İlahiyatçı-yazar Ahmet Kurucan, yoğun bakım şartlarında tedavi altında tutulmasına ve Adli Tıp Kurumu’nun verdiği ‘infaz erteleme’ kararına rağmen mahkemece tahliye edilmeyen, önceki gün 82 yaşında yaşamını yitiren hayırsever Yusuf Bekmezci için, TR724’te ‘Yusuf Bekmezci Ağabeyin ardından’ başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Mutlak bilgi Allah’ın katındadır. Hiç kimseyi O’na karşı tezkiye etmem ve edemem. Ama bu demek değildir ki bir beşer olarak müşahede alanımıza giren doğruları ve güzellikleri paylaşmayacak, hüsnü şehadette bulunmayacağız. Hayır, tam aksine bunları paylaşmak dinimizde esastır. İşte okumakta olduğunuz yazı merkezinde bu düşüncenin yer aldığı bir niyetle kaleme alınmıştır.
15 Temmuz mel’un sahte askeri darbe kalkışmasından sonra gaybubet hayatı olarak literatürümüze giren bir tarz içinde hayatını sürdürüyordu. Hukuki deyimlerle ifade edecek olursam, ister “tesebbüben katl” ister “teammüden katl” deyin katline imza atan zalimlerin pençesine düşmemek için Anadolu’nun bir şehrinde bir evin içinde aynı kaderi paylaştığı arkadaşları ile birlikte yaşıyordu. Bir haber aldım bir gün. “Facetime üzerinden Yusuf Ağabey ile konuşmak istersen…” cümlesini tamamlamasına izin vermedim o dostumun. “Ne demek, tabii ki” dedim. Gününü ve saatini belirledik. Evdeydim. Eşim de bu konuşmamıza şahittir. Denilen saatte telefon çaldı. Açtım telefonu ve karşımda yiğit mi yiğit mert mi mert nur yüzlü Yusuf Ağabeyimi gördüm. Yıllar sonra bedenlerimiz olmasa da küçücük bir ekran üzerinde bakışlarımız birbiri ile buluştu. Onun bakışları kalbime saplanan bir mızrak gibi deldi geçti beni. Her zaman şahit olduğumuz metin kişiliği, vakûr duruşu, onur abidesi hususiyetlerinin hepsini içinde barındıran o tok sesiyle “Selamün Aleyküm Hocam,” dedi.
Aman Allah’ım! Nerede duysam “Bu ses onun sesi!” diyebileceğim işte o ses varolan sükuneti bozmaya ve insana “Bu gözyaşı seli bu iki çift gözden akan yaşlarla mı oldu?” dedirten gözyaşlarının salınmasına yetti. O orada ben burada karşılıklı telefon ekranları önünde hıçkırıklara boğulmuş ağlıyorduk. Hayır, hayır ağlamıyorduk konuşuyorduk. İnanın bana Firdevsi’nin Şehnamesi, Mevlana’nın Mesnevi’sindeki şiirler ve edebi cümleler bizim o gözyaşları ile yaptığımız konuşmanın yaptığını yapamazdı. Ne kadar süre geçti bilmiyorum. Yusuf Ağabeyin bir ara yanındaki arkadaşa “Konuşamayağız, sonra konuşuruz,” dediğini duydum. Başımı sallayarak evet dedim bu fikre. Kapattık.
Yusuf Ağabey, Hz. Ebu Bekir’in sadakati, Hz. Ömer’in celadeti, o celadet içinde saklı bulunan ve gerektiği zaman ortaya çıkan Hz. Osman’ın hilmi, şefkati ve nihayet Hz. Ali’nin rasyonel aklı, düşünce ufku ve gelecek tasavvurunu cem eden bir insandı. Efendimiz döneminde yaşasaydı zerre kadar şüphem yok ki o taşımış olduğu kimlik ve kişilik özellikleri ile ilk sahabiler arasında yerini alırdı. İnandığı ve kabullendiği değerler uğrunda yapılabilir bulduğu her türlü projeye destek veren, bu uğurda maddi-manevi hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan nadide bir insandı o.
Hocaefendi’ye olan sevgi bağı İskender’in kılıcının bile parçalayamayacağı bir kördüğüm misali herkese âyândı. Ama bu, aklı ve mantığı bir kenara atan urbaya dönüşmedi hiçbir zaman. Hiç unutmam esnaflarla alakalı İzmir’e yakın bir beldede cereyan eden hadiseyi tahkik için gitmiş ve yaptığı tahkikatın sonucunu arzetmeden önce “15 dakika hiç sözümü kesmeden beni dinleyeceksen anlatırım,” demişti Hocaefendi’ye. Bunu odasından çıkışta “Nasıl anlatabildin mi?” sorusunu kendisine yönelttiğimde bana söylemişti. Zira hadisenin bütün detayları ile anlatılması Hocaefendi’nin gıybet ya da “Bu türlü şeyler arkadaşlar hakkındaki kanaatimi etkiler,” diyebileceği kategorideki bir muhtevaya sahipti. Sözünü kesebilir endişesini taşıyordu ama hakikatin tebellür etmesi için o tahkikat sonucunun da anlatılması gerekiyordu.
Yiğitti Yusuf Ağabeyim. Enderun terbiyesi almış bir karaktere sahipti. Mertti. “Yiğitliğin kitabını yazar” deyimi ilk defa kimin için söylenmiş bilmiyorum ama bu sınıfa giren isimleri arkası arkasına sıralayıp bir liste yapsak ve ardından o listedeki insanları yaptıkları ile yarıştırsak inanıyorum ki o ilk sıralarda yerini alır. Sözü ve ameli birdi. Hz. Ebu Bekir gibi konuşup Ebu Cehil gibi davranan insan hiç olmadı. Çünkü o söz ve ameli besleyen öz sağlamdı.
1976 yılında Hizmeti tanıdığım günlerde kulağıma çalınan ilk isimlerden biridir Yusuf Ağabey. Kendisi ile birebir tanışıklığımız Hocaefendi’nin yanına talebe olarak gittiğimiz 1985 yılına rastlar. Pazar sabahları şimdi büyük bir kısmı Rahmet-i Rahman’a kavuşmuş dostları ile boyozlar alıp gelir hep birlikte kahvaltı yapardık. Leblebici Han’daki züccaciye dükkanı Kemeraltına her gittiğimizde durak yerlerimizden biriydi. Yanımdaki arkadaşlarımla birlikte dükkanına her girdiğimizde babalarımızdan daha büyük yaşa sahip olan o insan ayağa kalkar, çay kahve ve yemek her türlü izzeti ikramı yapardı. Biz ezilirdik onun hürmeti altında.
Yusuf Ağabey. Ahir ömründe sana yapılanlar on binlerce Anadolu insanına yapılan haddi aşkın zulümlerle birlikte zulüm. Bunda hiç kimsenin şüphesi yok. Onlar bu zulümleri ile inşallah senin cennete giden yolundaki kaldırım taşlarını döşediler ama ya kendileri için? Bu konuda daha öte bir söz söylemeyi Allah namına konuşma sayarım. Onun için susuyor, sadece yıllar önce Bediüzzaman’ın dediği gibi sesimin en üst perdesiyle “Zalimler için yaşasın cehennem!” diyorum.
Yolun açık olsun Yusuf Ağabey. Yıllardır ayrı kaldığın ve hasreti ile yanıp tutuştuğunu bildiğim Hacı Kemal Ağabey, Naci Şençekicer, Mustafa Ok, Mehmet Uslu, Zeki Sakman, Köse Mahmut ve emsali nice arkadaşınla buluşur ve “Hey gidi günler!” deyip Hizmet uğrunda çile dolu, ıstırap dolu, neşe dolu, ümit dolu günlerdeki hatıralarınızı yâd edersiniz orada inşallah. Mekanın cennet makamın âli, Kur’an yoldaşın ve Peygamber Efendimiz de cennette komşu ve arkadaşın olsun.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***