Bu “beşli çete” ifadesi, malum, bana ait değil ama o kadar yerleşik hale geldi ki ben de aynen kullanıyorum.
Ama bu yazımda ben meselenin ihale kanunu üzerinden, vergi yasaları üzerinden yapılan yolsuzlukları değil, bu beşli patronajın yaptığı çok vahim bir yanlıştan, başka bir ifade ile de yapmadıklarından bahsedeceğim.
Bu yanlış öyle sıradan bir teknik yanlış da değil, bir siyasi ve ekonomik tercihin, bir şark kurnazlığının ürünü.
Kaybeden de önce Türkiye ama hemen sonra da yine bu beşli patronaj.
Şark kurnazlığı ifadesini “küçük olsun, yolsuzluklar da içerse benim olsun, kimse ile de yarışmayayım, zaten rekabeti sevmeyiz, yasa dışı, gayri meşru da olsa biz bize götürelim bu işleri” mantığı anlamına kullanıyorum.
Bu beşli patronaj son on beş senede büyük paralar kazandılar ama daha zeki olsalar çok daha fazla da kazanabilirler idi.
Bu kazanılan para kanımca hem yasal değil hem de gayrimeşru.
İhale kanununun 21-b maddesine göre verilen ihalelerin yüzde doksan dokuzu yasadaki 21-b maddesinin mantığına aykırı, bu iş bir biçimde karakolda, pardon, adliyede ve haciz dairelerinde, icra masalarında bitecek.
Oysa, bu beşli patronaj bu süfli ilişkilere girmeden de büyük paralar kazanabilirler idi, hatta çok daha fazlasını kazanırlardı, ama yukarıda belirttim, şark kurnazı beşli patronaj zihniyeti ile hem Türkiye’yi hem de kendilerini rezil ettiler.
Ne yapabilirler idi?
Kabul etmek gerekir, Türkiyeli müteahhitlerin Avrupalı meslektaşları karşısında çok önemli avantajları var.
İktisat teorisine girmeyelim, Türkiyeli müteahhitler Avrupalı meslektaşlarına oranla işleri daha etkin, daha ucuza bitirebiliyorlar.
Ancak, Avrupalıların girdiği kamu alımları (public procurement) piyasalarında rekabet çok daha güçlü, piyasalar kurallı, çok sağlam, aşılması çok güç standartlar var olduğu için kâr oranları düşük ama daha etkin üretim yapanlar için hem süreklilik avantajı var hem de yıllık toplam geliri 25 trilyon doları bulan AB piyasasında pasta çok büyük.
Ama bizim şark kurnazları (beşli patronaj) bu piyasada olmaktansa 1 trilyon dolarlık bir ekonomi piyasasında küçük köyün ağası olmayı tercih ettiler.
Beşli patronaj AB ülkelerinde de iş yapmıyorlar değil ama potansiyellerinin çok altında.
Bu tercihin altında burada netleştiremeyeceğim Erdoğan ile olan biraz flu ilişkiler de var.
Bu beşli patronaj Türkiye’nin AB tam üyelik sürecinde kamu alımları müzakere dosyasının müzakereye açılması doğrultusunda gayret gösterebilseler idi, bugün bu beşli patronaj AB ülkelerindeki belirli bir eşiğin üzerindeki her kamu ihalesine önlerinde diskriminatif (ayırımcı, engelleyici) bir engel olmadan girebilecekler ve küçük köyün ağası olmak yerine çok zengin bir ekonomik alanın (AB, 25 trilyon dolarlık senelik gelir, dünya hasılasının dörtte biri) zengini olmayı başarabilecekler idi.
Ama, önlerindeki en büyük engel zihniyetleri, şark kafaları.
Küçük olsun, benim olsun, yolsuzluklarım da sorgulanamasın.
Çanakkale köprüsü çok güzel ama inanılmaz haksızlıklar içeriyor, 1.7 saniyede bir araba geçmez, feribotlarla günde on bin araba geçerken araba sayısı 45 bine çıkmaz ise ortada YİD değil bir soygun sistemi olacak.
Oysa, gözler AB’ye çevrili olsa idi, Brexit (Avrupa tarihinin en aptal kararı) öncesi Fransa-İngiltere arasına bir Manş köprüsü önermeyi akıl edebilseler idi(fantezi bir örnek olarak veriyorum) daha düşük bir kâr oranı ile çok daha fazla para kazanabilirler idi.
Ama kafa büyük düşünmek yerine milletin anasının bir tarafında olunca işte bu kadar oluyor.
Manş’ın altından bir tünel geçiyor artık, Fransa’dan Birleşik Krallığa arabandan hiç inmeden gidebiliyorsun.
Bizim milletin anasının bir tarafına eğilimli beşli patronaj acaba hiç aklından, biraz da kıskanarak “keşke bu tüneli biz yapsa idik” i geçirmiş midir, hiç ama hiç emin değilim.
Küçük olsun, bizim olsun, yolsuzluğu (21-b, vergi) da bol olsun, paramızı böyle kazanalım” şark kurnazlığı çok berbat bir şey ya.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***