Bold Medya, geçtiğimiz günlerde ilahiyatçı yazar Ahmet Kurucan’ın TR724’de yayınlanan Sezen Aksu etrafında yapılan “kutsala saygı” tartışması üzerine yazdığı yazıya yer vermiş, “ezber bozduğunu” belirtmişti.
Kurucan, bugün yazısında bu konuya açıklık getirdi. Kurucan yeni yazısında, “Dinin sabiteleri değil değişkenleri ekseninde farklı yorumları dile getirdiğim şuuruyla bana “ezber bozan” deniyorsa, böyle bir nitelendirmenin benim için mahzuru yok. Ama imanî/itikadî sabiteler ve ahlakî değerler ekseninde ezber bozan deniyorsa, ben böyle bir ezberi bozmuyorum, aksine bunların ezberlenmesi ve tekrarlanması gerektiğine inanıyorum” ifadeleri kullandı.
BU EZBERİ DE BOZDU
Kurucan, yeni yazıyla ilgili bir de başlık önerisi verdi: “Aslında oldukça ciddi olan bu konuyu şakavâri bir teklifle tamamlayayım: Bold Medya kurumunda çalışan gazeteci arkadaşlar bu yazımı da haberleştirmeyi düşünürlerse şöyle bir başlık atabilirler: “Ezber bozan İlahiyatçının bu ezberi de bozan yazısı.” Dedim şaka yapıyorum diye. Bu yazının haber değeri olup olmadığını kıt imkanlarla yurt dışında gazetecilik yapan ve ülkemizin sorunları adına kahramanca mücadele eden gazeteciler karar verir, ben değil.” dedi.
İŞTE O YAZI
Kurucan’ın TR724’de yer alan ‘Ezber bozan ilahiyatçı!’ yazısının tamamı şöyle: “Yazının başlığı bana ait değil. Bold Medya, TR724’te en son yayınlanan “Tilki, Kümes, Ezan ve Sezen Aksu” başlıklı yazımı haberleştirirken kullandı bu başlığı. Haberde bir paragraf içinde zikrettiğim kutsala saygı söylemi ekseninde dile getirdiğim düşünceler öne çekilmiş ve tahminim bunun üzerine bu başlık atılmış. Zira yazıda yer alan diğer düşünceler büyük çoğunluğu itibariyle bilinen ve benden başka bir çok tarafından ele alınmıştı.
Ben bu yazıda ezber ve ezber bozma tabirleri üzerinde duracağım. İki sebebi var. Birincisi, bu tür nitelendirmelere zamanında bir şey demezseniz “sükût ikrardan gelir” fehvasınca “Demek ki yazar da bunu kabulleniyor” denilir ve bu durum üzerinize bir etiket olarak yapışır. İsminizin önüne konulan sıfat olur. “Konulsun ne mahzuru var ki?” diyenleriniz olabilir. Doğrudur, bence de mahzuru yok ama bir şeyin net bir şekilde ortaya konması şartıyla: Ezber ne ve ben hangi ezberi bozuyorum? Aslında bu soru benim yazıyı kaleme alma sebeplerinden ikincisini oluşturuyor.
Şimdi, ezber nedir? Lügatlerin verdiği bilgiye göre ezber, Farsça kökenli bir kelime olup, “Kalpten, gönülden, göğüsten” anlamına geliyor. Kavramsal düzlemde ise değişmez tek doğru olduğuna inanılan bir bilginin aynen kabullenilmesi ve akılda/hafızada tutulması ve sürekli tekrarlanması demek.
Ezber bozma tabiri dini düzlemde asırlardan beri devam edegelen, nesilden nesile aktarılan bilgilere muhalif düşünceler ileri sürüldüğü zaman kullanılır halkımız arasında. Bu durumda “ezber bozan”, “Halk İslamı” adı verilen manzume içinde yer almış, örf-adet, gelenek ve görenek olarak hayatımızın merkezine oturmuş düşünceler veya onların ete kemiğe bürünerek hayata yansımış şekillerine ters bir yaklaşım sergileyen kişilere verilen isimdir, sıfattır, lakaptır. Ama bu yaklaşım ne kadar doğrudur?
Gelin buradan başlayalım. Dinde değişmez sabitelerin söz konusu olduğu imanî/akidevî öğretiler ile ahlakî değerler, ilkeler, prensipler, kaidelerde ezber şarttır. Allah’a iman, ahirete iman, öldükten sonra dirilmeye iman imanî öğretilere, adalet, kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapmama, mahlukatın tümüne sevgi gibi şeyleri de ahlakî öğretilere örnek olarak verebilirim. Fakat ezber derken sosyal hayatta karşı karşıya olduğumuz sorunlardan, siyasi, ekonomik, ilmi, askeri, kültürel arka plan şartlarına göre değişen problemlerimiz ve onların çözüm yolları adına ortaya konan fıkhi/hukuki hükümlerden söz ediyorsak burada ezberin olması değil ezberin olmaması esastır. İki cümleyi şöyle birleştirebilirim; imanın ve ahlakın konusu olan ve değişmezliğine inanılan hususlarda ezber, onun haricindeki alanlarda ise ezber yapmama şarttır. Zira bu alan vahyin rehberliğinde beşeri içtihatlarla düzenlemelere tabidir ve burada asıl olan ilahi makasıd ve insani maslahatlara bağlı olarak süreklilik içinde değişim, tedricilik içinde tekamüldür.
Yanlış anlaşılmalara medar olmaması için hemen söyleyeyim; bu demek değildir ki benim ezber yapılmamalı dediğim hususlar bilinmeyecek. Hayır tam aksine bilinecek ve bilinmek zorunda. Müslümanların 14 asırlık tarihi geçmişinde ne türlü bir hayat tecrübesi olduğu, bugün bizim karşı karşıya olduğumuz ve mutlaka çözüm bulmamız gereken benzer sorunlara atalarımız kendi yaşamış oldukları çağın şartları içinde ne türlü çareler üretmişler ve bunları hayatlarına nasıl yaşamışlar, elbette bunları bilmek zorundayız. Ama dikkat edin bilmek zorundayız dedim, ezberlemek değil. Zira ezber tekrarı ve taklidi gerektirir ama dinin bu alanda bizden istediği “yegane hakikat budur” demeden, “hakikat tekelciliği” içine düşmeden”, “her zaman ve her mekanda bu çözüm uygulanır” türü bir kolaycılık ve taklitçiliğe girmeden yeni hükümler ortaya koymamızdır.
Dolayısıyla eğer benim o yazımda kutsala saygı ekseninde söylediğim düşüncelerden hareketle ezber bozan deniliyorsa bence arkadaşlarımız yanılıyor, çünkü orası ezber alanı değil.
Yalnız bu başlığı atanları da anlıyorum. Zira asırlardan beri dinin sabiteleri ile değişkenleri halk muhayyilesinde iç içe girmiş. Sadece halkta olsa iyi. İstisnaları hariç medrese ulemasında da, fakülte hocalarında da. Din ile fıkıh arasındaki kalın çizgi zamanla ortadan kaybolmuş. Dinde neyin sabite ve neyin değişken olduğunu dahi fark edilememiş ve bu durum nesiller boyunca devam etmiş. Hala da devam ediyor. Mezhepler çoğulcu yorumların yer aldığı bir ekol ve okul iken, bu çerçeve korunamadığından dolayı adeta ‘din içinde din’ haline gelmiş. “Ezmânın tağayyuru ile ahkâmın tagayyürü inkâr olunamaz” denilmiş ama bu kaide işletilmesi gerektiği ölçüde işletilememiş. İlginçtir “Mevrid-i nasta içtihada mesağ yok” kaidesini söyleyenler bile nass’ın olduğu alanlarda dahi içtihatlarını yaparken, biz onların ürettikleri beşeri düşünceleri üzerinde dahi içtihat yapamaz hale gelmişiz. Sözün özü, değişkenler de sabiteler ekseninde kabullenilmiş. Böyle olunca bize din diye öğretilmiş öğretilere muhalif gibi gözüken her söylemi ezberleri bozma diye nitelendirir olmuşuz.
İmdi, bu uzun izahlardan sonra kamuoyuna ve tarihe not düşmek için şu cümleleri yazmama müsaade edin: Bu ayırım bilindikten ve dinin sabiteleri değil değişkenleri ekseninde farklı yorumları dile getirdiğim şuuruyla bana “ezber bozan” deniyorsa, böyle bir nitelendirmenin benim için mahzuru yok. Ama imanî/itikadî sabiteler ve ahlakî değerler ekseninde ezber bozan deniyorsa, ben böyle bir ezberi bozmuyorum, aksine bunların ezberlenmesi ve tekrarlanması gerektiğine inanıyorum.
Aslında oldukça ciddi olan bu konuyu şakavâri bir teklifle tamamlayayım: Bold Medya kurumunda çalışan gazeteci arkadaşlar bu yazımı da haberleştirmeyi düşünürlerse şöyle bir başlık atabilirler: “Ezber bozan İlahiyatçının bu ezberi de bozan yazısı.” Dedim şaka yapıyorum diye. Bu yazının haber değeri olup olmadığını kıt imkanlarla yurt dışında gazetecilik yapan ve ülkemizin sorunları adına kahramanca mücadele eden gazeteciler karar verir, ben değil.
Kutsal ve saygı meselesine giremedim. Bir sonraki yazımda köşe yazısının sınırları içinde ele alacağım onu nasipse.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***