Ünlüce bir spiker (Gülgün Feyman), yaygın bir haber portalına (T24) verdiği söyleşide birden bire kainatın en bilgili filoloğu kesildi. “Ben bir dil uzmanıyım” güvencesini vererek Kürtçe hakkında söylediği sözler içinde iler tutar hiçbir yan yok esasen.
Şevkle Kürtçeyi küçümsemeye çalışan spikerin bildikleri yanıldıklarına yetmez ama mesele onun bilgiçliği değil, Kürtçe ve Kürtler konusunda herkesin aklına eseni söyleme cüreti. Bu cüretin bir kökeni, bir tarihi, bir eğitimi, bir fonksiyonu var; üstelik haber sitesinin o herzeleri kamuya ulaştırma şevki de aynı kökten besleniyor. Elbette ortada ne filoloji adına ne de gazetecilik adına ciddiye alınacak bir şey var, çünkü bunun adı ırkçılık ve sanıldığı gibi cahil cüretinden değil, siyasal anlamı da olan bir tutumdan kaynaklanıyor.
MEDENİ BİZ İLE VAHŞİ KÜRTLER
Şimdi izninizle biraz geriye gidelim, on yıl kadar önce, özgül ağırlığı Başbakan Yardımcılığı yapmasına elverdiği günlerde Bülent Arınç, “Kürtçe bir medeniyet dili midir” diye sormuştu bir basın toplantısında. Masum bir soru değildi elbette, yani öğrenmek için sormuyordu, Kürtçe-eğitim öğretim taleplerine bildiği en üst perdeden cevap yetiştiriyordu:
Medeniyet dili değildir, o nedenle bu talepler uygun değil diyordu kendinden çok emin biçimde.
Medeniyet derken, o pek sevdiği Osmanlı lisanındaki imkanlara atıfta bulunuyordu beyefendi, o dile göre medeni olmayanlar bedeviydi, vahşiydi. Medeniyet-vahşet karşıtlığı, Osmanlı kibarlığının dilindeki ideolojik karşıtlıklardandı ve Arınç da onu söylüyordu. Osmanlı için Kürtler vahşiydi, “Ekrad-ı vahş” diyordu.
Elbette bugün bildiğimiz anlamda ırkçılık değildi bu, daha çok iktidarı elde Osmanlı saray efradının ve onların çıkmalarının toplumsal hiyerarşiyi belirlemek için kullandığı ifadelerdendi bu. Onlar Türk nüfusunun büyük bir kısmına da “Etrak-ı bi idrak” demekten çekinmiyorlardı; tabii ki bu terimi Kürtler için olduğunun aksine bütün Türkler için değil, henüz “devlet tedrisatı”ndan geçmeyen nüfus için kullanıyorlardı.
NE MUTSUZ KÜRT’ÜM DİYENE!
Cumhuriyet kurulduktan sonra devlet tedrisatının çarkı bütün gücüyle çalışarak “etrak-ı bi idrak”tan “Ne mutlu Türküm diyene” geçildi, aynı şiarı kabul etmeyen Kürtlerin “vahşi”liği ise türlü çeşit laflar eşliğinde hep hatırda ve gündemde tutuldu. Böylece mutsuzluğa mahkum edilen Kürtler, “Daha Türkçe bile bilmeyenler” olarak, beşeri alandan değil zooloji alanından terimlerle anıldı hep. İlkel, feodal, geri, gerici filan lafları hep bu terimin varyantları olarak kullanıldı.
Matematik dersinde de, duruşma salonlarında da, TBMM genel kurulunda da bu vahşiliğin değişik ifadeleri icat edildi hep, bilinmeyen dil filan gibi. Ünlü bilgiçliklerden biri 12 Mart yargılamalarında kendisini göstermişti, savcı Baki Tuğ, hani şu Deniz Gezmişleri filan astıran adam, hazırlattığı iddianamede Kürtçenin 30-40 kelime dışında orijinal bir yanı olmadığını öne sürecekti devletin Kürdoloji allamelerinden biri olarak.
SÖMÜRGECİ TEKNİKLER
Katledilen aziz bilge Musa Anter, 12 Mart Kürdolojisinin bu “30 kelime orijinal, gerisi oradan buradan toplama” tezine karşı cevaben, “Bahçemde tavuklar var. Onlar bile günde 30’dan fazla değişik ses kullanıyor” demişti. Bu Kürtçenin oradan buradan kelimelerden yığma bir dil olduğu, birbirilerini bile anlayamadıkları teranelerine dayalı söylem, Kürtlerin “yığma olmayan, birbirini anlayan” toplumlarda göre daha az insan olduğunu söylemenin bir biçimiydi. Irkçı taksonomilerin çok bildik, çok ünlü kuralıdır bu: Aşağılanmak, dışlanmak, haklarından, hukuklarından mahrum bırakılmak istenenlerin o kadar da insan olmadığını göstermek gerekir önce herkese. Avrupa sömürgecilik tarihinin manivela görevi gören kavram çiftlerinden biridir bu “medeni-gayrı medeni” ayrımı.
Bugün, unutulmak istemeyen spiker ile etkisini artırmak isteyen haber portalı aynı teraneleri şevkle konuşmaktan ve konuştuklarını kamuya sunmaktan çekinmiyorsa henüz geçmiş olmayan bu tarihin dikte ettiği güvendendir. Esasen, dil için, yani Kürtçe için şahit olduğumuz bu mini nutuk vakası, Kürtlere ilişkin her meselede yürürlükte olan ayrımcı bir cüretin tecellilerinden sadece biri.
IRKÇILIĞIN ÖNEMLİ İŞLEVLERİNDEN BİRİ
Spikere yönelik tepkiler sosyal medyada yayılırken, tarihçi Ayşe Hür bir paylaşımıyla Toni Morisson’un ünlü konuşmasını hatırlattı, çok yerinde bir biçimde:
“Irkçılığın işlevi, çok önemli bir işlevi, dikkat dağıtmaktır. Sizi işinizden alıkoyar. Varoluş sebebinizi tekrar tekrar açıklamaya zorlar. Birileri çıkar ve bir diliniz olmadığını söyler, siz de olduğunu ispat etmek için yirmi yılınızı verirsiniz. Birileri kafa şeklinizin biçimsiz olduğunu söyler, bilim insanları öyle olmadığını göstermek için çalışır. Birileri tutar sanatınız olmadığını söyler, araştırmaya başlarsınız. Bunların hiçbirine gerek yok. Çünkü biri biter biri başlar.” (Morrison’un 30 Mayıs 1975’te Portland Üniversitesi Siyah Çalışmaları Merkezi’nde yaptığı konuşmadan.)
Bizde siyah yok o yüzden ırkçılık yok diyen safkan ırkçılardan, ırkıçlıklarını sol-sosyalist soslarla gizlemeye çalışan nasyonal sosyalistlere, “Eskiden Kürt diye bir şey bilmezdik” diyen kahvehane allamelerine, TBMM başkanlarından köşe yazarlarına sayısız failin yaptığı, Morrison’un tarif ettiği mekanizmanın dişlisi olmaktan ibarettir. Elbette bu anlayış sadece dil alanıyla da sınırlı değildir: Aysel Tuğluk hakkındaki Adli Tıp kararı, Aysel Tuğluk dahil binlerce politikacının hapiste tutulması, “Güçlendirilmiş parlamenter sistemi kuracağız” diyen muhalefetin Kürt siyasetçiler ve partilerden özenle uzak durması, sokaklarda çocukları, gençleri ezen panzerler filan hep aynı dişlinin çalışmasının doğal sonuçları.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***