YORUM | AHMET KURUCAN
Bir önceki yazımı şu cümlelerimle tamamlamış ve devamını yazacağımı ifade etmiştim: Bu durumda kutsalda birleşip saygı formunda birleşemeyen Müslümanların İslam’a inanmayan dolayısıyla Kur’an’a karşı onu kutsal kabul etmeyen başka inanç mensuplarından bekledikleri saygı formu adına net bir şey koyabilmeleri mümkün müdür?
Mümkün olmadığını yaşadığımız hadiseler zaten bize gösteriyor. Peygamber Efendimizi konu edinen karikatürlere karşı Müslümanların verdikleri tepkide bunu görmedik mi? Selman Rüşdi’nin “Şeytan Ayetleri” kitabına karşı ölüm fetvası veren Humeyni ve taraftarları bir tarafta bunu kabullenmeyen Müslümanların da tam aksi istikamette cephe teşkil ettiğini yaşamadık mı? Neden aynı tepkiyi vermediler? Zira bir grup Müslümanın hakaret dediği şeyi diğer Müslümanlar din ve inanç özgürlüğü, düşünce ve ifade hürriyeti kapsamında değerlendiriyordu.
BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
İşte bu imkansızlık nedeniyle olsa gerek din, vicdan, düşünce ve ifade özgürlüğünü temel insan hakları kapsamında ele alıp maddeleştiren uluslararası anlaşmalarda bu özgürlüklerin kısıtlanabileceği alan, ceza hukukunun kapsama alanına girip girmeyeceği ve girdiği takdirde verilecek cezalar ülkelerin iç hukuklarına bırakmıştır.
Mesela 18. ve 19. maddelerinde din ve vicdan, düşünce ve ifade özgürlüğü adına çok geniş bir alan çizen BM İnsan Hakları Sözleşmesi 29 maddede söz konusu özgürlüklerin kısıtlanması adına şunları söyler. “Herkesin, kişiliğinin özgürce ve tam gelişmesine olanak sağlayan tek ortam olan topluluğuna karşı ödevleri vardır. Herkes, hak ve özgürlüklerini kullanırken, ancak başkalarının hak ve özgürlüklerinin gereğince tanınması ve bunlara saygı gösterilmesinin sağlanması ile demokratik bir toplumdaki ahlak, kamu düzeni ve genel refahın adil gereklerinin karşılanması amacıyla, yasayla belirlenmiş sınırlamalara bağlı olabilir. Bu hak ve özgürlükler, hiçbir koşulda Birleşmiş Milletlerin amaç ve ilkelerine aykırı olarak kullanılamaz.”
Aynı husus Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 10. maddenin 2. fıkrasında şöyle yerini alır: “Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.”
Gördüğünüz gibi BM “yasayla belirlenmiş sınırlamalara”, AB sözleşmesi “yasayla öngörülen… formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.” diyerek benim üzerinde durduğum hususu çok net bir şekilde belirliyor. Kısıtlama alanlarını ise “demokratik ilkeler ekseninde ulusal güvenlik, toprak bütünlüğü, kamu güvenliği, kamu düzeni, genel ahlak, genel sağlık, özel hayatın mahremiyeti” gibi maddelerle sınırlı tutuyor ve yasamayı ulusal devletlere bırakıyor.
Kutsala saygı konusunda farklı görüşlere sahip olduğumuz kişilerle ayrıldığımız bir başka nokta da din ve dinin kabulü bağlamında dün ve bugün farkı. Hiç kimsenin itiraz edemeyeceği bir gerçek şudur ki din, dün hem ferdi hem de toplumsal boyutları itibariyle itikadi, ahlaki, siyasi, ekonomik, kültürel hayatın tam merkezinden yerini alıyordu. Dini kimlik günümüzdeki vatandaşlık kimliği ile eş değer bir pozisyondaydı. Siyasi sistemler dini değerler üzerine kuruluydu. Kabul edelim ki dinler günümüz dünyasında o fonksiyonunu kaybetti. Önemini yitirdi demiyorum ama eski asırlarda olduğu şekliyle artık din özellikle Batı toplumlarında ne kişilerin ne toplumların ne devletlerin hayatlarını, yaşam tarzlarını ve yönetim sistemlerini belirliyor. Etkiliyor ama belirlemiyor. Böyle olunca bir din mensubunun “kutsal, saygı ve kutsala saygı” diye ifade ettiği şey gerçek hayatta bir başka kişi, bir başka toplum ve bir başka devlet için karşılığı olmayan veya çok az olan kavramlar olarak karşımıza çıkıyor ve bu bağlamda söylenilen her şey ancak o dine, o kutsala inanan insanlar nezdinde bir anlam ifade ediyor.
Pekala ne yapacağız? Benim bu konudaki somut teklifim böylesi durumlarda “kutsala saygı konusunda bütün dünya devletlerini bağlayacak anlaşmalar, kanuni düzenlemeler” demek yerine baştan bu yana sözünü ettiğim ne kutsal ne de saygı kavramları üzerinde bütün dünya insanlarının birleşemeyeceği gerçeğini baz alarak dünyadaki tüm insanların güvenliğini nazara veren söylemler geliştirmek, karar alıcıları ve tabii ki toplum fertlerini bu eksende ikna etmek ve başkalarının kutsalı bile olsa yaşam güvenliğini tehdit ettiği için kutsala onların kabul ettiği ortalama ölçüler içinde saygısızlığı gerekirse ceza hukukunda konusu suç teşkil eden eylemler içine koyup cezai yaptırımlar öngörmektir.
Daha açık ifade edeyim; ortalama 747 milyonluk 47 Avrupa ülkesinde 35 milyon ve büyük çoğunluğu yaşadıkları ülkelerin vatandaşları olmuş Müslüman yaşamaktadır. Aslında bu, İslam’ın aynı zamanda bir Avrupa dini olduğunu tescil eden net bir tablodur. Nitekim Türkçeye yıllar önce çevrilen “İslam ve Avrupa/İnanç Ayrılığı-Yaşam Birliği” adlı kitabın yazarı Ingmar Karlsson’un “İslam bir Avrupa dinidir” cümlesi bu tabloya bakarak söylenilen bir sözdür. Bunun yanında ateistler, deistler, Hıristiyanlar, Yahudiler, Budistler vb. inanç mensuplarının da söz konusu tabloda yerleri vardır.
İşte bu tablo içinde “Başkasının kutsalına onun saygısızlık ve hakaret kabul edeceği eksende söylemde bulunma ifade hürriyeti kapsamı içine girer” ya da “Başkasının kutsalına onun duyduğu gibi saygı duyacaksın, ya da -mış gibi yapacaksın” deme yerine, “İstediğin dini inanca mensup olabilirsin. Ama unutma başkaları da aynı hakka sahip. Senin başkasının kutsalına onların hakaret kabul edeceği şekilde söyleyeceğin söylem ve yapacağın eylemler burada, bu ülkede yaşayan hatta bu dünyada yaşayan herkesin can güvenliğini tehlikeye atıyor. Bu türlü söylem ve eylemler yaşama alanımızı daraltıyor. Kamu güvenliği sorunu oluşturuyor. Bunlar her dini grup içinde var olagelen fanatikleri tetikliyor, radikalizme itiyor, terörizme yönlendiriyor” denilmesinin daha makul bir söylem ve kanuni düzenleme yapılacaksa bu düşünceyi merkeze alan bir düzenlemenin daha kabul edilebilir ve uygulanabilir olacağı kanaatindeyim. Bir başka ifade ile kutsala saygı ekseninde bütün dünya insanlığını bağlayacak kanuni bir düzenlemenin yapılabileceği inancını taşımıyorum.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***