Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk, yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü konusunda önemli uyarılarda bulundu. Yargının önüne gelmiş davalara ilişkin televizyon ekranlarından hükümler kurulmasına tepki gösteren Selçuk, “Bildiğimce Cumhuriyetin hiçbir döneminde, özellikle de televizyonun halkımızın yaşamına girmediği dönemlerde yargıçlar, kararlarını etkileyecek böylesine yersiz ve hastalıklı tartışmalarla kuşatılmamışlar, yargıçların yerine geçilerek hiçbir dönemde bu türden yargılar kurulmamıştır. Dolayısıyla yargılama erki, yine hiçbir dönemde bu denli güven yitirmemiş, işlevsizleşmemiş, silikleşmemiştir.” ifadelerini kullandı.
YARGI BAĞIMSIZLIĞININ BÖYLESİNE ÖRSELENDİĞİ BİR DÖNEM YAŞANMADI
İktidar kanadından yapılan yargılama erkinin bağımsız olduğuna dair açklamaların inandırıcı olmadığını anlatan Sami Selçuk, “Asıl olan, AİHM’nin kararlarında vurguladığı üzere, yaşanandır, ‘görünen/görülebilir olan’dır. (…) Türkiye’nin en yaşlı hukukçularından, savcılarından, yargıçlarından ve Yargıtay mensuplarından biriyim. Hiçbir dönemde yargılama erki, yargıçlar ve savcılar, bağımsızlık ve yansızlıklarının böylesine örselendiği bir dönem yaşamadılar. Çok yazık! Bunda payı olan herkesi kınıyor ve halkıma şikâyet ediyorum.” yazdı.
ÜLKEDE HERKES HERŞEYİ BİLİYOR
Sami Selçuk’un Karar gazetesinde yayınlanan ‘Yargılama dönemi susma dönemidir’ başlıklık yazısından bazı bölümler şöyle:
“Adalet, hukuk, ulusumuz adına sizlerden yargılamanın dileği şudur, efendiler: “Görmeyin, duymayın, konuşmayın!”
Evet, görseniz bile, duysanız bile, asla konuşmayın. Çünkü yargılama dönemi, uygar toplumlarda susma dönemidir. (…)
Biliyorum, bu ülkede herkes her şeyi biliyor. Bilgisinden kuşkulanan hiç kimse yok. Bu toplum, herkesi uyaran bir Sokrates, bir Descartes çıkartamamış. Üniversite öğretiminden geçmiş insanlar bile bildiklerinden kuşku duymuyor, ezbere konuşuyor, hatta yazıyorlar. Ömrüm boyunca bunları yaşayıp durdum. Açığımız büyük. Acı, ama kahredici gerçek bu. Demek, öğrenim ve eğitim bilimimiz (pedagoji) yetersiz. Çok yazık!
(…)
UYGAR TOPLUMUN TEMEL ÖZELLİĞİ YARGI ERKİNİN BAĞIMSIZ OLMASIDIR
Şunu da hiç kimse unutmamalı: Günümüzde hukuk ve yargı bağımsızlığı bilincine ulaşmış ve “hukukun üstünlüğü”nü benimsemiş halklara, evet, sadece bu tür halklara uygar toplum denmekte ve uluslararası düzlemlerde saygı duyulmaktadır.
Bu toplumların temel özelliği, yargılama erkinin tam bağımsız olmasıdır. Bir suç işlendiğinde suçlanan kişi, yalnızca yasama ve yürütme erklerinden değil, devletlilerden ve sokaktaki insandan da bağımsız olan yargılama organının önüne taşınır; mahkemeden o kişinin yöneltilen suçu işleyip işlemediğinin belirlenmesi istenir.
Tam bu aşamada uygar toplumlar yargıçlara şunları söylerler: “Suçlanan kişi, bir nesne, eşya değil, saygınlığıyla donanımlı ve şerefli bir hukuk öznesidir. Sanığa yetkin bir savunma olanağı vererek, ‘insan (özne) için konmuş hukuk’un içinde kalarak ve dış dünyaya kulaklarını tıkayarak, duyu organlarınla doğrudan ve yüz yüze iletişime geçtiğin tanık, belge, bulgu vb. kanıtlara başvurarak, onu herkesin gözü önünde yargıla, hiçbir gücün, erkin etkisinde kalmaksızın özgür vicdani kanına göre, yüzde doksan dokuz değil, yüzde yüz suçlu olduğuna inandığın takdirde mahkûm et, tersi durumda ise onu kesinlikle akla!”
Kısaca, nasıl hukuk insan içinse, hukukun üstünlüğüne dayanan hukuk devleti de elbette insan içindir.
Uygar toplumlarda özellikle de devletlilere hukuk bunları dedikten sonra herkes geriye çekilir, hukukun diyeceğini sabırla ve sessizce bekler.
Evet, hukukun üstünlüğünü ve yargının/yargılamanın bağımsızlığını hukuk ve adalet bilinciyle ve sağduyuyla içselleştirmiş uygar toplumların değişmez niteliği budur.
(…)
TELEVİZYON EKRANLARINDAN HÜKÜM VERİLİYOR
Özetle bunlar, uygar her toplumda yargı bağımsızlığının en az koşullarıdır. Bu toplumlarda insanlar, yargılama erkinin önüne gelmiş davalar konusunda mahkemelerin kararlarını sabırla beklerler. Yargıçların her türlü etki ve telkinden (aşılama) uzak, sağlıklı bir ortamda yargılama yapıp karar vermelerini sağlamak, uygar bir toplumda herkese düşen toplumsal ahlakın gereğidir, bir ödevdir.
Oysa ülkemizde her Allah’ın günü hukukçular dâhil, her boydan insan, akşamdan sabaha uyuşmazlık konusundaki yargısını mahkemelerden önce açıklamak için yarış içindedir. Hemen herkes, bu konuda yargıçların yerine geçerek görsel ve yazılı basın organlarında hüküm kurmaktadır. Bunların arasında hukukçuların, bilim insanlarının bulunması ise ayrı bir sorundur; bilinçsizlik ve utanç örneğidir!
BİLİNÇSİZLİĞİN ÖTESİNDE, AYMAZLIK
Aslında bu durum, yargılama erkinin bağımsızlığı ve yansızlığı konularında bilinçsizliğin çok ötesinde yüzeysel bir aymazlıktır. Bu noktada da kalınmamaktadır. Kimi siyasetçiler de sıraya girmiş. “Suçüstü yakalandıkları halde” sanıkların mahkemelerde “görmedim, duymadım, konuşmadım” dediklerini, ancak “acı sondan kurtulamayacaklarını” bütün dünya kamuoyu önünde yüksek sesle söylüyorlar. Adalet için karşı çıkması gerekenler ise, bu bilinçsizliği ya sessizce karşılıyorlar ya da aymazlıkla alkışlıyorlar.
ANAYASA’NIN MADDELERİ ORTADA
İlkin herkese, yargılamalarla ilgili değerlendirme heveslilerine ve özellikle Anayasa’ya uyacaklarına ilişkin şereflerini ortaya koyarak ant içenlere Anayasa’nın çoğu devletin anayasasında yer alan hükümlerini anımsatmak isterim: “Yargı(lama) yetkisini bağımsız mahkemeler kullanır” (m. 9, 138). “Suçluluğu (mahkemece) hükmen belirleninceye değin kimse suçlu sayılmaz” (ünlü ve küresel suçsuzluk karinesi, m. 38). “Yargıçlar, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, yasaya ve hukuka uygun olarak vicdanî kanılarına göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci ya da kişi, yargı(lama) yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve yargıçlara emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde (aşılama) bulunamaz. Görülmekte olan bir dava hakkında yasama meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz ya da herhangi bir demeçte bulunulamaz” (m. 138).
Her şey ortada. Ama dinleyen yok. Onlara ve halkımıza şunları söylemek isterim:
SİZ NE DERSENİZ DEYİN, ASIL OLAN YAŞANANDIR
Bildiğimce Cumhuriyetin hiçbir döneminde, özellikle de televizyonun halkımızın yaşamına girmediği dönemlerde yargıçlar, kararlarını etkileyecek böylesine yersiz ve hastalıklı tartışmalarla kuşatılmamışlar, yargıçların yerine geçilerek hiçbir dönemde bu türden yargılar kurulmamıştır.
Dolayısıyla yargılama erki, yine hiçbir dönemde bu denli güven yitirmemiş, işlevsizleşmemiş, silikleşmemiştir.
Siz istediğiniz kadar “yargılama erki bizde bağımsızdır” diye çırpının. Asıl olan, AİHM’nin kararlarında vurguladığı üzere, yaşanandır, “görünen/görülebilir olan”dır.
Yargıç olmalarını salık verdiğim öğrencilerim bile bunun ayrımında. “Bu koşullarda yargıçlık yapmamızı öneriyor musunuz?” diye soruyorlar.
Kaygılar, tasalar, üzüntüler ve de utanç içindeyim.
Yargılama erkinde bulunduğum sırada böyle bir sorunsalla ve soruyla hiç karşılaşmamışımdır. O dönemi bile beğenmeyenlerin iktidarında bu yaşadıklarımı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına bile siyasetçilerin yargıçlara yönelik söylemlerinin girdiği bir dönemi yaşamak, beni hem utandırıyor hem de kaygılandırıyor.
Türkiye’nin en yaşlı hukukçularından, savcılarından, yargıçlarından ve Yargıtay mensuplarından biriyim. Hiçbir dönemde yargılama erki, yargıçlar ve savcılar, bağımsızlık ve yansızlıklarının böylesine örselendiği bir dönem yaşamadılar.
Çok yazık!
Bunda payı olan herkesi kınıyor ve halkıma şikâyet ediyorum.
KARARI KÖŞE YAZARLARI DEĞİL, YARGIÇ VERİR
Şu noktalar asla unutulmamalıdır: Bir eylemin ya da eylemlerin ve bunlara kimlerin katıldığının belirlenmesi yetkisi ve tekeli, eylemlerin belirlenmesinden sonra bunların hukuktaki adlarının ne olduğunu açıklama tekeli, olmazsa olmaz ilkelerine göre duruşmayı kotaran yargıçlara aittir. Siyasetçilere, köşe yazarlarına, televizyon konuşmacılarına, sokaktaki insanlara değil.
Yineleme pahasına söylüyorum. Unutmayın. Uygar bir toplumda yalnızca “yargıç, (sadece) yasanın/hukukun dilidir”. Bu yüzden yargıca “canlı yasa” (Faruk Erem) denmiştir.
(…)
HUKUKA SAYGI AZALDI
Öyleyse yargılamanın önüne gelen davalarda lütfen herkes kendini o yargılamayı yürüten yargıçların yerine koysun; onlara bir şeyler aşılamaya, telkin etmeye kalkışmasın. Kısaca hiç kimse dışarıdan gazel okumasın ve yargılama etiğinin uygar yüzünü lekelemesin.
Evet. Benim ülkemde yargının tehdit ve korku altında olduğu sürekli dile getirilmektedir. Bu yüzden içeride ve dışarıda hukuka saygı azalmıştır. Bu bir gerçektir. Öyleyse bu gerçeği bildiğimize göre, yargının önüne gelen davalarda ara ve son kararlar verilmeden görüş belirterek bu olumsuzluğa katkıda bulunmayalım. Adalete, hukuka, anayasaya vurgunsak, yargılamaya ve yargıçlara saygılı olalım. Anayasa’yı da çiğnemeyelim.
Birincisi, etik bir ödev; ikincisi, anayasal bir görevdir.
Kısaca bütün bunlar, yukarıda değinildiği üzere, uygar insan ve toplum olmanın ölçütleri, en az koşullarıdır.
Özetle yargılamalar bitinceye değin uygarlık iddiasında olanlara, sadece üç maymunu oynamak düşer. O kadar.
Daha sonra ne isterlerse yapsınlar. İstedikleri kadar görsünler, duysunlar, konuşsunlar, öfkelensinler, bağırıp çağırsınlar!
YARGILAMAYA KARIŞMA SUÇUNUN SANIĞI OLMAYIN
Unutmayın. Yargılamanın önüne gelmiş davlarda önceden yargılar kuran herkes suçludur. Öyleyse lütfen şimdilik “susma hakkı”nızı kullanın. Yargılamaya karışma suçunun suçlusu, sanığı olmayın. Bu konuda lütfen Fransa’dan alınan, yargılamayı ve yargılamada görev alanları koruma altına alan Türk Ceza Yasası’nın 277 ve 288’inci maddelerini çiğnemeyelim.
Eğer susmazsanız, olacaklar ve şu sonuçlar bellidir: Yanlış kurulan her kararda, yargılamanın önüne taşınmasanız bile, sizin de payınız olacaktır.
O zaman Yasa’nın iletisinin ne denli duyarlı olduğunu daha iyi anlarsınız.
Adalet, hukuk, ulusumuz adına sizlerden yargılamanın dileği şudur, efendiler: “Görmeyin, duymayın, konuşmayın!”
Evet, görseniz bile, duysanız bile, bir konuda yargıçlar ara ya da son kararlarını vermeden önce asla konuşmayın, yazmayın.
Çünkü yargılama dönemi, susma ahlakının dönemidir.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***