. Rusya-Ukrayna savaşına dair hem resmi açıklamalarda hem de kamuoyundaki tepkilerde esas odak Rusya-Ukrayna değil, ABD.
ÇİN KAMUOYUNDA ABD TARAFINDAN KANDIRILMA, KÖŞEYE SIKIŞTIRILMA KAYGISI HAKİM
Çin siyasetinde ve kamuoyunda neler konuşuluyor?
ABD’nin Rusya-Ukrayna savaşı üzerinden Çin’i nasıl alt etmeye kalkışacağı tartışılıyor. Bütün kaygıları bu. Çin kamuoyunda sürekli ABD tarafından kandırılma, köşeye sıkıştırılma ve alt edilme kaygısı hâkim. Ukrayna işgalinin Kuşak ve Yol Girişimi’ni, uluslararası ticareti nasıl etkileyeceği de ayrı bir kaygı konusu ama esas mesele, Ukrayna işgali sonrasında Çin’in ABD’ye karşı güçsüz hale gelip gelmeyeceği.
Kuşak ve Yol Girişimi nedir?
Bu, Çin’in yaklaşık yirmi yıl önce belirlediği bir iç politika projesi olarak başladı. Daha da eskiye gidersek, 1976’da Mao Zedong’un ölümü sonrasında iktidara gelen Deng Xiaoping, Çin’i küresel kapitalist sisteme entegre ettiğinde, Hindistan’a bakarak bir tercih yaptı.
ÇİN KUŞAK VE YOL GİRİŞİMİYLE BAHARAT VE İPEK YOLLARINI CANLANDIRDI
Nasıl bir seçim yaptı Deng Xiaoping?
Hindistan’ın yaptığı gibi bütün ülkeyi aynı anda kalkındırmaya çalışıp hiçbir zaman tam kalkınamamak mı, yoksa belli bölgeleri kalkındırıp, onlar sayesinde geri kalan bölgeleri kalkındırmak mı? Deng Xiaoping, ikinci yolu tercih etti ve kalkınmada Çin’in doğu yakasına ağırlık verdi. Böylece Deng Xiaoping ve okyanusa kıyısı bulunan, tarihsel olarak da küresel ekonomiye daha entegre, hem fiziksel hem de insan gücü altyapısı büyümeye yatkın doğu yakasına yapıldı bütün yatırımlar. Deng Xiaoping’e göre doğu yakasındaki zenginlik daha sonra ülkenin batısına da akacak ve herkes zamanla eşitlenecekti. Ama 2000’li yıllara gelindiğinde, doğudaki zenginliğin kendiliğinden batı yakasına akmayacağı anlaşıldı. Bunun üzerine Orta ve Batı Çin için devlet eliyle kalkınma planları yapılmaya başandı. 2012’de Şi Cinping’in iktidara gelmesiyle birlikte Çin’in kendi içindeki batı, orta, kuzey gibi daha az gelişmiş bölgelerine dair kalkınma planları Kuşak ve Yol Girişimi adıyla uluslararası bir projeye dönüştürüldü.
Nasıl yani? Bu proje Çin’in hudutlarını mı aştı?
Çin, “Kuşak” ile Güneydoğu Asya üzerinden, “Yol” ile kuzey batıdan küresel sisteme, ticaret ağlarına bağlandı. Yani Kuşak ve Yol Girişimi’yle Çin aşağıdan deniz, yukarıdan da kara yoluyla Avrupa’ya açıldı. Aslında bu iki başlı proje tarihsel bir bağlama da oturuyor. Çünkü metaforik olarak denizden Baharat Yolu, karadan da İpek Yolu yeniden canlandırılmış oldu. Bu projeleri fonlamak üzere de 2016 yılından itibaren Çin’in Dünya Bankası gibi bir işlev gören Asya Altyapı ve Yatırım Bankası kuruldu. Son on yıl içinde Çin bu proje üzerinden Güneydoğu Asya, Afrika, Orta Asya, son zamanlarda Doğu Akdeniz ve Doğu Avrupa’da muazzam yatırımlar yaptı.
ÇİN İKLİM GÜNDEMİNE GİREREK YEŞİL TEKNOLOJİ PİYASALARI DOMİNE ETTİ
Ne tür yatırımlar yapıldı?
Genelde altyapı, demiryolu, karayolu ve enerji yatırımları yapıyorlar. Enerji yatırımları esas olarak kömüreydi ama son zamanlarda Çin çevre ve iklim gündemine dâhil oldu. Trump döneminde ABD, Paris Antlaşması’ndan çekilince, Avrupa Birliği bu sefer Çin’i “sorumlu bir süper güç” olarak iklim gündemine sokmaya çalıştı. Bu, zaten yeşil teknoloji ve finans piyasalarına girmek isteyen Çin’in de işine geldi. Böylece Çin, AB’yle işbirliği çerçevesinde hem bu piyasaları domine eder hale geldi, hem de “sorumlu süper güç” imajıyla ABD karşısında moral üstünlük kazandı. Bu da Kuşak ve Yol Girişimi’nin genişleyen dallarından biri. Bu sürecin kültürel boyutları olduğu gibi, pandemiyle birlikte Dijital Kuşak ve Yol, Halk Sağlığı Kuşak ve Yolu gibi yan kanatlar da ortaya çıktı. Dolayısıyla mevcut Kuşak ve Yol Girişimi, “Küresel Güney” denilen eskinin Üçüncü Dünya, bugünün Gelişmekte Olan Ülkeler’ini Çin odaklı bir ağın içinde birleştirme projesi.
Yani Kuşak ve Yol Girişimi bir emperyalist genişleme stratejisi mi, yoksa küresel sisteme eklemlenmenin yolu mu?
Bu tartışma epeydir yapılıyor. Elbette temel amaç küresel sisteme eklemlenmek ve belli piyasaları domine etmek.
Peki Çin bunu yaparken, ilişki kurduğu ülkelerle sömürgeci bir ilişki kuruyor mu?
Bu sorunun yanıtı karışık. Kuşak ve Yol Girişimi ilk çıktığında, ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında, 1947’den itibaren yürürlüğe koyduğu, Batı bloğunun sınırlarını konsolide etmeyi hedefleyen, anti-komünist söylemler içeren Marshall Planı’na benzetilmişti. Fakat Kuşak ve Yol ile Marshall Planı arasında farklar var. Marshall Planı merkezi, hiyerarşik bir ilişkiyle yürütülmüştü. Kuşak ve Yol Girişimi’nin mantığı ise “kervan yolda düzülür.”
ABD’DEKİ MUHAFAZAKARLARA GÖRE ÇİN’LE BİR SOĞUK SAVAŞ YÜRÜTÜLÜYOR
Marshall Planı’nın hedefleri nelerdi?
Marshall Planı, Soğuk Savaş’ın başında, Türkiye veya Yunanistan gibi Rusya ile ABD arasında henüz net bir pozisyon belirlememiş ülkeleri nakdi ve ayni yardım yaparak batı kampına çekme amaçlı bir programdı. Bu arada bir parantez açarak söyleyeyim ki, şu anda yeni Soğuk Savaş’ın Çin ve ABD arasında yürütüldüğü söyleniyor. Kuşak ve Yol Girişimi de Çin’in, gelişmekte olan Küresel Güney’i kendine çekme programı olarak gösteriliyor. Nitekim son yıllarda ABD’deki muhafazakârlar bu bağlamda Çin’le bir soğuk savaş olduğuna dair sık sık beyanatlar veriyor.
Peki gerçekten de Çin’in amacı bu mu?
Çin’in Küresel Güney’i kendisine bağlamak istediği doğru. Ama Kuşak ve Yol Girişimi, merkezi bir karar alma mekanizması olan, sekretaryası bulunan bir örgütlenme değil. Çin bu projeye belli miktarda bir bütçe ayırdı ve bu girişime Çin ekonomisinde hâlâ çok önemli olan KİT’ler (Kamu İktisadi Teşekkülleri), yeterince büyükse özel şirketler, değişik kamu kurumları, bankalar ya da hedef ülkelerdeki değişik aktörler, hükümetler, özel şirketler bir projeyle gelip bu projelerini fonluyor, Kuşak ve Yol’un parçası haline geliyorlar. O yüzden eklektik bir ağ söz konusu.
Az önceki soruya geri dönelim: Çin bunu yaparken sömürgeci bir ilişki kurmuyor mu?
Bu ülkeden ülkeye değişiyor. Güney Avrupa ülkeleri mesela, Çin’le çok daha eşit bir ilişki kurabiliyor. Ama Güneydoğu Asya’daki ülkeler açısından Çin’le kurulan ilişki eşit değil. Mesela Sri-Lanka hükümeti Çin’le münasebetlerden çok memnunken, halk çok şikâyetçi.
ÇİN SÖYLEMİ SOSYALİST, ÖZÜNDE NEOLİBERAL, ASYA KALKINMACA BİR PARTİ DEVLETİ
Neden?
Çin yatırımlarının işgücü piyasasını bozduğunu düşünüyorlar. Çin yatırım için gittiği pek çok ülkeye kendi işçilerini götürdüğü için istihdam yaratmıyor. Dolayısıyla yatırımın refahı, yapılan ülkeye dağılmıyor. Çin’in işçilerini götürmesi her ülke veya proje için geçerli değil. Sonuçta her proje için risk hesaplaması yapıyor ve ona göre hareket ediyorlar. Mesela Doğu Akdeniz’de, Körfez Ülkeleri’nde, Mısır’da anlaşmalar yerli işçilerin çalıştırılması şartına bağlandı. Kimi yerlerde kaynakları sömürücü, kimi yerlerde eşitlikçi bir ilişki kuruluyor. Dolayısıyla Çin’in sömürgeci ilişkiye dair sorunun yanıtı o kadar da siyah-beyaz olamıyor.
Bizim gibi sıradan insanlar Çin’i hâlâ Mao’yla, komünist sistemle filan anıyor ama epey zamandır Çin kapitalizmi diye bir kavramsallaştırma da var. Çin’in sistemi tam olarak nedir?
Çin’i söylemi sosyalist, özünde neoliberal, Asya kalkınmacı bir parti devleti olarak tanımlıyorum. ÇİN REJİM DEĞİŞTİRMEDEN KAPİTALİSTLEŞMENİN ANOMALİSİNİ YAŞIYOR
Ne demek bu?
Teker teker açıklayayım. Söylemi hâlâ sosyalist; çünkü devrimden sonra rejim Leninist parti-devlet şeklinde oturtuldu. Çin, diğer eski sosyalist ülkelerin aksine bir rejim değişikliğinden geçmeden kapitalist ekonomiye entegre oldu. O yüzden Çin bunun anomalisini hâlâ yaşıyor. Öte yandan kapitalist bir ekonomi var ama bu bir devlet kapitalizmi. Çin’in politika yapım ve devletin büyük sermayeyle ilişki kurma biçimi de kendi bölgesindeki Asya Kaplanları’nın, Asya kalkınmacı devletlerinin tarzına benziyor. Çünkü makro politikaları devlet yapıyor ve büyük sermayeye de bu makro politikaları uygulamak üzere “zorunlu bir teşvikte” bulunuyor. Çin’in son yıllardaki iki ana sanayileşme projesinden biri yeşil pazarlara hâkim olmak, diğeri de dijitalleşmede öne geçmek. Nitekim daha şimdiden 5G ve elektrikli araçlar pazarına hâkim ama diğer bütün alanlarda da ABD’ye rakip olmak istiyor. Hatta hatırlarsanız geçtiğimiz yıllarda Çin, Huawei şirketinin faaliyetleri üzerinden ABD tarafından casusluk suçlamalarına maruz kaldı. Bu tür gerilimler Çin’in dijital devrimiyle doğrudan alakalı.
Dijitalleşme kararını sermaye değil de devlet mi aldı?
Devlet bunu bir kalkınma hedefi yaptıktan sonra sonra Huawei, Lenovo gibi büyük sermayeyi, örneğin “gidip Orta Çin’de IT meslek okulları açacaksınız” gibi direktiflerle yönlendiriyor. Bununla birlikte istihdam rejimi çok neoliberal. Güvencesiz istihdam, beyaz yakalı işsizliği Çin’de de var.
ZENGİN SINIFIN ÇIKARLARIYLA ÇİN KOMÜNİST PARTİSİ’NİN BEKASI İÇ İÇE GEÇMİŞ DURUMDA
Peki söylemdeki sosyalizm nerede?
Deng Xiaoping’den sonraki iki iktidar döneminde sosyalist değerlere atıf azalmış, ulusal kimlik milliyetçilik üzerinden vurgulanmaya başlanmıştı. Ama Şi Cinping döneminde sosyalizme vurgu yeniden arttı. Ama sadece lafta! Herhangi bir kapitalist projenin önüne “Çin tarzı” sözünü ekliyorlar, o kadar.
Devlete tabi özel sektör aynı zamanda bir sınıfın varlığına da işaret ediyor. Çin’de sınıfsal yapı nasıl şekilleniyor? Bölüşüm politikalarında komünizmi andıran, en azından sosyal devlet uygulamaları var mı?
Sosyal devlet var, evet. Mao sonrası Çin’de üç ana sınıftan bahsedebiliriz. Bir tanesi yeni zenginler veya “işinsanları sınıfı”. Bu sınıf 1980’lerde başlayan hızlı özelleştirmelerle sermaye sahibi olan kuşak ve onların çocuklarından oluşuyor. Bunlar 1990’lardaki Jiang Zemin iktidarında ÇKP’ye (Çin Komünist Partisi) üye olmaya davet edildiler. Çünkü SSCB’nin çöktüğü, sözümona “tarihin sonuna gelindiği” bir dönemde Çin’de de bir rejim değişikliği olacağı ve bu yeni sermaye sahibi sınıfın buna öncülük edeceği düşünülüyordu. Jiang Zemin döneminde devlet son derece ustaca bir hamlede bulunarak yeni sermaye sınıfını üyelik üzerinden partiye entegre etti. Böylece yeni zenginlerin sınıfsal konumlarını ancak Parti-Devlet sayesinde koruyabileceği gösterildi. Şu anda bu sınıfın çıkarlarıyla ÇKP’nin bekası iç içe geçmiş durumda.
Peki ÇKP’yle aralarında herhangi bir gerilim yaşanmıyor mu?
Özellikle son yıllarda zaman zaman bu çatışmaları görüyoruz. Şi Cinping, öncekilerden farklı olarak, çok büyüyen sermayeyi daha fazla kontrol almaya çalışıyor. Devasa bir şirket olan Alibaba’ya çok ciddi cezalar verildi, sahibi Jack Ma şirketin başkanlığını başka birine devretmek zorunda kaldı. Bu da büyük sermayeye bir tehdit olarak görüldü. Ama daha bu sabah (16 Mart), yakınlarda Çin borsası inanılmaz bir düşüşe geçtiği için, ÇKP’nin finans komitesi başkanı bir açıklama yaparak, “özel sermayemizin yurtdışındaki borsalara açılmasında bir engel görmüyoruz” dedi ve özel sermayenin devamlılığına güvence verdi. Aynı anda borsa hemen tırmanışa geçti. Yani sermayeyle devlet arasında temelde bir çelişki yok, sadece güç çatışması var.
ÇKP YÖNETİCİLERİNİN AİLELERİ İŞ DÜNYASININ ÖNDE GELENLERİ OLUYOR
Bu sermayedarlar ÇKP yönetimi içinde de yer alabiliyor mu? Yoksa ÇKP kadroları daha çekirdekten mi geliyor?
Tam da bu sorunuz bağlamında, “parti üyeleri bir sınıf mıdır” tartışması yapılıyor Çin’de. Parti üyeleri ve liderleri bir ekonomik sınıf değil ama kesinlikle sınıf çıkarları olan bir zümre. Sıradan insanlar da, özel şirket sahipleri de parti üyesi olabiliyor ama partinin üst düzeylerine gelebilmek için çekirdekten yetişmek gerekiyor. Bu en aşağıdan, bürokrasiden devlet insanı olarak yetişenler zamanla ÇKP yönetimine veya bakanlıklara getiriliyor. Ortada şöyle bir yolsuzluk ilişkisi var: Bahsettiğim ÇKP yöneticileri iş dünyasından olmasa da, “politikacı ailesi zenginliği” diye bir olgu var. Zira kendileri değil ama aileleri iş dünyasının önde gelenleri oluyor.
Üç ana sınıfın varlığından söz etmiştiniz. İlki bu bahsettiğiniz iş insanları sınıfı. Diğeri orta sınıf mı?
Evet, orta sınıf Çin’in tüketiminin ve Çin ekonomisinin tıkanmamasını sağlayan kentli kesim. 2010’lu yıllar itibariyle Çin nüfusunun yüzde 50’den fazlası kentlerde yaşıyor. Kentli, eğitimli orta sınıf toplunun dörtte birini oluşturuyor ve bu sınıfın tutumu siyasette de belirleyici sonuçlar yaratıyor. Orta sınıf kadar görünürlüğü olmayan bir de kentli yoksul sınıf var. Kırsal yoksulluğu da çok geniş kitleleri barındırıyor içinde. Çin’de çok hızlı gelişen kentleşme, kırsalın pahasına yaşandı. Köyden kente göç ve tarımın da çiftçilerden büyük şirketlere geçmesiyle kırsal yoksulluğu çok arttı. 2008 krizinde ekonominin zarar görmemesi, işsizliğin yaygınlaşmaması için merkezi hükümet yerel hükümetlere, KOBİ’lere dağıtılması için çok büyük teşvikler verdi. Ama yerel hükümetler, bu teşvikleri daha ziyade gayrimenkul piyasasına yatırım yapmak için kullandı. Böylece Çin’in de bir emlak balonu oluştu. Tıpkı bazı batılı ülkelerde olduğu gibi, Çin’in müteşebbisleri önce kentleri soylulaştırıp inşa ettiler, sonra da tarımsal alanlara yayılmaya, köylülerin topraklarını kiralamaya başladılar. Sadece topraklarını kiralayarak zenginleşen bir zengin-köylü sınıfı meydana geldiği gibi, toprağı kiralamaya uygun olmayan köylüler de büyük şirketlerin işçileri haline geldiler.
Kentli yoksullar kimlerden oluşuyor?
Daha ziyade soylulaştırma politikaları sonucu evlerini, özelleştirmeler nedeniyle işlerini kaybetmiş, çocuklarına iyi eğitim olanakları sunamayan, bu nedenle de çocukların sınıf atlayamadığı kitlelerden bahsediyoruz. Bunların yanında bir de göçmen işçiler var tabii.
ÇİN HÜKÜMETİ YÜZMİLYONLARCA GÜVENCESİZ İŞÇİ İÇİN İSTİHDAM KANUNU ÇIKARMAYI REDDEDİYOR
Hangi ülkelerden geliyor göçmenler?
Çin başka ülkelerden göçmen kabul etmediği için ülkede çok fazla yabancı göçmen yok. Çin’de göçmen deyince iç göçmenleri, köyden kente gelenleri kastediyoruz. Güvencesiz istihdamın ana ordusu göçmen işçiler. Çin’de tüketimi artırmak için online platformlara büyük bir ağırlık verildi. Alibaba’nın bu kadar devasa bir şirkete dönüşmesinin hikâyesi de buna dayanıyor. Online platformların da yan endüstrisi kuryeler. Kuryelerin neredeyse tümü göçmen işçilerden oluşuyor. Hükümet ise ısrarlı biçimde bu güvencesiz çalışan işçileri kapsayacak bir istihdam kanunu çıkarmayı veya mevcut kanunda değişiklik yapmayı reddediyor. Çünkü bunu yaptığı anda ücretler artacak, sigorta masrafları olacak, online alışverişin masrafı yükselecek ve bu da tüketimi azaltacak.
Peki işçi grevleri oluyor mu?
Tabii, grevlere, protestolara rağmen hükümet bu işçileri güvencesiz halde tutmaya devam ediyor.
ÇİN ‘ÇİN MODELİNİ’ ÇOKTAN TERK ETTİ
Güvencesiz işçiler derken, ne kadar büyük bir nüfustan bahsediyorsunuz?
Yüz milyonlardan bahsediyorum! Çünkü 1980’lerde başlayan köyden kente göçle, köyler boşaldı artık. Daha önce ekonominin lokomotifi, köyleri idare eden kasabalardı. Fakat Deng Xiaoping neoliberal ekonomiye entegrasyon ve sanayileşme için ana idari birim olarak kentleri seçti. Kentlere çok büyük bir finansal destek verilince yatırımlar, iş fırsatları arttı ve köyden kente kitlesel göç hiç azalmadan devam etti.
Çin denince aklımıza ucuz işgücü, ucuz emek ve ucuz, kalitesiz ürünler geliyor. Türkiye’de artık “Çin modelinin” uygulanacağı söyleniyor. Nedir Çin modeli?
Türkiye’de Çin modeli diye tartışılan şey, 1980’lerdeki politikalar. Fakat Çin artık o politikayı terk etti. 1980’lerde ucuz işgücüyle ülkeye yabancı sermaye çekilerek Çin’de büyüme ivmesi yakalanmıştı. Ama o dönem köyden kente göç eden kitlelerin zamanla orta sınıflaşması ve emlak zengini köylülerin artmasıyla, kötü koşullarda, düşük ücretle çalışacak işçi bulamamaya başladı Çin. Bunun üzerine ucuz emeğe dayalı yabancı sermaye yavaş yavaş Güneydoğu Asya’ya kaymaya başladı. Bugün de söz konusu kayma Vietnam’a, Kamboçya’ya, Laos’a doğru devam ediyor. Çin ucuz işgücü olmaktan çoktan çıktı.
Tamamen mi?
Çin çok devasa büyüklükte olduğu, doğusu ile batısı arasında ekonomik açıdan büyük farklar barındırdığı için, elbette hâlâ atölye bazlı, ucuz emeğe dayalı üretim alanları yaygın. Hatırlarsanız eskiden “dünyanın tüm düğmeleri Çin’in bir şehrinde üretiliyor” veya “bütün ayakkabı bağları şurada yapılıyor” gibi haberler çıkardı. Çünkü Çin’de tek bir ürüne odaklanmış atölye tipi üretim çok yaygındı ve bunun tümü Güneydoğu Asya’ya kaymış değil, hâlâ var. Dolayısıyla Çin’de ucuz emeğe dayalı üretimle yüksek teknolojiye dayalı üretim aynı anda devam ediyor. Ama dominant ekonomik aktivite artık ucuz emeğe dayalı üretim değil. Keza ağır sanayi devam ederken artık kapatılmış, paslanmış devasa fabrikalar, bölgeler de var. Çin’in artık büyüme politikası yüksek teknolojiye, bilişime dayalı üretime dayanıyor.
YARIN: Çin silahlanıyor mu? Çin’in dünya tahayyülü ne? ABD’nin Tayvan üzerinden Çin’e savaş açma ihtimali nedir? Rusya’nın Ukrayna işgali Çin açısından ne tür sonuçlar yaratabilir? Pandemi Çin’i nasıl etkiledi?
Bu makale yazarın görüşlerini yansıtır, +Gerçek’in yayın politikasıyla her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***