Berlin’de ikinci kez toplanan ve iki gün süren ‘Demokrasi ve Özgürlük Konferansı’nın çağrıcılarından gazeteci Can Dündar sorularımızı yanıtladı:
İKİNCİSİ GERÇEKLEŞTİRİLEN KONFERANS HAKKINDA İZLENİMLERİNİZİ AKTARABİLİR MİSİNİZ?
“Bir arada olmamız büyük bir adım. Hedeflerden bağımsız olarak bu kadar acının yüksek olduğu bir yerde birbirimizden destek almamız ve birlikte yürüme kararı almamız çok kıymetli. Ama bunun ötesinde bir dönem muhasebesi yapıyoruz. ‘Ne yaşandı, bundan nasıl çıkarız ve yerine ne kurarız?’ diye özetlenebilecek bir dönem muhasebesi.”
KONFERANS BİZİ NEREYE DOĞRU GÖTÜREBİLİR?
“Türkiye daha çok ittifak ve uzlaşma kültüründen bahsediyor. 6 partinin birleşip deklarasyon imzaladığını gördük; ama bu yukarıdan aşağı inşa edilmeye çalışılan bir sistem ve biz bu sistemlerin neye dönüştüğünü Erdoğan deneyiminde gördük. Bu yüzden yeni demokrasinin aşağıdan yukarıya inşa edilmesi gerekiyor. Bu tür konferanslar onun zeminini hazırlıyor. Cumartesi Anneleri’nden Boğaziçi direnişine, Kazdağları’ndan faili meçhul ailelerine kadar toplumun acı çeken kesimi ve yaşanan baskıların sokaktaki muhataplarının demokrasi ve özgürlük talebi var. Bunu dillendirip forma dökmeleri bu konferanslarda mümkün hale geliyor. Siyasetin bir otel odasına kapanıp 6 kişinin bir şey imzalamasıyla toplum dönüşmüyor.”
6’LI MUTABAKAT İLE BU KONFERANSIN ARASINDA NASIL BİR FARK VAR?
“Birisi yukarıdan aşağı inşa etmeye çalışılıyor diğeri aşağıdan yukarı inşa çabasında. Onun dışında talepler benzer. Baskı rejiminden nasıl çıkacağız? Yerine nasıl demokratik özgür bir Türkiye kuracağız? Sorularına cevap aranıyor. Kimsenin iyi niyetinden şüphe etmiyorum ancak kuruluş yöntemi açısından bu konferansın toplumsal tabana dayanan ve bütün bu süreci o tabanın talepleri doğrultusunda yukarıya ileten bir yöntem olduğunu düşünüyorum. Bu açıdan kıymetli buluyorum.”
AKP VEYA ERDOĞAN’I GÖNDERMEK TÜRKİYE’NİN GELECEĞİ İÇİN YETERLİ Mİ? BUNUN YANI SIRA NELER YAPMAK GEREKİYOR?
“Konferansın birinci gününde çıkan bildiriye bakıldığında içinde ne AKP ne de Erdoğan lafı geçiyor. Bunlardan artık yorulduk. Sorunların kökenini ve muhataplarını biliyoruz dolayısıyla artık bunları dillendirmenin gereği yok. Onu bir veri kabul edip onun ötesine geçme çabasındayız. Birçoğumuzun içinde biriken bir öfke var insanlar bunu dile getirmek istiyor. Ama herkesten talebimiz şuydu; gelin ileriye bakalım, geçmişle hesaplaşma elbette olacak ama onun yerine ne koyacağımıza yoğunlaşalım. Bu düsturla geldik ve bunu büyük oranda başarıldığını görüyorum. Artık AKP’nin baskı politikaları yerine ‘Bizim nasıl bir ortak ülke idealimiz var, nasıl bir Türkiye kuracağız?’ konularını konuşmaya başladık.
TÜRKİYE’DEKİ SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ VE SÜRECE DAHİL OLMAK İSTEYEN İNSANLAR NE YAPMALI?
“Son dönemde Türkiye’de siyaset ne yazık ki oy kullanmaya indirgendi. Bunun yeterli olmadığını hepimiz görüyoruz. Siyaset zaman zaman sokakta zaman zaman itiraz, tepki ve tavır koymakla kendini gösteren bir şey. Sandığa indirgendiğinde kitleler pasifize oluyor. Ben bu konferansın ana mesajının ‘bir arada güçlüyüz ve konuşabiliyoruz’ olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de muhalefet bölük pörçüktü bu yüzden umut verilemedi. Buradaki birliktelik havası bana umut veriyor. Eskiden herkes birbirinden rol kapmaya çalışırdı fakat burada herkesin birbirine yol veriyor ve hırçınlığın yerini karşılıklı saygı almış durumda. Birbirimizi dinlemeyi öğrendik. Bunun Türkiye’de de yansımaları olacaktır. Hiçbir zaman umudu kesmemek lazım çünkü umut kesildiği zaman kanallarda kesiliyor ve otoriterliğin önü açılıyor. Acılı dönemin sonuna geliyoruz ve artık yarını konuşmaya başladık. Bu yüzden konferansa ‘Geleceğe Çağırıyoruz’ adını verdik. Herkesi geleceğe bekliyoruz.”
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***