Amerikalı yazar Gwen Strauss, 83 yaşındaki büyük halası Hélène Podliasky ile keyifli bir öğle yemeğinin tadını çıkarıyordu.
Hélène Fransızdı ve Gwen de Fransa’da yaşıyordu.
2002’deki bu yemekte, konu Hélène’in geçmişinden açıldı. Gwen, büyük halasının İkinci Dünya Savaşı’nda Fransa’daki Direniş hareketine katıldığını biliyordu, ama onun hayatındaki o dönem hakkında hiçbir fikri yoktu.
Hélène, Nazi Almanyası’nın gizli polis örgütü Gestapo tarafından nasıl yakalandığını, işkence gördüğünü ve Almanya’ya bir toplama kampına götürüldüğünü anlattı. Müttefik güçler yaklaşınca kamp boşaltılmış ve Nazi ölüm yürüyüşünde kilometrelerce yol yürümek zorunda kalmıştı.
“Sonra bir grup kadınla kaçtım” dedi kısaca. Gwen şaşırmıştı.
“Ömrünün sonuna yaklaşıyordu, sanırım bu konuda konuşmaya hazır hissetti” diyor Gwen, “ve yıllarca sessiz kalan birçok savaş mağduru gibi, çoğu zaman yakın aileleriyle bu konuları konuşmadılar.”
Hélène Podliasky, Fransa’nın kuzey doğusundaki Direniş hareketi için kurye olarak çalışırken tutuklandığında 24 yaşındaydı. Takma adı Christine idi. Hélène, Almanca da dahil olmak üzere beş dil biliyordu ve yüksek nitelikli bir mühendisti.
Gwen, “Direnişte oldukça yüksek kademedeydi” diyor. “Bir yıldan fazla bir süre ajanlarla iletişim kurmak ve paraşütle atılan malzemeleri organize etmek için çalışmıştı. Zekiydi. Zarif, sessiz ama güçlü bir insandı.”
Savaşın son yıllarıydı ve Hélène, Nazilerin Fransa’daki tüm Direniş ağlarını parçalamaya yönelik yoğun çabalarının ardından 1944’te tutuklandı. Tutuklama furyasından etkilenen diğer 8 kadın arasında Hélène’in okul arkadaşı da vardı.
Direnişçi kadınlar
Suzanne Maudet (takma adı Zaza) 22 yaşında Direniş üyesi René Maudet ile evlendikten bir ay sonra, genç Fransız erkeklerin Alman fabrikalarında çalışmak üzere askere alınmak yerine, yeraltında yürütülen Direniş hareketine katılmaları için kaçmalarına yardım ederken tutuklanmıştı.
Paris bölgesindeki tüm ajanlardan sorumlu olan Nicole Clarence da henüz 22 yaşındayken, Ağustos 1944’te Paris’in kurtuluşundan üç hafta önce tutuklanmış ve şehirden son nakil sırasında sınırdışı edilmişti.
Paris’ten götürülen son mahkumlardan biri olan 29 yaşındaki Jacqueline Aubéry du Boulley (Jacky) grubun en büyüğü, bir savaş dulu ve Direniş içindeki önemli bir istihbarat ağının parçasıymış.
Üst sınıf Hollandalı ailelere mensup 27 yaşındaki Madelon Verstijnen (Lon) ve 23 yaşındaki Guillemette Daendels (Guigui) Direniş hareketinin Hollanda ağına katılmak için Paris’e gelmişler ve neredeyse gelir gelmez tutuklanmışlardı.
Kocası ile birlikte İngiliz havacıların İngiltere’ye kaçmalarına yardımcı olan bir şebeke için çalışan 29 yaşındaki Renée Lebon Châtenay (Zinka) ise tutuklandıktan sonra hapishanede doğum yapmış ve bebeğine “France” adını vermiş. Almanya’ya sınır dışı edilmeden önce Zinka bebeğini sadece 18 gün tutabilmiş ve her zaman kızı için hayatta kalması gerektiğini söylermiş.
22 yaşında tutuklanan Yvonne Le Guillou (Mena) ise Gwen’in ifadesiyle “aşık olmayı seven” bir işçi kızmış ve Paris’teki Hollanda direniş ağlarıyla çalışırken ve Hollandalı bir çocuğa aşıkken tutuklanmış.
En gençleri ise Marsilya’da tutuklandığında henüz 20 yaşında olan İspanyol Joséphine Bordanava (Josée) imiş.
Kampta yaşam
Bu dokuz kadın, kuzey Almanya’da kadınlar için kurulan Ravensbrück toplama kampına transfer edilmiş ve ardından Leipzig’deki bir çalışma kampında silah imalatında çalışmak üzere gönderilmişlerdi. Güçlü bir dostluk kurdukları yer de burası olmuştu.
Kamptaki koşullar korkunçtu. Aç bırakılmış, işkence görmüş, çırılçıplak soyulmuş ve teftişler için buzlu karda durmaya zorlanmışlardı.
Bu zor şartlarda, kurdukları dostluk ağı sayesinde hayatta kalabilmişler. Kampta herkes çorbasından birer kaşık bir kaseye aktarıyor ve onu o gün en çok ihtiyacı olan kadına veriyorlarmış.
Açlık acı veriyor, ama kadınlar yemekler hakkında konuşmayı rahatlatıcı buluyorlarmış. Nicole her gece ofisten çaldığı kağıt parçalarına yazdığı yemek tariflerini okurmuş onlara. Bunları yemek kitabı haline getirip, döşeğinden kopardığı parçalarla da kapak yapmış.
Ölüm yürüyüşü
Hélène, hapsedilmiş olmalarına rağmen kendilerini hala asker olarak gördüklerini ve kadınların, “panzerfaust” (tank yumruğu) adlı bir silahın mermilerinin yapımını sabote etmek için birlikte çalıştıklarını anlatmış.
Nisan 1945’te müttefikler fabrikayı pek çok kez bombalayınca, Naziler kampı boşaltmaya karar vermiş ve ince giysileri, su toplamış ve kanayan ayaklarıyla 5.000 aç ve bitkin kadını Almanya kırsalında yürütmeye başlamış.
Kadınlar bu yürüyüşün ne kadar tehlikeli olduğunu biliyorlarmış. Ya kaçacaklar, ya öldürülecekler ya da açlıktan öleceklermiş. Bu yüzden bir kaos anında bir hendeğe atlayıp ölü numarası yapmışlar. O kadar çok ceset yığını varmış ki onlar fark edilmemiş ve yürüyüş onlarsız devam etmiş.
Sonraki 10 gün boyunca kadınlar, ön cephedeki Amerikan askerlerini bulmak için yola koyulmuşlar. Jacky difteri, Zinka tüberküloz olmuş, Nicole yakalandığı zatürreden iyileşirken, Hélène kronik kalça ağrısı çekmişti. Kemikleri kırılmış ve açlıktan ölüyorlardı ama birlikte özgürlüğü bulmaya kararlıydılar.
Almanya’da iz sürmek
Gwen’in kadınların izledikleri rotayı tam olarak keşfetmek için çok fazla dedektiflik çalışması ve Almanya’ya üç seyahat yapması gerekmiş. Kadınların izlerini takip ederken Gwen onların her gün ne kadar az yol aldıklarını fark etmiş.
Gwen, “Bazen sadece 5- 6 km gidiyorlarmış” diyor.
“İroni şu ki, açlıktan ölüyorlar, bu yüzden yiyeceğe ihtiyaçları var ve güvenli bir şekilde uyuyacak bir yere ihtiyaçları var, bu yüzden köylere gitmeleri ve insanlarla konuşmaları gerekiyor, ama bir köye her gittiklerinde, bu onlar için en tehlikeli zaman oluyor, çünkü tuzağa düşürülme veya köylüler tarafından öldürülme ihtimalleri var.”
Hélène ve Lon Almanca konuşabildikleri için her zaman köy muhtarına gidip yemek veya bir ahırda uyumak için izin isteyen onlar oluyormuş.
“Çok geçmeden en iyi stratejinin, sanki orada olmalarında yanlış bir şey yokmuş gibi davranmak, her şey yolundaymış ve korkmuyorlarmış gibi davranmak olduğuna karar veriyorlar.”
Ön cephedeki Amerikalıların Mulde nehrinin diğer tarafında olduklarını anladıklarında, Saksonya’daki bu nehrin aşmaları gereken son engel olduğunu anlıyorlar.
Gwen, bu dokuz kadının kaçış hikayesinin izini sürerken “Benim için en dokunaklı an, Mulde’daki köprüde durup nehre bakmaktı” diyor. Kadınlar hakkında, askeri arşivlerden, bazı kadınların kaçışlarına ilişkin kendi yazılı anlatımlarından, Lon’un hikayesini araştıran film yapımcılarından ve kadınların aileleriyle konuşarak bilgi edinmişti.
Nehri geçmenin kadınlar için kaçış sırasında en korkutucu anlardan biri olduğunu keşfetmişti.
Diğer tarafa geçtikten sonra, bazı kadınların devam edemeyeceklerinden korktukları bir an olmuştu. Jacky nefes almakta zorlanıyordu ama kadınlar kimsenin geride bırakılmaması konusunda kararlıydı. Tam o sırada bir cip onlara doğru yaklaşmış ve iki Amerikan askeri atlayarak onlara güvenlik ve sigara sunmuştu.
Duyulmayan kahramanlıklar
Araştırması sırasında Gwen, savaştan sonra kadınların normal yaşama dönmelerinin ne kadar zor olduğunu keşfettiğini söylüyor.
Gwen, “Sıska ve korkunç görünüyorlardı ve kampta bir kadın olmanın bir tür utancı ve bir tür yalnızlık da vardı” diyor.
“Grup olarak çok yakınlardı ve birdenbire konuşamayacakları, hikayelerini duymak istemeyen insanlarla dağılmışlardı. Bu yüzden psikolojik olarak gerçekten tecrit edilmiş hissediyor olmalıydılar. Aslında bu Travma Sonrası Stres Bozukluğu ama asker kabul edilmedikleri için bu durum tanınmadı.”
Gwen, genç kadınlar olarak, savaştan sonra onlara sessiz kalmalarının söylendiğini, bu yüzden kahramanlıklarının duyulmadığını söylüyor.
“Fransa Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle’ün Direnişin liderleri olarak kabul ettiği 1.038 Özgürlük Madalyası sahibi arasında altı kadın vardı ve dördü zaten ölmüştü. Bu gülünç, çünkü direnişçilerin muhtemelen en az yüzde 50’si kadındı.”
Gwen’in anlattığına göre bazı kadınlar geçmişten kopmaya ve hayatlarına devam etmeye karar vermiş, ama Guigui ve Mena gibi bazıları da ömür boyu arkadaş kalmış ve birbirlerinin çocuklarının vaftiz annesi olmuşlardı.
Gwen, “Kadınlar, büyük halamın bana hikayeyi anlattığı sıralarda, hayatta kalanlarla oldukça gecikmeli olarak bir araya geldiler” diyor.
France’ın hikayesi
Peki Zinka’nın bebeği France’a ne olmuştu?
Onu üç yıl boyunca aradığını belirten Gwen, “Tuhaf bir tesadüf eseri onu buldum ve yanına gittim. Güney Fransa’da yaşadığım yere çok uzak değil” diyor.
Konuştuklarında, “70 yıl sonra annemle ilgili tüm bunları öğrenmek ne demek bir düşünün” demiş.
France, savaştan sonra annesine kavuşmuştu, ama Zinka çok hastaydı ve kampta kaptığı tüberküloz nedeniyle birçok ameliyat geçirmişti. Kızına bakmak için bazen çok zayıf olduğundan onu sık sık diğer aile üyelerinin yanına gönderiyorlarmış.
Zinka 1978’de öldüğünde, France annesinin kaçış hikayesini bilmiyordu. Gwen, “Annesi ve annesinin hayatta kalması için kendisinin ne kadar önemli olduğunu bilmiyordu” diyor.
Büyük hala Hélène 2012’de hayatını kaybetti. Gwen, yaşamının sonlarına doğru Hélène’in hâlâ geçmişin etkisinde kaldığı anların olduğunu söylüyor.
“Kadınlar savaşların yükünü çekiyor ama bu durum görülmüyor, bunun tanınmasını ve bilinmesini istiyorum” diyor.
Gwen ayrıca “inanılmaz nezaket ve cömertlik eylemlerinin” de farkına varılmasını istiyor. “Birbirlerini ayakta tuttukları irili ufaklı tüm bu yöntemler çok güzel; onların da görülmesi gerekiyor.”
KAYNAK: BBC TÜRKÇE
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***