Ekonomik krizin keskin bir bıçak gibi yoksulları deştiği bir dönemde sayısız işyerinde sendikal öncülük olmadığı halde fabrika işgalleri, eylemler, protestolar, direnişler birbirini izliyor.
Mevcut sefaletin tek çıkışı olarak seçimleri gören muhalefet ise bu direnişlere öncülük etmekten, yeni direnişler örgütlemekten uzak. Peki sınıf eksenli siyaset vurgusu yapan sol, sosyalist partiler, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’na (DİSK) bağlı sendikalar, HDP ve CHP gibi büyük kitle desteği olan partiler ne durumda? Dahası, işçi sınıfında nasıl bir farkındalık gelişiyor?
Yıllardır sayısız işçi direnişine omuz veren, son zamanlarda ismi en çok duyulan Umut-Sen’in örgütlenme koordinatörü Başaran Aksu mücadele sahasından bildiriyor…
2 Şubat günü Umut-Sen’in attığı twit şöyle: “İşçi sınıfının kaplanları ayakta… Banabi, Farplas, Scotty, Hepsiburada, Yurtiçi, Trendyol, Digiturk, Çimsataş, Divriği Maden, Uzel, Tüvtürk, Lila Kağıt… Ve daha nicesi!” Son bir ayda onlarca irili-ufaklı grev veya işçi direnişi yaşandı. Bunlar daha kitlesel bir işçi sınıfı hareketinin ayak sesleri mi?
Bunu konuşmayı biraz sonraya bırakıp önce yakın tarihe biraz göz atalım istersen. 2021 yılının yaz aylarından itibaren hem döviz kurundaki yükseliş hem de enflasyondaki, zamlardaki korkunç tırmanış daha eylül ayında asgari ücret tartışmalarını başlattı. Ayrıca iktidarın ekonomi politikası, hızlı yoksullaşma işçi sınıfındaki kaygıları, korkuları, öfkeyi derinleştirdi. İşçiler birbirlerine artan bir biçimde “ne yapmalıyız, nasıl yapmalıyız” sorularını sormaya başladı.
Peki asgari ücret zammı bu soruların zeminini zayıflatmadı mı?
Hayır, aslında asgari ücrette yapılan artış hem sıkışmışlığın dışavurumu hem de gelecek günlerdeki felaketin habercisi. İşçiler bunun farkında. AKP’ye, MHP’ye oy veren işçi de hükümetten, TÜİK’ten yapılan açıklamalara değil, muhalif medyada aktarılanlara inanıyor. Çünkü iktidar medyasında çizilen pembe tabloyla kendi hayatı arasında herhangi bir ilişki yok.
2015 yılında, çoğunluğunun muhafazakâr-milliyetçi olduğu söylenen metal işçilerinin büyük direnişi epey gündem olmuştu. İktidara oy veren işçi kesimlerinde bir hareketlilik var mı?
2015’in mart, nisan, mayıs ayları boyunca devam eden metal eylem dizisi Bursa’dan İzmit’e, Sakarya’dan Kırıkkale’ye, Ankara’dan Çorlu’ya, İstanbul’a, Gebze’ye kadar yayılmıştı. Bu direniş ve o zamanki toplu iş sözleşmesi sonrası Türk-Metal’den de toplu işçi istifaları yaşanmıştı.
BİRLEŞİK METAL-İŞ, TÜRK METAL’DEN KENDİSİNE DOĞRU TOPLU BİR GEÇİŞTEN KORKTU
Neden?
Çünkü birkaç ay sonra Bosch fabrikasında yapılan toplu iş sözleşmesinde firma, elindeki teknik elemanları kaybetmemek için 500 lira daha fazla zam yaptı. Bunun üzerine Ford, Tofaş, Koç, Türk Traktör, Enpay, ZF Metal gibi büyük firmalarda işçiler ayaklandı. Bu süreçte Türk-İş’e bağlı Türk-Metal’den 30 bin işçi istifa etti. DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikası ilk başta bunları görmezden geldi, çünkü Türk-Metal’den kendisine doğru toplu bir geçişten korktu.
Nasıl yani?
30 bin işçinin geçmesi halinde sendikanın yapısının değişmesinden korktular. O yüzden Birleşik Metal-İş ilk etapta Türk-Metal’den geçişleri organize etmekten uzak durdu. Buna rağmen Bursa’daki 3 bin 500 Renault işçisi kendi inisiyatifiyle Birleşik Metal-İş’e geçti. Bu işçiler Bursa’daki milliyetçi-muhafazakâr kuşatmayı yararak bu geçişi yaptılar. Çünkü oradaki genel söylem, “DİSK’e verdiğiniz her aidat şehitlerin ölümüne dolaylı katkıdır” yönünde. Fakat işçiler milliyetçi, muhafazakâr, faşizan propagandanın yereldeki bütün basıncına rağmen Birleşik Metal-İş’e geçti. Fakat Birleşik Metal-İş önderliği bu işçileri kendilerinde tutamadı.
TÜRK METAL’DEN KOPMANIN İMKANI HEBA EDİLDİ
Tek sebep Birleşik Metal-İş’in işçileri tutamaması mı, başka nedenler de mi vardı?
Tabii ki esas başka nedenler vardı. O sırada Çalışma Bakanı Süleyman Soylu’ydu. Bir taraftan polis baskısı, bir taraftan Bursa’daki cemaat, yereldeki basınçlar etkili oldu. Ayrıca Türk Metal de “artık demokratikleşeceğiz, seçime gideceğiz” gibi propagandalar yaptı. Fakat Birleşik Metal-İş önderliği de bu saldırıyı püskürtecek mahareti göstermedi. Dolayısıyla o işçiler Birleşik Metal’den kopartılıp tekrar Türk Metal’e sürüklendi. Türkiye burjuvazisinin işçi sınıfına hakim olmak görevlendirdiği, Türk-İş’in de lokomotifi olan Türk Metal’den kopmanın bir imkânı bu şekilde heba edildi. Aslında bugünkü işçi sınıfı mücadelesi üzerindeki negatif etkisi olduğu için 2015 yılında yaşanan bu olayı anlatıyorum.
Çoğunluğu milliyetçi, muhafazakâr Renault işçilerinin o dönemki kuşatmalara, ideolojik saldırılara rağmen DİSK’e yönelmesinden nasıl bir sonuç çıkarıyorsunuz?
Bu olay hem solun, hem emek hareketinin bu topluma dair analizinin yanlışlığını ve işçi sınıfının kendisine yönelme potansiyelini kullanma maharetine sahip olamadığını gösterdi. DİSK’in en canlı odağı olan Birleşik Metal-İş’in sendikal manada kuşatıcı bir politik bilince ve kendisine yönelen işçiyi kollayacak bir caydırıcılığa sahip olmadığını gördük.
İŞÇİYLE HEMHAL OLMAZSAN, İKTİDARA YAKIN SENDİKAYA GİDER
Türkiye’deki sol, sosyalist partiler hemen her gün sınıf perspektifli bir mücadelenin gerekliğine vurgu yaparken, örneğin metal işçilerini solda duran sendikalara yöneltecek bir politik hattı öremiyorlar mı?
Bakın, Bursa’nın ve Türk sanayisinin en merkezi fabrikalarından olan Renault’da işçiler, AKP’nin gücünün doruklarında olduğu 2015 yılında bile böylesi bir kopuşa giderken, Türk Metal’den 30 bin işçi istifa edip 3 bin 500’ü Birleşik Metal-İş’e geçerken, sol, sosyalist partiler bunun önemini kavrayamadı maalesef. Oysa eğer Birleşik Metal’e geçenlerin birkaç yıl daha orada tutulması söz konusu olsaydı, diğer işçilerin de geçişini kolaylaştıracaktı. Ama klasik ücret sendikacılığı yaklaşımıyla caydırıcı bir savunma hattı örülemedi. Eğer sen işçileri kavrayacak, dönüştürecek bir emek harcamazsan, onlarla hemhal olmazsan, profesyonel bürokratik yapını muhafazaya odaklı refleksler gösterirsen, işçi de aşağı-yukarı benzer muameleler gördüğünü düşündüğü, üstelik devletin ve yerelin baskısını da hissetmeyeceği, iktidara yakın Türk Metal’e geri gider. Sonuçta o da ücret sendikacılığı yapıyor, sen de aksini iddia etsen de aynı şeyi yapıyorsun. Sol siyasetlerde bu durumu seyretti onların durumu Bimis’ten daha beter.
Bu arada Mayıs 2019’da Türk Metal ile Birleşik Metal arasında “Türkiye Metal İşkolunda Faaliyet Gösteren Sendikalar Arasında Diyalog ve İşbirliğine Dair Ortak Anlaşma” imzalanmıştı. Bu protokolün arkasında ne yatıyordu?
DİSK, Türk-İş, Hak-İş dâhil bütün sendikalar, uluslararası sendikalara da üyeler. Bu uluslararası yapılar sendikal mücadeleyi neoliberal eksende, buna entegre biçimde yürütüyorlar aslında. “İş barışı”, “sosyal uzlaşmacılık”, “çağdaş sendikacılık”, “yeni nesil sendikacılık” gibi süslü kavramlarla, iklim değişikliğine, toplumsal cinsiyet eşitliğine dair sözde vurgularla bunu yapıyorlar. Meseleyi iki sınıf arasındaki kavganın düzleminden çıkartıp, devlete ve sermayeye karşı bağımsız bir sınıf tavrını sergilemekten imtina eden bir yaklaşım bunlarınki. Türk Metal ve Birleşik Metal de, bahsettiğin protokolü uluslararası sendikanın (IndustriALL) basıncıyla yaptıklarını söylediler. Ama o zaman işyerlerindeki yerel yöneticiler Birleşik Metal-İş Başkanı Adnan Serdaroğlu ile Türk Metal Başkanı Pevrul Kavlak’ın bu anlaşmayı şubelerden bağımsız olarak, kendi inisiyatifleriyle imzaladıklarını anlatmıştı. Bu bir skandaldı ve Birleşik Metal-İş’i objektif olarak Türk Metal’le aynı konuma getirdi. Dolayısıyla metal işçileri açısından farklı bir seçeneğin zemini de 2019 yılı itibariyle kalmadı.
METAL İŞÇİLERİ 2000-2005 ARASINDA ASGARİ ÜCRETİN DÖRT KATI ÜCRET ALIRKEN ŞU AN 1,5 KATI ALIYOR
Metal iş kolunda çalışanların ücretlerinde nasıl bir dönüşüm oldu peki?
2000-2005 yılları arasında metal işçileri ayda dört asgari ücrete tekabül eden bir ücret alıyordu. İşçi sendikaları MESS’le (Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası) 12 Ocak’ta imzaladıkları, 130 bin işçiyi bağlayan toplu sözleşme için “yüzde 27 artışla tarih yazdık” diyerek zafer ilan etmişlerdi. İki yılda bir yapılan MESS toplu iş sözleşmeleri çok önemli, çünkü Türkiye’deki mavi yakalıların tavan ücretini belirliyor aslında. Şimdi gelelim mukayeseye: 2000-2005 yılları arasında dört asgari ücrete tekabül eden maaş alan Tofaş işçisi, şu anda son asgari ücretin 1,5 katı maaş alıyor. Dolayısıyla metal iş kolundaki sendikalar için artık “sarı” filan demeye bile gerek yok. Tablo ortada. Metal işçinin 2.5 kat maaşını kim çaldı?
Yüzde 27 civarında artış sağlanan TİS’ten iki gün sonra, 14 Ocak’ta Mersin’deki Çukurova grubuna bağlı Çimsataş’ta, Birleşik Metal- İş üyesi 800 civarında işçi neden şarteli indirdi?
Aslında Çimsataş hiç beklenmedik bir direniş oldu. İşçiler yapılan TİS’in bir artış değil satış olduğunu söyleyerek bu şartlarda çalışamayacaklarını gösterdi ve fabrikayı işgal etti. Bunun üzerine üç gün boyunca bütün fabrikalar, sendikalar ve Türkiye kamuoyu yüzünü oraya döndü. Bu direniş hem patron sendikası MESS’i hem de işçi sendikası Birleşik Metal’i şoka uğrattı. Bütün metal işçileri de ortada büyük bir zammın değil, büyük bir manipülasyonun olduğunu gördü. Çünkü birinci altı ayda enflasyonun altında bir artış yapıldı, ikinci altı ayda da enflasyon oranında bir artış öngörüldü. Yani ortada bir artış yok ve verilen ücret de 1,5 asgari ücretin altında kalıyor. Dolayısıyla ücret politikası bütün işçiler açısından asgari ücretin bin lira altı ila bin lira üstü noktasında kaldı.
FİİLİ BİR ASAGARİ ÜCRET POLİTİKASI VAR, İŞÇİ MAAŞININ BİR BÖLÜMÜNÜ PATRONA İADE EDİYOR
Asgari ücretin altında ücret nasıl verilebiliyor?
Anadolu’nun önemli bir bölümünde işçiler ay sonunda aldıkları asgari ücretin 1000-1500 lirasını çekip elden patrona iade ediyorlar çünkü.
Bu çok yaygın bir rejim mi?
Tabii, asgari ücretli çalışanların neredeyse beşte biri bu şekilde çalışıyor. 4250 lira alıyorsan, ay sonunda 1250 lirasını çekip patrona iade ediyorsun. Sigortalı görünen işçilerin çoğu böyle çalıştırılıyor. Resmi asgari ücretin dışında bir de bu şekilde işleyen fiili asgari ücret politikası var.
Devlet buna müdahil olmuyor mu?
Hayır, buna göz yumuluyor ki, sermaye aleyhine çarklar dönebilsin.
1 Ocak günü şöyle bir tweet attınız: “Yeni yılda işçi sınıfı saflarında yol kesme, işgal, grev, direniş, sabotaj, makinelere zarar, hatalı ürün çıkarma, iş yavaşlatma, sarı sendikal yapılara tepki pratiklerinde olağanüstü bir yükselişe şahit olacağız. Öncü işaretleri önümüzdeki günlerde görmeye başlayacağız.”
Kısa süre sonra da Çimsataş direnişiyle başladı ve bugünkü gibi sayısız işçi eylemi başladı. Bu öngörünüz neye dayanıyordu?
Mevcut enflasyon ve sömürü düzeni karşısında işçilerin hemen her yerde isyan bayrağı açması kaçınılmazdı. Çimsataş’tan önce, sanırım 3 Ocak günü önce İstanbul-Kartal’daki Rifis Makina fabrikasında Birleşik Metal’e bağlı sekiz kişinin işten atılmasıyla bir direniş başladı. Daha sonra Çimsataş’ta, ardından Bağımsız Maden-İş’in öncülüğünde Divriği madeninde direniş başladı. Bu direnişler dalga dalga, hiç dinmeden büyüdü ve bugüne kadar geldi. Bütün bunlar, az önce anlattığım gibi, işçilerin “bu koşullar altında ne yapacağız, ne yapmalıyız” diye sorup muhasebe yapmasıyla başladı. Çünkü enflasyondan önce yapılmış toplu iş sözleşmelerinde kararlaştırılan ücretlerin hepsi, yeni açıklanan asgari ücretin altında kaldı. 4.250 TL’nin altında ücret alan yüzde 60’a yakın kamu işçisi var! Keza özel sektördeki çalışanların çoğu da, asgari ücretin açıklanmasından önce yapılmış toplu sözleşmelerle 3000-3.500 TL civarında ücrete bağlanmış durumda. O yüzden işçiler yeni bir protokol yapılmasını, ücretlerinin buna göre yeniden düzenlenmesini talep ediyor. Başka türlü insanların hayatta kalması mümkün değil.
HİÇBİR SENDİKA ÜYESİ OLMAYAN İŞÇİLER BİR ARAYA GELİP İTİRAZ BAYRAĞI AÇTI
Yeni asgari ücret belirlenince, daha önce belirlenmiş ücretlerin otomatik olarak asgari ücretteki artış oranında artması gerekmiyor mu?
Olması gereken o. Ama böyle olmuyor, bir sonraki toplu iş sözleşmesi bekleniyor. O yüzden de, hiçbir sendika üyesi olmadığı halde işçiler kendi kendilerine bir araya gelip itiraz bayrağı açtı ve örneğin Trendyol, Alpin Çorap gibi direnişlerden iyi sonuçlar elde edildi. Alpin Çorap’ta iki bin kadın 24 saatlik direnişle yüzde 70’lik bir zam aldılar. Oran olarak önemli görünebilir ama ücretleri o kadar düşük ki, bu artışla bile maaşları asgari ücretin biraz üstüne çıkabiliyor.
Önemli bir kısmı örgütsüz, sendikasız olan işçilerin bile direnişe geçtiği bir dönemde, sendikal örgütlenmeyi geliştirmek için ciddi olanaklar ortaya çıkmıyor mu?
Doğrudur, kesinlikle öyle.
Peki DİSK, yahut Umut-Sen işçi sınıfının örgütlenme ihtiyacına karşılık verebiliyor mu?
Umut-Sen’in bu dönemde öne çıkmasının nedeni, bürokrasiye dayalı sendikal anlayışa karşı Türkiye’nin dört bir yanında 7/24, bir nevi kartal gözü gibi, emek alanındaki her gelişmeye odaklı olması.
OCAKTAN BERİ BUNCA DİRENİŞ OLDU, DİSK’İN KURDUĞU TEK BİR CÜMLE YOK
Umut-Sen yeni bir sendika bile bu kadar etkili olabiliyorken, onyıllardır emek hareketlerine yön veren örneğin DİSK’e bağlı sendikalar neden pek görünür olamıyor?
Umut-Sen bir sendika değil bir sınıf mücadelesi odağı olarak iş görüyor. Ocak ayının başından beri bunca direniş oldu ama DİSK’in kurduğu tek bir cümle yok. Çünkü bahsettiğimiz emek kesimleri içinde bir itibarları kalmadı. Bütün sınıf söylemlerine rağmen, işçiler onların da DİSK içindeki paralı sendikaların parçası olduğunu görüyorlar. Emek alanındaki yeni kollarını, çeşitlenmeyi, heterojen sınıf karakterini kavrayacak; tüm katmanlara seslenen ve onların içinde bölükler oluşturmaya çalışan, onlara da şahsiyet tanıyan ilişkilenme biçiminden imtina ediyorlar. Bu yeni iş kollarındaki işçilere hem tepeden sesleniyorlar hem de işçilerin hafızasına yerleşen olumsuz davranışlarda bulunuyorlar.
Ne gibi davranışlar mesela?
Mesela DİSK’in Genel-İş sendikası CHP’nin, kayyım öncesi HDP’nin belediyelerinde örgütlüydü. Sanırım bazı kayyım yönetimlerindeki belediyelerde de hâlen örgütlülükleri sürüyor. Fakat bu sendika, kamuda, belediyelerde bir tür kulüp gibi davranıyor. İşçiyle yan yana durup onların haklarını geliştirmek yerine belediye başkanlarıyla, patronla yan yana olmak, onlarla fotoğraf çektirmek daha öncelikli geliyor. Çünkü işçiyle değil, işverenle yakınlık kurarsa ayakta kalabileceğini düşünüyor, bu kaygıyla hareket ediyorlar. CHP Genel Merkezi’yle, büyükşehir veya ilçe belediye başkanlarıyla daha yakın olursam koltuğumu muhafaza ederim düşüncesindeler. Çünkü bu sendika yöneticileri de yüksek maaşlar alıyor ve bunu kaybetmek istemiyorlar. Türk-İş, Hak-İş ve DİSK sendikalarının bu anlamda pratikleri birebir aynı! Toplu sözleşmelerde de neredeyse birbiriyle aynı rayiçler belirlediler. Belediye işçisi de liyakata değil yönetimin hangi partide olduğuna göre belirlendiği için, yaygın bir işçi bilincine sahip değil. En son DİSK, Tekstil-İş’in Gaziantep temsilcisini görevden aldı.
TEKSTİL-İŞ, İŞVERENLE MÜCADELE EDEN ANTEP TEMSİLCİSİNİ GÖREVREN ALDI
Neden?
Çünkü Tekstil-İş’in Antep temsilcisi Mehmet Türkmen, işverenlerle kavga, mücadele eden bir hat izliyordu. Bunun üzerine sendika başkanları gidip işverenle anlaştı, kendi bölge temsilcisini görevden aldı ve işçilerin bir kısmının da Uğur Tekstil’den atılmasını sağladı. Türk-İş veya Hak-İş sendikalarında görebileceğiniz pratikler DİSK’te de olabiliyor yani.
Peki DİSK yönetimi bunlara nasıl yaklaşıyor?
DİSK yönetiminde sosyalistler de var ama yönetim genel olarak tüm bunları sıkıntı olarak görmüyor ve sosyalist solun gazetelerinde de bunlar yazılmıyor.
Neye dayanarak bunu söylüyorsunuz?
Mesela Çimsataş direnişini ele alalım. SoL gazeteyi eleştirdim diye TKP’li arkadaşlar bana bozuldular. İyi de kardeşim, sen diyorsun ki, ben sermaye sınıfına karşı tavizsiz, ilkeli bir mücadele ediyorum. İddiaların var, büyük büyük laflar da ediyorsun. Ama senin Merkez Komite üyen sendika bildirisi hazırlıyor, bunu Twitter hesabından paylaşıyor.
ÇİMSATAŞ PATRONU, DİRENİŞİ KIRMAK İÇİN SENDİKANIN AÇIKLAMASINI İŞÇİYE SMS YOLUYLA GÖNDERDİ
Bunda sorun ne?
Sorun şurada: Bu açıklamayı Çimsataş patronu, direnişi kırmak için tüm işçilere SMS yoluyla, “Bakın, sendikanız da böyle diyor, siz yasadışı bir pozisyondasınız” diyerek gönderiyor. Bizi kastederek “Yabancı topluluklar işçiyi manipüle ediyor” diyorlar. Ve sen bu konuda tek bir açıklama, SoL gazetede tek bir haber yapmıyorsun. Hani senin sermaye karşıtlığın? Sen sefil sendika bürokrasisi karşısında sessiz kalan bir iradesin.
TKP veya Sol gazetesi neden sessiz kalsın ki?
Birleşik Metal’de, HDP’li veya başka partilerden olduğu gibi TKP’li iki-üç tane uzman da var. Bu gayet normal. Ama sen TKP’nin MK üyesisin ve üyeliğin ötesinde, merkezi bir politikayı saptayan konumdasın. Birleşik Metal bir açıklama hazırlıyor ve muhtemeldir ki o açıklamayı da sen hazırlamışsın. Ve senin hem kişisel hem de sendika hesaplarından paylaştığın açıklamayı patron işçiye karşı kullanıyor, linkini SMS olarak atıyor.
Sendika nasıl bir açıklama yapmıştı ki?
Özetle diyor ki, toplu iş sözleşmesine itiraz etmeyin. Direnenler de sendikamıza husumet besleyen gruplar tarafından manipüle ediliyor. (Açıklamanın tam metni) Bir de Çimsataş’tan 13 işçiyi atıldı.
İŞÇİLER PATRON-SENDİKA İŞBİRLİĞİYLE İŞTEN ATILIYOR AMA SOSYALİST BİR GAZETE OLARAK BUNU GÖRMÜYORSUN
Nasıl atıldılar?
İşçilerin baş temsilcisi Memet isimli bir çocuk, temsilci de Cem isminde bir işçi. Fabrika işgalini de başlatan bunlar. Birleşik Metal önce fabrika işgalini başlatan bu temsilcileri “sendika disiplinine aykırı davrandınız” diyerek görevden alıyor. Aynı gün şirketin genel müdürü bunları çağırıp “sendika sizi görevden aldı” diyor ve işgali başlatan 13 kişiyi işten atıyor. Peki SoL gazete patron tarafından işgali yapan işçilere karşı kullanılan açıklamayı haberleştirirken, neden işgali başlattıkları için 13 önder işçinin işten atılmasını, yaşadıklarını haberleştirmiyor? Kavel işçilerinin işgaliyle ilgili film hazırlatıyor, kitap bastırıyorsun ama Çimsataş’ta böyle bir pozisyon alıyorsun. Oysa Çimsataş, üç tane büyük sendikanın “tarih yazdık” dediği toplu iş sözleşmesinin aslında işçi aleyhine olduğunu tüm ülkeye gösteren direnişti. Bunu görmeyen bir komünist, sol, sosyalist parti olabilir mi?
Umut-Sen olarak Çimsataş’ta bir etkinliğiniz var mıydı?
Hayır ama işçiler bizi biliyorlar ve bizimle irtibat da kurdular. Ben de Divriği’deki direniş kazanıldıktan sonra Mersin’e gidip oradaki arkadaşlarla tanıştım. Direnişe önderlik eden işçiler önce MESS’in talimatıyla sendikadan, sonra patron-sendika işbirliğiyle işten atılıyor ve sen komünist bir parti veya sosyalist bir gazete olarak bunu görmüyorsun. Bu büyük bir trajedidir. “Böylesine uygun bir iklim varken örgütsüz işçiler neden sendikalara yönelmiyor” diye sormuştun ya, işte bu tür nedenlerle. DİSK’in pratikleri bunun örnekleriyle dolu ve örgütlü-örgütsüz tüm işçiler bunları biliyor.
MİLYONLAR PROTERLEŞTİRİLDİ, DEVRİMCİ PARTİYSEN NİYE SEFERBERLİK HALİNDE OLMUYORSUN?
Muhalefetin son dönemde işçi direnişlerine yaklaşımını nasıl buluyorsunuz?
Muhalefetin de AKP’nin yarattığı bu nizamı değiştirmeye niyeti yok. Habire “yoksulluk” diyor muhalefet partileri ama “işçiler” demiyorlar, “işçi sınıfı” demiyorlar, “işçi-sermaye kavgası” demiyorlar.
Sol Parti, TİP, TKP, EMEP gibi partiler hariç ama, değil mi?
Hepsi çok kıymetli ayakta kalma çabaları kuşkusuz. Maalesef sol partilerde de sadece söylemde işçi sınıfı var, yoksa işçi sınıfıyla hemhal oldukları yok. Yahu kardeşim, memleketin beşte biridir sermaye sınıfı, geri kalan milyonlar proleterleştirildi, işçileştirildi, mallarına, topraklarına çöküldü. Sen bir sosyalist, komünist, devrimci partiysen nasıl olur da bu ortamda seferberlik halinde olmuyorsun? Ee, sen de seçimden seçime muhalefetsin. AKP de, CHP de bunu yapıyor zaten. Senin derdin nedir kardeşim? Koca koca laflarınla pratiğin arasındaki ilişki nedir? Ben 1988-89’dan beri bu mücadelenin içindeyim, işçi sınıfı açısından seçimle somut bir dönüşüm görmedim hiç. Ama her seferinde sanki seçimlerle birlikte kaderimiz değişecek gibi ideolojik manipülasyon yapılır ve bu bütün sosyalistler arasında habire dolaştırılır.
SOL BU HALİYLE İŞÇİ SINIFI LEHİNE BİR ŞEY YAPAMAZ
Peki sol ne yapmalı?
Çok ağır bir şey söyleyeceğim ama sol bu haliyle, mevcut konumlanışıyla işçi sınıfı lehine bir şey yapamaz. Sol habire geriye sarıyor. Sanki dünyada hiçbir şey değişmemiş, Türkiye’de bu düzeyde proleterleşme yaşanmamış, 320 tane organize sanayi bölgesi yokmuş, hizmet, tarım sektöründe vahşi bir sömürü, mülkiyet ve doğa gaspları, doğanın metalaştırılması gibi pratikler sergilenmiyormuş gibi davranıyor arkadaşlar. Bunlara gözünü yumarsan, bu sömürü alanlarındaki ezilenlerle de direnenlerle de hemhal olamıyorsun işte. Kendi konfor alanlarında, odalarda, sendikalarda, CHP ve HDP arasında, “binamaz” bir pozisyondalar. İşçi sınıfı da bunu görüyor.
İşçi sınıfının sola yönelmemesinin nedeni, sol partilerin eksiklikleri mi?
İşçi rasyonel düşünür. CHP’nin, HDP’nin de kendine göre rasyonel bir aklı var. Soldaki arkadaşlar ise “seçimlerde CHP ile HDP’ye karşı elimi güçlendirecek bir pazarlığı nasıl yapabilirim” derdine düşüyor. Devrimcilik, komünistlik, sosyalistlik adına son derece mantıklı şeyleri, sanki büyük kitleleri de arkalarına almış olarak, sanki CHP’den veya HDP’den tamamen bağımsız bir şekilde söylüyorlar. Öyle bir kitle desteğin yok ki. Olmamasının nedeni de bizzat sensin, muhafaza etmeye çalıştığın konfor alanların. Sen hangi işçi, emekçi sınıfı içinde CHP ve HDP’den bağımsız bir temel oluşturdun da onlara soldan ders veriyorsun ki? “Ey halkım, artık şuna oy atmayın” dediğinde kendi üyelerini bile inandırma, ikna etme kudretine sahip değilsin. Sen öyle diyorsun ama üyelerin gidip Mansur Yavaş’a, İmamoğlu’na oy atıyor. Dediğim gibi, çünkü işçi rasyonel düşünür.
MARX, ENGELS, LENİN, ROSA DESEN DE, PRATİKTE DÜZENİ DEĞİŞTİRMEK İÇİN BİR ÇABAN YOK
Burada sol hareketlerin kusuru sahada, fabrikada, tarlada olmamaları mı? Bu yapılsa işler değişir mi?
Demin sendikalar bağlamında anlattım sorunun kaynağını. Senin etkin olduğun sendika, işçilerin 4 asgari ücretten 1,5 asgari ücrete düşürülüş sürecinin ortağı değil mi? Marx, Engels, Lenin, Rosa, Troçki veya Stalin desen de, pratikte bu düzeni değiştirmek için bir çaban yok. Anadolu’nun dört tarafından AKP’yle, MHP’yle sorun yaşayan kitlelerle açık, şeffaf, samimi bir ilişki kurarsan, halkın kendine göre oluşturduğu testlerden geçersen, halk seni tanırsa sana gelir, sonra da seninle yürür. Komünist de olsan, “bizim mahallenin komünisti” der, sahiplenir. Ama bizim komünistleri kimse tanımıyor. Çünkü temelden başlayarak bir örgütlülük inşa etme, caydırıcı bir kuvvet olmak, kitle siyaseti yapmak emek ister. Tek meselen seçimler olursa, niye bu emeği harcayasın ki?
Fakat Türkiye’deki sosyalist partilerin önemli bir kısmı CHP ve HDP’yi sınıf siyaseti yapmamakla suçluyor…
Tespit doğru ama tespiti yapan, tespitini yaptığından farklı mı? Kastamonu, Konya, Niğde Organize Sanayi Sitesi’nde, Gümüşhaneli maden işçisiyle, çeşitli sahalarda 5-10 yıllık toplumsal dönüşüm için stratejik faaliyet yürütüyorum dersin, o zaman başımın üstünde yerin var. Veya “taşrada gücüm yok ama kentlerde şunu yapıyorum” dersin, eyvallah. Hadi bunları da bırakalım. Gençler… Daha geçenlerde bizim genç öğrenci arkadaşlar “Barınamıyoruz” diyerek Ankara’ya gittiler, gözaltına alındılar yollarda. Bu partilerin bu gençler arasında ne kadar karşılığı var? Bunlar birer kulüp faaliyetinin ötesinde işçi-emekçi sınıflar açısından neyi temsil ediyor?
HDP İÇİNDEKİ SOSYALİSTLERİN, PARTİNİN SINIF SİYASETİNDE MESAFE ALMASINA KATKILARI OLMADI
Ama tüm bunlar, CHP veya HDP’yi sınıf siyaseti yapmamakla eleştirmeyi haksız çıkarmıyor, değil mi?
Tabii, bunu zaten yakinen görüyoruz. Üstelik HDP içindeki sosyalistler de bu pratikten uzaktalar. Bu arkadaşların da HDP’nin sınıf siyaseti vurgusunda mesafe alması yönünde katkıları olmadı. Yemeksepeti, Yurtiçi Kargo gibi işçi direnişlerinde Musa Piroğlu, Züleyha Gülüm gibi birkaç milletvekili dışında kimseyi göremiyoruz. Gelen olursa da ziyaret ediyor, fotoğraf çektirip gidiyor. Bunlar da önemli ama emekçiyi örgütleme, ona odaklanma, sendikal, sınıf odaklı politikalarla bütünleşik bir strateji geliştirme motivasyonları yok. Çünkü onlar da sendikal bürokrasiyle karşı karşıya gelmek, onlarla kavga etmek istemiyorlar. Herkes koltuğundan memnun. Van Büyükşehir Belediyesi’ne atanan kayyum ve diğer kayyumlar 2 bin taşeron işçiyi işten attı, Genel-İş sendikası sahip çıkmadı. HDP Genel Merkezi’ni aradım, sendikayla konuşun, bu işçilere sahip çıkılsın, en azından bunlara avukat tutulsun dedim.
Ne oldu peki?
Bağırdık, çağırdık, sesimizi duyuramadık. Sahip çıkılmadı. Van’da atılan işçilerden Mesut çaresizlikten intihar etti. Çünkü HDP’liler de sendika bürokrasisiyle arası bozulsun istemiyor. Sendika başkanı 30-35 bin maaş alacağına, tıpkı Eğitim-Sen’in KHK’lılarla gösterdiği dayanışmayı gösterip bu işçilerle dayanışabilirdi. Bir sürü parası var Genel-İş’in. İki bin işçiye, mahkeme süreci sonlanana kadar asgari ücret veremez misin, verirsin. İnsanlar yoksulluktan intihar ediyor yahu. Ama bunlar açısından öncelikli olan, kendi aralarındaki bürokratik işleyişin sürdürülmesi. Çünkü milletvekili olduğunda bir yabancılaşma, burjuva konumu içine düşüyorsun. Birkaç bin işçi mi üzülmüş, çok da önemsemiyorsun. Temsilde de aynı sorun yaşanıyor.
KİMSE METAL İŞÇİSİNİ, KURYEYİ MİLLETVEKİLİ, BELEDİYE BAŞKANI YAPALIM DİYE AKLINDAN GEÇİRMİYOR
Milletvekili seçiminde mi?
Tabii, neden kimse bir metal işçisini, mevsimlik tarım işçisini, kuryeyi, hizmet işçisini milletvekili, belediye başkanı yapalım, bunları aday gösterelim diye aklından bile geçirmiyor. Özyönetimci, komiteci, meclisçi, konseyci sol bile böyle yaklaşıyor. E hani sen bu işçilerle dünyayı yönetelim diyorsun. Ama yönetmeye gelince, milletvekilliği, belediye başkanlığı adaylığı olunca “o yapamaz” diyorsun. Sen yapabiliyorsun da o niye yapamasın? Parti var, onun “aklı” temsil eden yöneticileri var, toplumun gerisi de yığınlardan oluşuyor ve partinin ışığı bunlara vuracak, yığınlar da aydınlanacak, öyle mi?
Bu arada bahsettiğiniz sol partiler milletvekili veya belediye başkanı çıkaramıyor ki…
HDP’yle veya başka partilerle yaptıkları ittifaklarda gösterdikleri adaylar bile işçi sınıfından değil, yapabilirler yoksa. Bana kontenjan mı veriyorsun, “al, benim adayım şu metal işçisi” dersin, olur biter. AKP bile türban üzerinden yoksul insanları kent konseylerine getirip sokuyor.
Muhalefet partilerinin kendi bünyesinde toplayamadığı işçi sınıfı, son dönemde derinleşen yoksullukla birlikte kendi arasında bir ittifaklaşmaya gidiyor mu?
Yoksul işçi kitlelerinde “kendilerinden başka dostları olmadığı” yönünde artan bir idrak var. Anadolu’da yeni proleter halk gerçekliğini, bu sosyolojik dönüşümü anlamaya çalışıyoruz. Burada yeni bir hakikat evreni oluşuyor.
MİLLİYETÇİ KESİMLERDE BİLE DEVLETE KARŞI DUYGUSAL KOPUŞ YAŞANIYOR
Nasıl bir hakikat evreni?
İşçiler sınıf gerçekliklerini AKP’nin kayırmacılığa dayanan politikalarıyla daha net idrak etti. Aynı cemaatte saf tuttukları adamın AKP içi işleyiş üzerinden taşra kasabasından çıkıp İstanbul’un lüks hayatına uzanan hikâyesini görüyor, bir de hâlâ asgari ücreti bile alamayışına bakıyor. Sonra dedesinin, babasının, kendisinin hikâyesini aynı anda düşünüyor ve yaşadığı yoksulluğun kader değil, siyasal bir şey olduğunu anlıyor. Biz Ermenek’te direnişler organize ettik. Yörüklerin yaşadığı Taşeli havzasında halkın yüzde 90’ının katıldığı eylemler yaptık. İki tane ocağı işgal ettik. Orada iki aile etrafında kırk yıldır oligarşik ilişki kurulmuş. Patron hacca, umreye gidip geliyor, cemaati topluyor, “ücret hak ama tazminat uygun değil” diyor. Bu iki aile AKP-MHP, öncesinde merkez sağ partileri üzerinden işlerin yürütmüş. Halk savcıya başvurmuş, savcı değişmiş. Otuz yıl boyunca hiçbir savcı şikâyetlerini işleme koymamış. Kırk yıl boyunca babası, dedesi, kendisi tazminat alamamış bu insanlar bizimle birlikte, üç kuşak atalarının da hak mücadelesine girişti. Bu insanlar için devlet kutsaldı.
Şimdi değil mi?
Çoğuna göre devlet, zor anında onu sahiplenecekti. Şimdi bu algı tarumar olmuş durumda. Çünkü görüyor ki, devlet zor anında onun değil, patronun yanında. Devletin sermayenin, patronun aparatı olduğunu kendi yaşadıkları deneyimle görüyorlar. Eskiden ekoloji mücadelesi beyaz yakalılarca yapılırdı. Şimdi maden şirketi geliyor, köylünün karşısına jandarma dikiliyor. Bu devlete güvenen yoksul halk, jandarmanın kendisiyle şirket arasında taraf olduğunu görüp şaşkına uğruyor. Devlet nasıl olur da bizi değil de onları korur, jandarma nasıl olur da taraf olur, inanamıyor. Ve Anadolu’da yeni halk gerçeği bunun üzerinde yükseliyor: Milliyetçi kesimlerde bile devlete karşı duygusal bir kopuş yaşanıyor.
HALK HAZIR AMA SOL HAZIR DEĞİL
Bu kopuşu gösteren ne tür olaylara tanık oluyorsunuz mesela?
Ermenek’te kalabalık 300 kişilik bir toplantı yaptık maden ocağında. Kadınlar, gençler, teyzeler, madenciler var; tartışıyoruz. Halk diyor ki, biz vatan, millet için AKP’ye oy verdik, sonra baktık ki çok hırsızlık yaptılar MHP’ye geçtik. Yine vatan-millet için. Sonra onlar da astığım astık çıktı, CHP’yi getirelim dedik, getiremedik. Direniş oradaki bütün ezme pratiklerinin ifade edildiği bir kürsüye dönüşünce farkındalık daha da artıyor. Nihayetinde işçiler kalkıyor ve diyor ki, “gelin vatan-millet için Ermenek’te devrim yapalım!”
AKP-MHP politikalarının yarattığı bu etkinin uzun vadede nasıl bir toplumsal dönüşüme yol açacağını düşünüyorsunuz?
Devletin, sağ iktidarların mafya ve sermayeyle ilişkileri sorgulanıyor artık. Sağın içinden de tüm bu lağımı temizleyecek aktörler çıkamıyor. Eğer yoğun bir emek sarf edilirse, sol açısından tarihi kazanımlara uygun bir zemin var. Halk hazır ama sol hazır değil. Mesela bazı kadrolar var solda, emekçinin yanına göndersen dövüp yollarlar. Çünkü işçiyle nasıl konuşacağını bilmiyor. Direniş esnasında namazını kılan işçiye “gerici” diyor. Senin gerici dediğin adamla ben üç aydır jandarma karşısında, asfaltın üzerinde yatıyorum. Onunla eşit bir ilişki kur, göz hizasından. Yaltaklanman, fikrine katılman gerekmiyor. Dinlemen yeterli. Her seferinde bilimsel hakikatleri göstererek konuşmana da gerek yok ama sınıfsal hakikatler üzerinden konuştukça, ortak dili yakalıyorsun. Bir madenci arkadaş vardı, Süleymancıydı. İki direnişte de beraberdik. 45 madencinin arasında namazını kılan o kardeşim, türbanlı eşiyle birlikte bizi uğurlamaya gelmişti. Sonra eşi bindi arabaya, bizimle. Kendisi gelememişti, eşi bize eşlik etti. “Eşimi kollayın” filan gibi bir uyarı bile yapmadı, bizi incitmemek için. Hadi bakalım, gelin buradan gericiliği konuşalım!
ÖNÜMÜZDEKİ GÜNLERDE DİRENİŞLER AKORDEON GİBİ AÇILIP KAPANACAK
2018 yılında sizinle yaptığımız söyleşide, büyük tepkinin esnaftan geleceğini söylemiştiniz. 2001 krizinde Ankara’daki büyük esnaf yürüyüşü çok sarsıcı olmuştu. Şu anda benzer bir hareketliliğin oradan geleceğini düşünüyor musunuz?
Aslında Trendyol, Yemeksepeti işçileri, motokuryeler yeni esnaf kurye. Önümüzdeki günlerde direnişler akordeon gibi açılıp kapanacak. Biraz sönecek gibi olacak, sonra tekrar başlayacak ve kartopu gibi büyüyecek. İşyerlerinde ücret meselesi kızışmış durumda. Zam açıklamaları Şubat ayının ortalarına kadar sürecek ve ücretler yetersiz geleceği için yeni kalkışmalar olacak. Aynı sorunlar kamuda, belediyelerde de söz konusu. Esas direnişler Nisan ayından itibaren gerçek enflasyon ortaya çıkınca başlayacak. Mart’ta metal işçileri enflasyon oranında yeni zam alacaklar. Ama esas olarak Nisan, Mayıs, Haziran aylarında esnafın ve diğer iş kollarının tepkilerinin sarmaş dolaş olacağını tahmin ediyorum. Tabii muhalefet AKP’yle erken seçim konusunda uzlaşır ve sonbaharda seçim takvimi belirlenirse, beklentiler ortaya çıkacağı için bazı gruplar direniş sahasından ayrılabilir.
İşçi sınıfının sonbaharı beklemeye takati olacak mı?
Nisan-Mayıs aylarında büyük işletmelerde, metal zammında işçilerin durumu göreceklerini ve ona göre yön belirleyeceklerini düşünüyorum. Enflasyonun bir tık üzerinde zam da kâr etmiyor. Çünkü her gün yeni zamlar geliyor. İşçi diyor ki, 620 TL elektrik, 1.480 TL doğalgaz parası ödedim, 4.500 TL de ücret alıyorum, nasıl yapacağım ben?
Peki insanlarda bir kurtarıcı beklentisi var mı?
Erdoğan dışında bir kudret bekliyorlar. Kırkağaç’ta duydum, Divriği’de gördüm, işçiler diyor ki, “biri çıksa, yürüyün dese milyonlar peşinden gider.” Ama o biri kim? Biri diyor ki, “Fatih Erbakan var ama yüzünde meymenet yok.” Selahattin Demirtaş mesela, içeride olmasaydı bir seçenek olarak öne çıkacaktı. Bundan beş yıl önce Erdoğan hakkında konuşmak tabuydu. Artık Erdoğan’ın emekçiler nezdinde eleştirilmez, tepki gösterilmez bir kutsiyeti yok.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***