Uluslararası Af Örgütü, İsrail yetkililerinin Filistinlilere yönelik işledikleri suçu resmen “apartheid” (sistemsel ayrımcılık) olarak nitelendirdi.
Uluslararası Af Örgütü yayımladığı raporda “apartheid insanlığa karşı işlenen bir suçtur” hatırlatmasında bulunarak, bu suçu işleyen İsrail’in “hesap vermesi” gerektiğini belirtti. Araştırma, İsrail’in Filistinlilerin haklarını kontrol ettiği tüm bölgelerde, Filistin halkına yönelik uygulamalarının ayrıntılarına yer veriyor. Bu suçun İsrail ve İşgal Altındaki Filistin Toprakları ile yerinden edilerek diğer ülkelere sığınan Filistinlileri kapsayacak kadar geniş olduğunun altı çiziliyor.
İsrail’in Apartheid Rejimi: Filistinlilere Yönelik Irksal Ayrımcılık ve İnsanlığa Karşı İşlenen Suçlar başlıklı 280 sayfalık kapsamlı rapor; Filistinlilerin topraklarına ve mülklerine kitlesel boyutta el koyma, zorla yerinden etme, hukuka aykırı öldürmeler, aşırı sert dolaşım kısıtlamaları ve Filistinlileri uyruk ve vatandaşlıktan yoksun bırakmanın, uluslararası hukuk gereğince apartheid kapsamına giren bir sistemin unsurları olduğunu belgeledi.
Uluslararası Af Örgütü bu ihlallerin Roma Statüsü’nde ve Apartheid Suçunun Engellenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme’de (Apartheid Sözleşmesi) tanımlandığı haliyle insanlığa karşı işlenen bir suç olarak apartheid suçu oluşturduğu tespitinde bulundu.
İsrail, rapora henüz rapor yayımlanmadan karşı çıkmıştı
İsrail Dışişleri Bakanı Yair Lapid, Af Örgütü’nün raporu henüz yayınlanmadan tüm suçlamaları reddettiklerini belirten bir açıklama yapmıştı.
Lapid, raporun “yanlış”, “taraflı” ve “Yahudi karşıtı” olduğunu söylemiş ve “terörist grupların yalanlarına atıfta bulunduğunu” iddia etmişti.
İsrail Dışişleri Bakanı, “Af Örgütü bu yanlış raporu yayımlayarak çifte standart yapıyor ve İsrail’in meşruiyetini bozmak için onu şeytanlaştırıyor” ifadelerini kullanmıştı.
Açıklamada, “Af Örgütü’nün raporu saldırganlara sadece İsrail’e değil, dünyanın her yerindeki Yahudilere zarar vermeleri için yeşil ışık yakıyor” denilmişti.
“Evrensel yargı yetkisini kullanın”
Uluslararası Af Örgütü, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM), İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nda süregelen soruşturmasında apartheid suçunu değerlendirme çağrısı yaptı ve tüm devletleri, apartheid suçunun faillerini adalet önüne çıkarmak üzere, evrensel yargı yetkisini kullanmaya çağırdı.
Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Agnès Callamard konu hakkındaki açıklamasında, “Raporumuz, İsrail’in apartheid rejiminin gerçek boyutlarını ortaya koyuyor. Filistinliler ister Gazze’de, ister Doğu Kudüs’te yaşasınlar, ister El Halil’de, isterse de İsrail’de, yaşadıkları her yerde aşağı bir ırksal grup muamelesi görüyor ve haklarından sistematik olarak yoksun bırakılıyorlar. İsrail’in, kontrolü altındaki tüm bölgelerde açıkça apartheid kapsamına giren; mekansal ayrıştırma, mülksüzleştirme ve dışlama politikaları uyguladığını tespit ettik. Uluslararası toplum harekete geçmekle yükümlüdür” dedi. Callamard, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Milyonlarca insanı kurumsallaşmış ve uzun vadeli ırkçı baskılara maruz bırakmak etrafında şekillenen bir sistem hiçbir şekilde haklı gösterilemez. Dünyamızda apartheid rejimine yer yoktur. İsrail’e anlayış göstermeyi seçen devletler kendilerini tarihin yanlış tarafında bulacaklar. İsrail’e silah temin etmeye devam eden ve onu BM’de hesap vermeye karşı koruyan devletler uluslararası hukuk düzenini baltalayarak apartheid sistemini destekliyor ve Filistin halkının acılarını daha da artırıyor. Uluslararası toplum, İsrail’in apartheid rejiminin hakikatiyle yüzleşmeli ve adalet doğrultusunda bugüne kadar utanç verici bir biçimde başvurulmamış olan yolları takip etmelidir.”
Apartheid’ı tanımlamak
Apartheid sistemi, bir ırksal grubun diğer bir ırksal grup üzerinde kurduğu kurumsallaşmış baskı ve tahakküm rejimi olarak tanımlanıyor. Apartheid aynı zamanda bir insan hakları ihlali olarak tanınıyor ve uluslararası kamu hukuku kapsamında yasaklı uygulamalar arasında bulunuyor.
Uluslararası Af Örgütü’nün dış uzmanlara danışarak gerçekleştirdiği kapsamlı araştırma ve hukuki incelemeye göre İsrail; yasalar, politikalar ve pratikler aracılığıyla Filistinlilere karşı böyle bir sistem uyguluyor ve İsrail’in “uzun süreli ve ayrımcı” muamelesi bunlar yoluyla sağlanıyor.
Uluslararası ceza hukukunda, bir baskı ve tahakküm sistemi içerisinde, bu sistemi sürekli kılmak kastıyla işlenen belirli hukuka aykırı fiiller, insanlığa karşı işlenen apartheid suçu teşkil ediyor. Bu fiiller Apartheid Sözleşmesi’nde ve Roma Statüsü’nde tanımlanmıştır ve hukuka aykırı öldürme, işkence, zorla yerinden etme ve temel hak ve özgürlüklerden yoksun bırakma bunlar arasındadır.
Uluslararası Af Örgütü, İsrail’e nazaran İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nda daha sık ve daha şiddetli bir biçimde meydana gelseler de İsrail’in kontrol ettiği tüm bölgelerde, Apartheid Sözleşmesi ve Roma Statüsü’nce yasaklanan fiilleri belgeledi. İsrail yetkilileri Filistinlileri temel hak ve özgürlüklerinden kasten yoksun bırakmak için İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nda aşırı sert dolaşım kısıtlamaları uygulamayı, İsrail’de yaşayan Filistinli topluluklara devamlı olarak ayrımcı nitelikte yetersiz yatırımlar yapmayı ve mültecilerin geri dönüş hakkını engellemeyi kapsayan çok çeşitli uygulamaları devreye sokuyor. Rapor ayrıca hem İsrail’de hem de İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nda zorla yerinden etme, idari gözaltı, işkence ve hukuka aykırı öldürmeleri belgeliyor.
Uluslararası Af Örgütü bu fiillerin Filistin halkına yönelik sistematik ve yaygın saldırıların bir parçası olduğunu ve bir baskı ve tahakküm sistemini sürekli kılma kastıyla işlendiğini tespit etti. Af Örgütü, İsrail’in uygulamalarının bu nedenle insanlığa karşı işlenen apartheid suçu teşkil ettiğini ifade etti.
İsrail’e karşı silah ambargosu çağrısı
Uluslararası Af Örgütü, İsrail’e kapsamlı bir silah ambargosu uygulanması çağrısında bulundu:
“Filistinli protestocuların hukuka aykırı bir biçimde öldürülmesi, İsrail yetkililerinin müesses nizamı sürdürmek için nasıl yasaklı fiillere başvurduğunu gösteren belki de en açık örnektir. 2018’de Gazze’de, Filistinliler her hafta, İsrail sınırı boyunca, mültecilerin geri dönüş hakkını ve ablukanın kaldırılmasını talep eden protestolar gerçekleştirmeye başladı. İsrail’in kıdemli yetkilileri daha protestolar başlamadan duvara yaklaşacak Filistinlilerin vurulacağı uyarısında bulundu. 2019 sonu itibariyle İsrail güçleri 46’sı çocuk 214 sivili öldürmüştü.
Uluslararası Af Örgütü, raporunda belgelediği üzere, Filistinlilerin sistematik olarak hukuka aykırı bir biçimde öldürüldüğü göz önüne alındığında, BM Güvenlik Konseyi’ni İsrail’e kapsamlı bir silah ambargosu uygulamaya çağırıyor. Binlerce Filistinlinin İsrail güçleri tarafından hukuka aykırı olarak öldürüldüğü düşünüldüğünde ambargo, tüm silahların ve mühimmatın yanı sıra kolluk ekipmanını da kapsamalıdır. BM Güvenlik Konseyi ayrıca apartheid suçunda en sıklıkla işaret edilen İsrail yetkilileri hakkında malvarlığını dondurmak gibi planlı yaptırımlar da uygulamalıdır.”
Uluslararası Af Örgütü’nün raporda öne çıkan bulgulardan oluşturduğu bazı başlıklar ve özetler şöyle:
Filistinlilere demografik bir tehdit muamelesi yapılıyor
İsrail, 1948’de kurulduğundan bu yana Yahudilerden oluşan bir demografik çoğunluk sağlama ve bunu sürdürme politikasının yanı sıra toprakların ve kaynakların kontrolünü Yahudi İsraillilerin yararına en üst düzeye çıkarma politikası izledi. 1967’de İsrail bu politikayı Batı Şeria ve Gazze’yi de kapsayacak şekilde genişletti. Bugün, İsrail’in kontrol ettiği tüm topraklar hâlâ Filistinlilerin aleyhine, Yahudi İsraillilere avantaj sağlayacak şekilde idare edilirken Filistinli mülteciler dışlanmaya devam ediyor.
Uluslararası Af Örgütü, Filistinliler gibi Yahudilerin de kendi kaderini tayin hakkını talep ettiğini kabul etmekte ve İsrail’in Yahudilerin vatanı olma arzusuna itiraz etmemektedir. Benzer şekilde, İsrail’in kendisini “Yahudi devleti” olarak adlandırmasının başlı başına baskı ve tahakküm kurma kastına işaret ettiğini düşünmemektedir.
Fakat, Uluslararası Af Örgütü’nün raporu, art arda gelen İsrail hükümetlerinin Filistinlileri demografik bir tehdit gibi değerlendirdiğini ve hem İsrail’de hem de İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nda varlıklarını ve toprağa erişimlerini kontrol etmeye ve azaltmaya dönük uygulamalara başvurduğunu gösteriyor. Bu demografik amaçlar, İsrail’in ve Doğu Kudüs’ü de kapsayan Batı Şeria’nın topraklarını “Yahudileştirme”ye dönük resmi planlarla ortaya konuluyor ve bu planlar binlerce Filistinliyi zorla yerinden edilme riski altına sokmayı sürdürüyor.
Sınır tanımayan baskılar
1947-49 ve 1967 savaşları, İsrail’in İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nda süregelen askeri idaresi ve topraklar üzerinde birbirinden ayrı hukuki ve idari rejimlerin kurulması, Filistinli toplulukları Yahudi İsraillilerden ayırdı ve mekansal olarak ayrıştırdı. Filistinliler coğrafi ve siyasi anlamda parçalandı ve statülerine ve nerede yaşadıklarına bağlı olarak değişen düzeylerde ayrımcılığa maruz kaldı.
Mevcut durumda, İsrail’deki Filistinli vatandaşlar, İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nda yaşayan Filistinlilere kıyasla daha geniş haklardan yararlanırken, Gazze’deki Filistinlilerin deneyimleri Batı Şeria’da yaşayanlardan çok daha farklı. Yine de Uluslararası Af Örgütü’nün araştırması, tüm Filistinlilerin aynı genel sisteme maruz kaldığını gösteriyor. İsrail’in tüm bölgelerde Filistinlilere yönelik muamelesi; toprakların ve kaynakların dağılımında Yahudi İsraillilere öncelik verme ve Filistinlilerin varlığını ve topraklara erişimini en aza indirme amacına hizmet ediyor.
Uluslararası Af Örgütü, İsrail yetkililerinin Filistinlileri Yahudi olmayan, Arap statüsüyle tanımladığını ve onlara aşağı bir ırksal grupmuş gibi davrandığını gösteriyor. Bu ırk temelli ayrımcılık, İsrail’in ve İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nın dört bir yanında Filistinlileri etkileyen yasalarla takviye ediliyor.
Örneğin, İsrail’in Filistinli vatandaşlarına vatandaşlık verilmiyor ve bu durum Filistinliler ile Yahudi İsrailliler arasında hukuksal bir ayrışma yaratıyor. İsrail’in 1967’den beri nüfus kayıtlarını kontrol ettiği Batı Şeria ve Gazze’de Filistinlilerin vatandaşlığı yok ve birçoğu devletsiz kabul edilerek bölgede yaşamak için İsrail ordusundan kimlik kartı almak zorunda bırakılıyor.
1947-49 ve 1967’deki çatışmalar sırasında yerinden edilen Filistinli mülteciler ve onların torunları hâlâ eski ikamet yerlerine geri dönüş hakkından yoksun bırakılıyor. İsrail’in mültecileri dışlaması, milyonlarca kişiyi yerinden edilmenin daimi belirsizliği içinde bırakan bir uluslararası hukuk ihlalidir.
İşgal altındaki Doğu Kudüs’te yaşayan Filistinlilere vatandaşlık yerine kalıcı oturum izni verildi; ancak bu statü de yalnızca lafta kalıcı. 1967’den beri 14 binin üzerinde Filistinlinin oturma izni İçişleri Bakanlığı tarafından iptal edildi ve bunun sonucunda bu kişiler şehrin dışına çıkmak zorunda bırakıldı.
İkincil vatandaşlar
İsrail’in Filistinli vatandaşları -nüfusun yaklaşık %21’ini oluşturuyorlar- kurumsallaşmış ayrımcılığın birçok biçimiyle karşı karşıya kalıyor. 2018’de Filistinlilere yönelik ayrımcılık, anayasada İsrail’i ilk kez yalnızca “Yahudi halkının ulus devleti” olarak kabul eden bir yasa ile belirginleşti. Yasa aynı zamanda Yahudi yerleşimlerinin kurulmasını teşvik ediyor ve Arapçanın resmi dil statüsünü zayıflatıyor.
Rapor, ırkçı arazi gaspları ve arazi tahsisi, imar ve planlamasında başvurulan ayrımcı yasalar ağının bir sonucu olarak Filistinlilerin İsrail’in devlet arazisinin %80’ini kiralamaktan nasıl etkin bir biçimde alıkonulduğunu belgeliyor.
İsrail’in güneyinde yer alan Necef bölgesindeki durum, İsrail’in planlama ve inşa politikalarının Filistinlileri kasten dışladığına kusursuz bir örnektir. İsrail yetkilileri 1948’den beri Necef’i “Yahudileştirmek” için çeşitli politikalar benimsiyor. Geniş alanları doğal rezervler veya askeri atış bölgeleri olarak tayin etmek ve Yahudi nüfusunu artırmaya yönelik hedefler belirlemek bunlar arasındadır. Bu politikalar bölgede yaşayan on binlerce Filistinli Bedevi açısından yıkıcı sonuçlar yaratmaktadır.
68 bin civarında kişinin yaşadığı 35 Bedevi köyü İsrail tarafından “tanınmıyor”. Bu nedenle bu köyler ulusal elektrik ve su kaynaklarından faydalandırılmıyor ve devamlı olarak yıkımların hedefi oluyor. Köylerin resmi statüsü olmadığı için sakinleri de siyasi katılımda kısıtlamalarla karşı karşıya kalıyor ve sağlık ve eğitim hizmetlerinden dışlanıyor. Zorla yerinden etmeye varan bu koşullar birçok insanı evini veya köyünü terk etmeye zorluyor.
Filistinli İsrail vatandaşlarına yönelik on yıllardır bilinçli bir şekilde sürdürülen eşitsiz muamele onları Yahudi İsraillilere kıyasla ekonomik açıdan devamlı olarak dezavantajlı hale getirdi. Bu durum, kamu kaynaklarının açıkça ayrımcılık içeren bir biçimde dağıtılmasıyla daha da ağırlaşıyor. Yakın tarihli bir örnek, hükümetin hazırladığı Covid-19 destek paketidir. Desteğin sadece %1,7’si Filistinli yerel yetkililere verildi.
Mülksüzleştirme
Filistinlilerin evsiz bırakılması ve yerinden edilmesi, İsrail’in apartheid sisteminin kritik bir unsurudur. İsrail devleti, kuruluşundan bu yana Filistinlilerin arazilerine çok geniş çapta ve zalimane bir biçimde el koyuyor ve onları küçük, kuşatılmış yerleşimlere sıkıştırmak için sayısız yasa ve politika uygulamaya devam ediyor. İsrail, 1948’den bugüne kadar, yetki alanında ve etkin kontrolü altındaki tüm bölgelerde Filistinlilere ait yüz binlerce evi ve diğer türde mülkü yıktı.
Necef’te olduğu gibi Doğu Kudüs’teki ve İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nın C Bölgesi’ndeki Filistinliler tamamen İsrail kontrolü altında yaşıyor. Yetkililer bu bölgelerde Filistinlilere inşaat izni vermeyerek onları yasa dışı yapılar inşa etmek zorunda bırakıyor ve sonrasında bu yapıları tekrar tekrar yıkıyor.
İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nda hukuka aykırı İsrail yerleşimlerinin genişlemeye devam etmesi durumu daha da vahim hale getiriyor. Bu yerleşimlerin İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nda inşa edilmesi 1967’den beri bir devlet politikası olageldi. Bugün, yerleşimler, Batı Şeria topraklarının %10’unu kaplıyor. Doğu Kudüs’te ise Filistinlilere ait toprakların yaklaşık %38’i 1967 ile 2017 arasında istimlak edildi.
Doğu Kudüs’te Filistinlilerin mahalleleri sıklıkla, İsrail hükümetinin tam desteğiyle, Filistinli aileleri yerinden etmek ve evlerini yerleşimcilere vermek için çalışan yerleşimci örgütleri tarafından hedef alınıyor. Böyle bir mahalle olan Şeyh Cerrah’ta, yerleşimcilerin açtığı bir dava nedeniyle tehdit altında olan evlerini korumak için mücadele eden aileler Mayıs 2017’den beri sık sık protestolar düzenliyor.
Aşırı sert dolaşım kısıtlamaları
İsrail yetkilileri, 1990’ların ortalarından beri İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nda yaşayan Filistinlilere gitgide daha katı dolaşım kısıtlamaları uyguluyor. Askeri kontrol noktaları, bariyerler, çitler ve diğer yapılardan oluşan bir ağ, İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nda Filistinlilerin dolaşımını kontrol ediyor ve İsrail’e veya yurtdışına seyahatlerini kısıtlıyor.
İsrail’in uzatmaya devam ettiği 700 kilometrelik çit, Filistinli toplulukları “askeri bölgelere” kapattı. Filistinliler evlerine girmek ve evlerinden çıkmak için çok sayıda özel izin almak zorunda. Gazze’de 2 milyonun üzerinde Filistinli İsrail ablukası altında yaşıyor ve bu durum insani bir kriz yaratıyor. Gazzelilerin yurtdışına veya İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nın diğer bölgelerine seyahat etmesi neredeyse imkansız ve dünyanın geri kalanından tecrit edilmiş durumdalar.
Agnès Callamard, “Filistinliler için İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nda seyahat etmenin ve bu bölgeden çıkıp geri gelmenin zorluğu onlara devamlı olarak güçsüzlüklerini hatırlatıyor. Filistinlilerin her hareketi İsrail ordusunun onayına tabi ve en sıradan günlük işler bile şiddetli bir kontrol ağından geçmeyi gerektiriyor. İşgal Altındaki Filistin Toprakları’ndaki izin sistemi, İsrail’in Filistinlilere yönelik esef verici ayrımcılığının göstergesidir. Filistinliler abluka altında kilitli tutulurken, kontrol noktalarında saatlerce mahsur bırakılırken veya geri gelmek için tekrar izin almayı beklerken İsrail vatandaşları ve yerleşimciler istedikleri gibi dolaşabiliyor” değerlendirmesinde bulundu.
Uluslararası Af Örgütü, İsrail’in Filistinlilere uyguladığı muameleye dayanak gösterdiği her bir güvenlik gerekçesini inceledi. Rapor, İsrail’in bazı politikalarının meşru güvenlik hedeflerine ulaşmak için tasarlanmış olabileceğini, ancak bunların tamamen orantısız ve ayrımcı bir biçimde uygulandığını ve uluslararası hukuka uymadığını gösteriyor. Diğer politikaların ise güvenlik hususunda hiçbir makul gerekçesi yok ve bu politikalar açık bir şekilde baskı ve tahakküm kurma amacıyla şekilleniyor.
“Çıkış yolu”
Uluslararası Af Örgütü, “İsrail yetkililerinin apartheid sistemini ve onu besleyen ayrımcılık, mekansal ayrıştırma ve baskıları” nasıl ortadan kaldırabileceği konusunda bir dizi spesifik tavsiyede bulundu.
Uluslararası Af Örgütü, ilk adım olarak, “ev yıkımları ve zorla tahliyeler gibi şiddetli uygulamalara son verilmesi” çağrısı yaptı; “İsrail, uluslararası insan hakları hukuku ve insancıl hukuk gereğince, İsrail ve İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nda yaşayan tüm Filistinlilerin eşit haklarını güvence altına almalıdır. Filistinli mültecilerin ve torunlarının geçmişte kendileri veya ailelerinin yaşadıkları evlere geri dönüş hakkını kabul etmeli ve insan hakları ihlalleri ve insanlığa karşı işlenen suçlara maruz bırakılan kişilere eksiksiz onarım sağlamalıdır.”
Uluslararası Af Örgütü, uluslararası toplumun İsrail’de ve İşgal Altındaki Filistin topraklarındaki insan hakları krizine yaklaşımında köklü bir değişim talep etti:
“Tüm devletler, uluslararası hukuka göre apartheid suçu işlediğinden makul bir biçimde şüphe edilen herkes hakkında evrensel yargı yetkisini kullanmalıdır. Dahası, Apartheid Sözleşmesi’ne taraf olan devletler bunu yapmakla yükümlüdür.”
“Apartheid’a verilen uluslararası tepkiler artık daha fazla yavan kınamalar ve lafı dolandırmalarla sınırlı kalamaz. Temeldeki sebeplerle mücadele etmediğimiz müddetçe Filistinliler ve İsrailliler çok sayıda hayatı yok eden bir şiddet döngüsüne hapsolacak” diyen Agnès Callamard sözlerini şöyle sonlandırdı, “İsrail apartheid sistemini ortadan kaldırmak ve Filistinlilere eşit haklara sahip, onurlu insanlar olarak davranmaya başlamak zorundadır. O zamana kadar barış ve güvenlik hem Filistinliler hem de İsrailliler için uzak bir ihtimal olarak kalacak.”
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***