YORUM | Av. NURULLAH ALBAYRAK
“Mathausen’de her şey seni etkilemek için tasarlanmıştır… tıpkı gerçek bir gösteri gibi.” Bu cümlelerle başlıyordu El Fotografo de Mauhtausen filmi. Arka fonda Mauthausen Kampının girişi.
Bir fotoğrafçı gözüyle bakıldığında devasa giriş kapısının yanı sıra iki şey göze çarpıyordu: İlkinde kampa getirilen İspanyolları türlü küfür ve hakaretlerle döven ve çırılçıplak sıraya sokmaya çalışan kapolar, ikincisinde ise elbiseleriyle birlikte saçlarını, pasaportlarını, sahip oldukları her şeyi ellerinden alınan esirler. Fotoğrafçı Francisco Boix’ya göre, “Mauthausen’de önemli olan gösteri sahnesinin hazırlanmasıydı… tıpkı gerçek bir gösteri gibi”. Naziler tarafından öldürülen masum insanlar gösteri sahnesinden birer birer silinirken, eski rejimin suç makineleri yeni gösteri mekanları için hazırlık yapıyorlardı.
Nazi toplama kampları İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’da ve başta Polonya olmak üzere işgal edilen bölgelerde kurulan yapılardı. İlk kamp örnekleri 1933 yılında Hitler’in iktidara gelmesinden itibaren görünmeye başlamış, savaş sırasında bugün Polonya’dan Avusturya’ya ya da Çekya’dan Hırvatistan’a ve Letonya’ya kadar uzanan bir coğrafyaya yayılmıştı. Kendi içerisinde çalışma, rehine, savaş esiri ya da imha gibi farklı isimlere, kategorilere ve sistematiğe sahip olan kamplar, savaş esirlerinin yanı sıra Yahudiler gibi dini ve politik, Romanlar gibi etnik ya da eşcinseller gibi üremeye katkısı olmadığı değerlendirilen, genel çerçevede ‘topluma yararsız’ kabul edilenlerin toplandığı merkezlerdi.
Farklı kategoride değerlendirilebilecek bu grupların ortak özelliği Nazi Rejimi açısından tehlike arz etmeleriydi ve risk kategorisi zamanla tüm toplum kesimlerine yayılmıştı. Yahudi nüfusun yoğunlaşmasından sonra kamplar kitlesel imha merkezlerine dönüştürüldü. Naziler politik ve ideolojik olarak aykırı gördükleri hedef kişileri ve grupları elimine etmek için kendi hukuk ve adalet sistemini yerleştirmeye odaklanmıştı. Kamplara konulan insanların suç işlemesine gerek yoktu, önleyici ve denetleyici Nazi stratejisi için aykırı olmaları tek başına yeterliydi.
Hedef grupların sayıca artması kamplar gibi insanların da kategorize edilmesini beraberinde getirmiş, kamp giysilerinin göğüs ve kol kısmına renkli üçgenler eklenmişti. Bu türden bir sınıflandırmada temel ölçüt politik, dini, etnik, ideolojik ya da sıradan aykırılıktı. Dolayısıyla yaklaşık bin iki yüz kampta sayıları net olarak bilinmeyen ama on milyona yakın kurban için erkek kadın, yaşlı çocuk, öğretmen doktor, okur yazar cahil vb. ayrımların bir değeri yoktu.
Tarihe kara bir leke olarak geçen ve bugün her biri müzeye dönüşen kamplarda fotoğrafçıya olan ihtiyaç “gösteri sahnesinin hazırlanmasındaki önem”den kaynaklanıyordu. Bugün ülkenin dört bir yanına dikilmeye çalışılan cezaevlerinin “açılış sahnelerinin hazırlanmasındaki önem” gibi.
Resmi istatistiklere göre, aralarında yaklaşık 2 bin çocuk, 12 bin kadın, 5 bin kadar da 65 yaş üstü toplamda üç yüz binden fazla insanın hükümlü ve tutuklu olarak tutulduğu cezaevlerine eklenecek onlarca hapishanenin “temel atma törenlerinin önemi” gibi. Aykırı bilim adamına ihtiyaç duymayan Nazi kamp sistemi gibi 27 binden fazla fakülte ve yüksekokul, 2 binden fazla yüksek lisans ve 4 yüzden fazla doktora mezununa ihtiyaç duymayan cezaevi sistematiği gibi. Ya da yaşlı, hasta, bakıma muhtaç, özürlü on binlerce mağdurun insandan ibaret olduklarından bihaber mekanizma gibi. Dün önemli olan gösteri sahnesinin hazırlanmasıydı… bugün de önemli olan gösteri sahnesinin yeniden hazırlanmasından başka bir şey değil.
Naziler tarafından öldürülen masum insanlar gösteri sahnesinden birer birer silinirken, Rejimin suç makineleri yeni gösteri mekanları için hazırlık yapıyordu. Nusret Muğla ve Yusuf Bekmezci abiler Ağaç İstatistiklerinin Arkasına Saklanan Kurumun gösteri sahnesinden yani istatistiklerinden birer birer silinirken Yeni Rejimin suç makineleri de yeni gösteriler için hazırlık yapıyor, zira onlar için önemli olan gösteri sahnesinin hazırlanmasından başka bir şey değil. Eğer öyle olmasaydı onlarca hasta yakınının yeni bir ölüm olmasın diye adeta çığlık atarcasına seslenişlerine ses verilirdi.
Adli Tıp Kurumu tarafından infaz erteleme kararı verilmiş olmasına rağmen tahliye edilmeyen, cezaevi koşullarında gerekli tedavisi sağlanmayan Yusuf Bekmezci ve Nusret Muğla ne yazık ki tüm çağrılara rağmen öldü(rüldü). Adalet Bakanlığı ve ilgili kurumlar, nasıl yaparız da cezaevlerinde başka bir insan hayatını kaybetmez çalışması yapmak yerine, yaşanan ölümlerin, ailelerin çırpınışlarının ‘algı oluşturmaya yönelik olduğu’ şeklinde açıklama yapmayı tercih etti. Yapılan açıklama ve gözler önüne serilen uygulama bizlere Ceza Tevkifevleri Genel Müdürlüğü ve tabi ki Adalet Bakanlığı yetkilileri için cezaevlerinde bulunan insanların hayatlarından daha fazla, dikilen ağaç sayısı istatistiklerin önemli olduğunu gösteriyor!
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***