Beni çok etkilemiş olmalı ki çok iyi hatırlıyorum, ilkokuldayım, babama sormuştum:
“Baba, cennette Âdem ile Havva’dan başka anne-baba var mıydı?” / “Hayır oğlum, yoktu.” / “Peki o zaman insanlar kardeşleriyle mi evleniyorlardı?” / “Hayır. Havva her seferinde ikiz doğuruyordu; bir oğlan bir kız. Bunlar birbirleriyle evlenmiyorlardı. Havva başka ikizler doğuruyordu, onlarla evleniyorlardı.”
“Haa, anladım” dedim. Çok mantıklı gelmişti o yaştayken. Çünkü, Evdeki Tek Otorite söylüyordu.
Fakat Türkiye’deki Tek Otorite’nin cuma namazından sonra mihrapta söyledikleri o kadar mantıklı gelmedi: “Hz. Âdem efendimize kimsenin dili uzanamaz. O uzanan dilleri yeri geldiğinde koparmak bizim görevimizdir. Havva validemize kimsenin dili uzanamaz. Onlara da had bildirmek bizim görevimizdir.”
Sezen Aksu’nun dilini, “Binmişiz bir alâmete. Gidiyoruz kıyamete. Selam söyleyin o cahil Havva ile Adem’e…” diyen şarkı sözleri nedeniyle koparıyordu.
Mantıklı gelmeyiş, “uzanan diller”in bundan 5 yıl önceye ait olmasından ve o tarihten bugüne kimsenin gıkı çıkmadığı halde şimdi durup dururken cart diye gündeme getirilmesinden kaynaklanmıyor. Biraz da Barış Terkoğlu’nun Diyanet tarafından yayınlanan İslam Ansiklopedisi’nden seçtiği bilgilerden kaynaklanıyor:
“Havvâ adı Kur’ân-ı Kerîm’de geçmemekte, Hz. Âdem’le ilgili âyetlerde ondan Âdem’in zevcesi olarak bahsedilmektedir.” “Bir hadiste, ‘Eğer Havvâ olmasaydı kadın cinsi eşine hıyanet etmezdi’ denilmiştir.” “Havvâ’ya ve daha sonraki bütün hemcinslerine âdet kanaması, hamilelik, ağrılı çocuk doğurma gibi birçok ceza verilmiştir.” “Cidde’de ona nisbet edilen, Evliya Çelebi’nin ziyaret ettiği bir kabir Suudi yönetimi tarafından yıktırılmıştır.”
***
Bu dil koparma olayı Şehitler ve Gaziler Platformu mensuplarının sanatçı hakkında suç duyurusu yapmasına ve açıkça öldürme tehdidinde bulunmasına yol açıyor: “İçişleri Bakanımızın da dediği gibi, ‘beyinlerine sıkacağız, kafalarına. İnlerinde hepsini ezeceğiz. Dağda, PKK’yı Kandil’de nasıl eziyorsak, onları savunanlara da bunu bir defa daha söylüyoruz”
400’den fazla şiir ve beste sahibi Minik Serçe’ye bu yandaşlar öylesine yükleniyorlar ki, Cumhurbaşkanlığı danışmanından bile “bu kadar tepkiyi hak etmedi” itirazı geliyor. Mevcut barolara rakip olarak kurdurulan barolardan Ankara 2. Barosu (sonradan silse bile), Twitter’dan itiraz yükseltiyor.
Sezen’in dilini koparma olayı henüz sıcakken, 7 kitap yayınlamış gazeteci Dr. Sedef Kabaş olayı patlıyor. Bir TV programında konuşunca evi 02’de polis tarafından basılıyor, gözaltına alınıyor, tutuklanıyor. Yetmiyor, 81 ilin AKP teşkilatları birlik ve beraberlik içinde harekete geçip suç duyurusunda bulunuyorlar. Yetmiyor, CB Yardımcısı Fuat Oktay da tutuklamayı savunuyor.
***
S. Aksu ve S. Kabaş olaylarının özelliği şurada ki, AKP+MHP iktidarının bu ülkeye verdiği en büyük zararı (ve ayrıca kendisi açısından yaptığı en büyük hatayı) simgeliyorlar:
İktidar, bizzat kendi ağzından çıkan sözleri ve kendi koyduğu hukuk kurallarını fütursuzca ihlal ederek Türkiye’ye fena halde küme düşürtüyor. Aklıma gelen ihlalleri numara verip sıralarsam:
1) Bu vesileyle öğreniyoruz ki “Dilini keserim” lafı, Yargıtay 4. Dairenin 29.11.2018’de oybirliğiyle verdiği kararla tehdit suçu ilan edilmiştir . Yani burada CB Erdoğan tehdit etmekten hukuken suçlu vaziyettedir.
2) CB Erdoğan 2021-22 adlî yılını 1 Eylül’de Yargıtay ve Diyanet başkanlarıyla birlikte dualarla açarken bir müjde vermiştir: “Gece yarısı gözaltına alma, otelde, havalimanında yakalama gibi işlemlere son verdik.” Yetinmemiş, aynı müjdeyi Ak Saray’da İnsan Hakları Eylem Planı’nı 02.03.2021’de açıklarken tekrarlamıştır.
Bu acayip durumda 2 olasılık var: a) İçişleri Bakanı S. Soylu emrindeki polis CB Erdoğan’a aldırış etmemektedir yani ipin ucu elden kaçmıştır; b) CB Erdoğan bu müjdeleri verdikten sonra adamlarına dönüp ‘Siz işinize devam edin!’ diye fısıldamıştır. Başka olasılık varsa benim aklıma gelmiyor.
3) İHD Başkanı Ö. Türkdoğan hatırlatıyor: Böylesi bir saatte gözaltı ancak suçüstü durumunda yapılabilir. Suçüstü dışında yapılırsa, bu gece baskını Ceza Muhakemesi Kanunu Md. 145’in açık ihlalidir: “İfadesi alınacak veya sorgusu yapılacak kişi davetiye ile çağrılır; çağrılma nedeni açıkça belirtilir, gelmezse zorla getirileceği yazılır.”
4) Adalet Bakanı A. Gül bu gözaltı üzerine “Hak ettiği karşılığı bulacaktır” diye konuşmuştur. Bu demeç Erdoğan başbakanken 2012’de değiştirilen TCK Madde 288’in açık ihlali olmanın yanı sıra, yargıca adeta tutuklama talimatı vermektedir.
5) S. Kabaş için tutuklama talep eden basın savcısı T.K.U.’nun yetkisiz olduğu ortaya çıkmıştır. Çünkü kendisi 30.10.2021’de ikinci bölgedeki Osmaniye’ye atanmış ve mevcut yönetmeliğe göre bu ikinci bölgede 5 yıl görev yapması gerekirken 06.11 2021’de yani 6 gün sonra İstanbul’a yani birinci bölgeye basın savcısı olarak kaydırılmıştır. Hukuk’u 2018’de bitiren bu genç savcı şimdi S. Kabaş’ın iddianamesini yazacaktır.
6) S. Kabaş’ı “kaçabilir” gerekçesiyle tutuklayan İstanbul 10. Sulh Ceza Yargıcı F.B.E.’nin de yetkisiz olduğu ortaya çıkmıştır. Çünkü kendisi o tarihte İstanbul’da 3 yıl 10 ay 3 gündür görev yapmaktadır ki, 30.04.2021 tarihli İnsan Hakları Eylem Planı’na göre birinci bölgede (İstanbul’da) 4 yıldır görev yapıyor olması gerekmektedir.
Unutmadan: Yargıç F.B.E.’nin bir başka niteliği de kendisinin Osman Kavala’yı casusluktan tutuklayan yargıç olması.
Bu savcı ve bu yargıcın öyküsü, 2016 FETÖ darbe girişiminden önceki yargı atamalarına fazlasıyla benziyor.
Oysa RTE’nin yaptığı sürüyle hakaret var: “‘Alçaklar, zalimler”, “kadın mı kız mı bilemediğim”, “mert değil namertsin”, “ananı da al git”, “Haşhaşiler”, “nebbaşlar”, “mezarlık soyguncusu”, “sapıklar”, “haddini bil edepsiz kadın”, “aydın müsveddeleri, karanlıksınız”, “terbiyesiz, haddini bilmez, edep yoksunu, edep fukarası, ahlaksız”, “haddini bil. Haddini bilmezsen bu millet patlatır enseni!” “niye kaçıyorsun ulan İsrail dölü!”
Belki biraz da bu yüzdendir ki Index on Censorship dergisinin yaptığı uluslararası oylamada kendisi “Yılın Despotu” (Tyrant of the Year) seçildi. Çin’den Xi Jinping ikinci, Suriye’den Beşar Esad üçüncü oldu.
7) Ceza derken, S. Kabaş’ın katıldığı programı yayınlayan Fox TV ve Tele-1 kanallarına RTÜK üst sınırdan ceza uygulamıştır ve bu kanallara lisans iptali gelebileceği yazılmaktadır.
***
TDK sözlüğü “diktatör”ü “Bütün siyasi yetkileri kendinde toplamış bulunan kimse” diye tanımlıyor. Bence bu kavramın en basit tanımı şöyle: Kendi koyduğu kurallara uymayan kişi.
Bu tanım size de gerçekçi geldiyse, sadece iki kadın sanatçı hakkında yukarıda yazdıklarım mevcut iktidarın bütünüyle diktatoryal tutum içinde olduğunu göstermekte.
Zaten işin bir ilginç yönü de burada ortaya çıkmakta. Çünkü bu ülkede CB Erdoğan’a diktatör diyenler TCK Md. 299’a göre cumhurbaşkanına hakaretten hapse atılmakta ve buna “Tayyip kaç kaç kaç kadınlar geliyor”, ve “Zıpla zıpla, zıplamayan Tayyip’tir” sloganları da dahil .
Oysa “diktatör” demek sadece diktatörlüklerde suç olabilir. Üstelik, diktatör demenin suç değil ağır eleştiri olduğunu Türk mahkemeleri de kabul etmiş vaziyette. Mesela: 2017’de Çorum 4. Asliye Ceza . 2016’da Eskişehir 2. Asliye Ceza (). Kasım 2014’te Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin oybirliği kararı.
“Kendi koyduğu kurallara uymamak”la daha yakından ilgili bir karar istiyorsanız: CB Erdoğan döneminde kurulan İstinaf Mahkemesi’nin Ocak 2022 tarihli kararı: Kılıçdaroğlu’nun TBMM Grup toplantısında kullandığı “Diktatör; zorba; kibir abidesi; müsvedde; din vicdan ahlak yoksunu, tefecilere hizmet eden” terimlerinin hakaret değil eleştiri kapsamında olduğunu söylüyor .
Bunlar benim kısa zamanda bulabildiklerim. Sanırım bir fikir verecektir.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***