SANAT | M. NEDİM HAZAR
“Sinemada kurallar yoktur, günahlar vardır sadece.
En büyük günah sıkıcılıktır.”
Frank Capra
Sinemanın müzikle olan ilişkisi, sesli filmin icadından bile öncesine dayanır. Daha sessiz sinemanın revaçta olduğu günlerde dahi, önce fuaye alanlarına kurulan orkestralar gelen misafirlere güzel ambiyanslar sağlamış, ardından ‘gong’ ile beraber perdenin önüne yerleşen müzisyenler, icra ettikleri senkronize müziklerle, izleyicinin bir duyu organını devre dışı bırakarak ekrana bakmasının önüne geçmiştir. Sinemanın müzikle olan bu bağımlılık düzeyindeki ilişkisi, sesin ve hatta Dolby Surround ses efektlerinin salonları doldurmasıyla da azalmamıştır. Sinemanın anlam kazanmasında haklı bir payesi olan müzisyenler de sık sık bu alandaki rollerinin dışına çıkarlar ve kimi zaman oyuncu, kimi zaman da yönetmen olarak karşımızda yerlerini alırlar.
Lumiere Kardeşler tarafından, patentini de aldıkları, görüntüleri kaydeden ve bir ekran üzerine yansıtmaya yarayan icatları sinematografla 28 Aralık 1895’te Paris’te Grand Cafe’nin bodrumunda gerçekleştirilirken sahnenin hemen yanında bir de piyano vardır ve sessiz olan filme seyirciyi adapte edebilmek adına fon yapmaktadır.
Zamanla filmler için besteler yapılmaya başlanır. Sinema yaygınlaştıkça, filmlerin süreleri uzadıkça ve izleyeni arttıkça film gösterimine sadece piyano ile eşlik eden müzik yetersiz gelmeye, orkestralar eşlik etmeye başlar. Bu da senkron tutturamama gibi uyumsuzluk sorunları doğurur.
Müzik, tarihin ilk çağlarından itibaren insana, toplumlara şarkılarında, danslarında, törenlerinde eşlik etmiştir. Film ve müzik bağı da hareketli görüntünün sunumunda müziğin kullanılması ile başlar. Müzik, sessiz sinema döneminde de, sinemada ses kullanılmasıyla da sinema için vazgeçilmez bir unsur olarak yerini alır.
Max Winkler, sessiz film döneminde yapıtlara müzik uyarlayan ilk müzisyenlerdendi. New York’ta bir müzik mağazasında satıcı olarak çalışan Winkler, doğal olarak birçok müzik kaydına ve kataloğuna hâkimdi. Universal Film şirketinin yaptığı tüm filmleri başarıyla adapte. Beethoven, Mozart, Tchaikovsky gibi ünlü bestecilerin eserlerini filmlere angaje ediyordu.
Buna karşın kimi ‘auteur’ sinemacılar dönem dönem müziğin insan hayatındaki yeri ile perdedeki yeri arasındaki uçurumun açılmasını yedinci sanat açısından sakıncalı bulmuş ve işin müzik kısmında oldukça cimri davranmıştır. Zeytinlikler Altında (Zire Darakhatan Zeyton, Through the Olive Trees) filminde Abbas Kiyarüstemi filminde müzik olarak doğal sesleri kullanır mesela. Ancak, başta İranlı yönetmen olmak üzere bu fikir iyi ki kalıcı olmaz ve müzik hayattaki fonksiyonelliğini aşarak perdede her daim varlığını ve önemini koruyarak günümüze kadar gelir.
Muhtemelen Bernard Shakey ismi, sinema alanında tutku derecesinde uzmanlaşmış isimlere bile yabancı gelecektir. Sinema kariyeri boyunca, iki film (Human Highway-1982, Greendale-2003) ve üç belgesele (Journey Through the Past-1974, Rust Never Sleeps-1979, CSNY/Déjà Vu-2008) imza atan bu yönetmenin aslında, rock müziğin kilometre taşlarından Neil Young olduğunu bilmek ise bir hayli şaşırtıcı olacaktır. Young, müzikten arta kalan zamanlarını, kamerayla haşır neşir geçirmeyi seven biri olarak, kendine sinemada kalıcı olacak bir alter ego bile yaratmış bir isim.
Young’un kuşağından bir başka isim olan Frank Zappa ise belki de kişisel müzik kariyerini sinemaya en anlamlı şekilde taşıyan kişi. İlk film girişimini (Uncle Meat-1988) çekmeye 1968’de başlayan, ölene kadar tamamlayamayan Zappa’nın bu karmaşık yapımı, 1988’de belgesel olarak yayınlandı. Neyse ki Zappa, tüm o müzikal başyapıtları, uyuşturucu ve kaoslarla dolu kısacık hayatı içinde, tamamlanmış bir sinema filmi de (200 Motels-1971) çıkarmayı başardı. Üstelik film, garip konusuna rağmen iyi eleştiriler de almıştı. Zappa’nın, bir turne sırasında adım adım deliren bir rock grubunu anlattığı hikâyesinde The Beatles davulcusu Ringo Starr ve The Who’dan meslektaşı Keith Moon da rol almıştı.
Aynı dönemin bir başka unutulmaz müzisyeni Bob Dylan da yönetmen koltuğunda şansını deneyenler arasındaydı. Bir belgeselle (Eat The Document-1972) kariyerine başlayan Dylan, altı yıl sonra çektiği sürreal konser film projesi (Renaldo and Clara-1978) ile pek de iyi eleştiriler almayınca, yönetmenlik koltuğunu terk edip, sinema alanında senaristlik ve kimi zaman da oyunculuk performansıyla karşımıza çıktı.
Sinemada vizörün arkasına geçmek, 70’lerin klasik rock müzisyenlerine ait bir merak alanı değil elbet. Son yılların popüler isimleri arasında da hayallerindeki kareleri kayda alan isimler var. 90’larda çıkış yapıp günümüze kadar popülaritesini koruyan rap grubu Wu Tang Klan’ın RZA’sı Robert Fitzgerald Diggs, bu yazıda bahse değer isimlerden. RZA, kendisinin de oynadığı filmle (The Man With The Iron Fists–2012) Wu Tang Klan’ın hikâyesini anlatıyordu. 2000’lerin sıra dışı gruplarından Mars Volta gitaristi Omar Rodriguez Lopez de kamera arkasına geçenlerden. Uzun süre bağımsız kısa filmlerle bu tutkusunu sürdüren Lopez, son yıllarda çektiği iki filmle (The Sentimental Engine Slayer-2011, Los Chidos-2012) özellikle Avrupa’daki festivallerde adından söz ettirmeyi başardı.
Sinema ve müzik deyince kökenli sinemacı Tony Gatlif’i unutmamak gerekir. Kendisi: “Film üzerine düşünmeye başladığımda müziği de düşünürüm. Müzik, filmin omurgasıdır, senaryoyu yazarken ve çekim mekânlarını saptarken eşzamanlı olarak müziği de tasarlarım,” diyerek adeta sinemayı bile müzik için yaptığını kayıtlara geçirmiş bir sinemacıdır. Gatlif, kültürel kökenine duyduğu sadakat (romandır) kadar müziği hep ön planda tutan ender müzisyen yönetmenlerdendir.
Sinemada iz bırakan müzisyenler bu isimlerle sınırlı değil elbet. Bir de tabii, aslında müzisyen olarak hayata atılıp, sonrasında oturduğu yönetmen koltuğundan kalkamayan ve sinema tarihine önemli eserler kazandıran Gore Verbinski ve Jim Jarmush gibi isimler var. Hatta pop efsanesi Madonna bile, bir defasında (Filth and Wisdom-2008) o koltuğa oturanlardan. Belli ki kimi zaman notalar, o kadar hayata yaklaşıyor ki efsane kategorisindeki müzisyenler için bile ifadede ses yetersiz kalıyor ve akıllarındaki görüntüleri beyaz perdeye yansıtma isteği uyanıyor.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***