Ahmet Tarık DANİŞMEND
İstanbul Belediyesi Ümraniye Armağanevler Mahallesi’ndeki bir parka ünlü ressam ve yazarımız Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun ismini vermeyi münasip görmüş.
Lakin bu teklif belediye Meclisi’nde kabul edilmemiş. AKP ve MHP’lilerin oylarıyla reddedilmiş. İnsan bunu duyunca ilk önce gözüne far tutulmuş tavşan gibi şaşalıyor. Kendine gelince de sormak istiyor:
“İyi güzel de hacım, Why?”
Enteresan olan bir gerekçe arz etmemişler.
Buyurun cenaze namazına!
AKP ile MHP’liler bir kuyuya taş atmış, gel çık işin içinden.
Peki kimdir Bedri Rahmi Eyüboğlu?
Kendisi Leonardo Da Vinci hakkında yazdığı bir makalesinde Leonardo’yu şu sözlerle tanıtır “Ressam, heykeltıraş, mimar, mühendis, mütefekkir, şair, etti altı hüner, on parmağında on sihirli fener, biri yanar, biri söner. Sanat değil mübarek fener alayı.”
Aslında Bedri Rahmi Eyüpoğlu’nun kendisi de bir fener alayıdır: Ressam, şair, öğretmen, yazar, mozaik sanatçısı, yazmacı, seramikçi, vitray ve gravürcüdür.”
Ayrıca AKP’lilerin dillerine pelesenk yaptığı şekliyle söyleyelim “Yerli ve milli”dir.
“Ressamım, yurdumun taşından toprağından sürüp gelir nakışlarım. Taşıma, toprağıma toz konduranın alnını karışlarım” diyen adamdır.
Onun resimlerinde Anadolu’yu bulursun: Halay çeken, çocuk emziren kadınları, saz çalan âşıkları, han avlularını, nakışları, yazmaları, geleneksel halk sanatını, Osmanlı minyatürlerini, mozaikleri…
Nakışa ve yazmaya hayrandır:
“Halk sanatında resmin yerini nakış tutar. Ömründe bir tek sahici tablo görmemiş milyonlarca insan vardır, fakat içine nakış girmemiş bir tek ev, bir çift göz bulunabileceğini sanmam. Bizim memleketimizde nakışın tuttuğu yere gelince, bu alanda eşimiz yoktur diyebiliriz…Nakışlardaki renk ve biçimleri incelerken yolum yazmalara düştü. Bir seneden beri çeşitli yazmaların, yazmacılığın, yazmacıların peşindeyim” der.
Şair Turgut Uyar’ın halk kültürü unsurlarını sıkça kullanmasından dolayı “çelimsiz bir halk ozanı” ve “turistik gelen bol nakışlı bir heybe” yorumlarını yaptığı adamdır.
Şair İlhan Berk ise Eyüboğlu’nu şöyle anlatır:
“Bedri, bir ressamdan, bir şairden çok forsa mahkumlarına benzerdi. Büyük denizlerde, eski büyük gemilerde kürek çeken, deniz tutkunu, deniz kurdu mahkumlara… Resmin büyük hükümlülerinden değil midir hem? Yeryüzünde yazmaya, çizmeye gelmiş o babacan, gönüllü tutsak kullardan… İlle de bir ressama benzetmek gerekirse, boyacı sandıklarını boyayan o adsız sansız halk ustalarına benzetebiliriz…Bedri’nin en belirgin yönü bu kalenderliği, halk adamlığıdır. Yaşarken, yeryüzüne en çok onu koymak istemiştir sanki. Yürüyüşü, oturuşu, kalkışı, gülüşü, sıkılışı, kızışı hep bu sıradanlığın, halk adamlılığının simgesidir. Kocaman elleri, kocaman vücudu, kocaman başı, kocaman ayaklarıyla Karadenizli bir balıkçı, bir dağlı, bir köylüdür.”
İstanbul’da küçük bir parka adını vermiyorlar ya, sanki çok umurunda, Bedri Rahmi, Anadolu olduğu kadar İstanbul’dur.
1950 ve 1960’lı yıllarında yaptığı İstanbul resimleri başyapıtları arasında yer alır. İstanbul, Boğaz’ı, Marmara Denizi sahilleri, adalar, fıstık çamlarıyla, sokakları, bahçeleri, evleri, iskeleleriyle girer onun tablolarına.
Resmi kadar şiirleriyle de Anadolu’dur. “Türküler Dolusu” şiirinde dediği gibi,
“…Şairim
Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası
Ayak seslerinden tanırım
Ne zaman bir köy türküsü duysam
Şairliğimden utanırım” diyecek kadar türkülere meftun bir adamdır.
İlahileri sever,
Kırk Odalı Konak’ın dördüncü odasında okuyucularına bir Yunus ilahisi dinletir:
“Dördüncü odada bir ilahi duyulur
Bu ilahi Yunus‟undur ;
Mevlid’i bilir,
Süleyman Çelebinin Mevlid’inden iki
dizeyi “Allah” yerine “Toprak” kelimesini koyarak kullanır:
“Toprak adın zikredelim evvela
Vacip olur cümle işte her kula”;
Manilerden yanadır,
“Acımak” şiirinde
“Şu dağın başında bir top gülüm var
Uzun sözün kısası hepimize ölüm var” der.
Atasözü ve deyimleri sever,
Kırmızı gülün alı var demesini
Nerden ince ise ordan kopsun demesini
Atın ölümü arpadan olsun demesini
Keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur demesini” bilir.
Peki böyle bir adamın isminin parka verilmesine neden karşı çıkılır: Cehaletten, ideolojik körlükten, yaşam sevinci yoksunluğundan, organize kötülükten. Bu neden listesini uzatabiliriz ama değmez. Nazım Hikmet yanıt verseydi, sanırım şöyle derdi:
“Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi… “
veya
“Davaya ibadet diye diye toprağına ihanet edensiniz” derdi.
Ama yukarıda sözünü ettiğimiz cenazeyi Bedri Rahmi kaldırsın.
Yaşasaydı sanırım sonradan para gören ama ufku soğanı cücüğü kadar olan küçük adamın hikayesini anlattığı “Cücüklü Soğan” şiirini okuyarak dalgasını geçerdi:
“Mudurnu’nun Alagöz nahiyesinden Durmuş’a
Büyük ikramiye vurmuş
Paranı nideceksin demişler.
Bundan böyle demiş
Her Allah’ın günü
Soğanın cücüğünü yiyecem cücüğünü.”
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***