YORUM | M. NEDİM HAZAR
Issızlığın ortasında bir çöl…
Çölün ortasında kutlu bir ana ve evladı…
Kurbanı anlamak için bilmek lazım Hacer anayı.
İsmail’i tanıyamayız Hacer validemizi bilmezsek. İsmail’i bilmezsek bıçağın altına gönüllü olarak boyun uzatmanın anlamını kavrayamayız sanırım. Hele hele babanın oğlu, kardeşin kardeşi bıçaklar altına atabildiği günümüz için…
Vuslatı düşünmeden ayrılığı, hayatı düşünmeden ölümü göze alabilmek herkesin kârı değil şüphesiz. İdrak merdivenlerini tırmanmak yakınlıktan geçiyor, kurbiyet gerekiyor kurbanı kavrayabilmek için. Emir şöyle: “Sevgili eşini ve şirin bebeğini, şehirden, mamur beldeden al; otların ve çöl dikenlerinin bile yeşermeye korktuğu ürpertici vadiye götür, bırak!” Aklın ve yüreğin öyle hemen kabullenebileceği bir imtihan değil şüphesiz, ki o yüzdendir lakabı ‘Halilullah.’
Ve yol; zorlu, uzun ve kurak… Çorak sinelere zemzem pınarları akıtabilmek için aşılması gereken yollar olur her zaman, önemli olan bunu idrak.
“Sadece âşığın anlayabileceği bir ferman” diyor kutlu bir insan.
Oysa bu metaforik boyutun bir de görünür yüzü var elbette. İki kadın arasında kalmanın verdiği sıkıntı… İsmail küçücük, İsmail daha sütten bile kesilmemiş düşülüyor yollara. Zahirde mahzun bir anne ve masum bir bebeğin yaşadığı büyük sıkıntı. Perde arkasında insanlığın geleceğini inşa çabası.
Sarp kayalar, yeşile hasret çorak topraklar ve kızgın kumu daha da kavuran siniden bir mangal misali güneş. Kelimenin tam anlamıyla; kuşların bile uçmadığı, kervanların uğramadığı bir beldedir Mekke o zaman. Issız vadinin orta yerine bırakılan ana ve oğul; katık olarak birkaç hurma ve bir kırba su, o kadar.
“Gitme” demez valideler validesi, sadece “Bu Allah’ın emri mi?” diye sorar. “Evet” cevabını alınca söylediği ise şu: “O halde git ey İbrahim! Hicret madem Allah’ın emri, O bizi zayi etmeyecek, yalnız da bırakmayacaktır.” Ki o yüzden anaların anasıdır.
Su yok, barınak yok, sırtlandan, çakaldan korunak yok, yiyecek yok…
Dedik ya ıssızlığın ortasında çorak bir sonsuzluk adeta.
Ne var peki?
Allah’ın muradı öncelikle…
Sonra sabır ve tevekkül…
Madem emir O’ndan, gerisi önemsiz ve geçici… Mutlak itaat ve bir kurban sessizliğinde teslimiyet… Tevekkülü ataletle karıştıranlar fena halde yanılır. Durmaz Hacer valide. Çırpınır vadide. Bir köşe Safa’dır, bir köşe Merve. Meleklerden bir melek; Cebrail getirir ‘Zemzem’i ilk sahiplerine. Taş çatlar İsmail’in ayaklarının altında, “zem” dur demektir kendi dilinde, “Dur! Dur!” der anasına kutlu bebek; “Zem! Zem!”
O günden bilinir; muhacir Hacer olandır artık… Muhacirlerin anasıdır Hacer.
Pınardan taşan su, hayat verir çöle. Fahr-i Kainat’a hazırlar kupkuru çoraklığı. Kuşlar uçmaya başlar suyun çevresinde ve ilk kervan; Yemenli Cürhüm kabilesi. Vatan bellerler İsmail’in kundağını.
Şurası beyni zıpkınlayan metnin orijinalinden:
İşte, ey mamur ülkeden, meskûn şehirden, akraba ve arkadaşlarından, huzur bulduğu yuvadan ayrılıp kuru, yanık, susuz, bitkisiz diyarlara, korku, yalnızlık ve endişe vadilerinde Kâbe’ler kurmaya giden çağın muhacirleri, Hacer’leri; ey ümidin, aşkın, imanın ve ihlasın yolcuları! Siz de İsmail Nebî’nin annesi gibi aşka sarılmış, tevekkül, metanet ve sabra tutunmuşsanız; ümitsizliğe düşmeyin, endişelenmeyin. Az sonra bu devrin Cürhümîleri de sizin Zemzem-misal güzelliklerinize koşacak.. Adlarınız ötede mukaddes göçün ilk mümessilleriyle beraber anılacak.
Ve ey sen, divane gönlüm, daha ne durursun!
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***